Ateşe dönen dünya

Sarıkamış, tarihimizde ibret alınacak bir onur sayfasıdır”

Sarıkamış Harekâtı’nın, sadece gündemimizde olan kısmı bazı kaynaklara göre 30 bin, bazı kaynaklara göre 60 bin, bazı kaynaklara göre 90 bin şehit verdiğimiz bir harekât. Ve hatta bir tek kurşun bile atmadan soğuktan donan askerler var…

Evet, gündemimiz de sadece bu oldu uzun yıllarca… Sarıkamış Harekâtı’nın aslı nedir? Harekâtta kaç şehit verildi? Harekâtın nedenleri, sonuçları neden gündeme getirilmedi yıllarca? Neyin üzeri örtülmek isteniyordu? Gereken yiyeceği, giyeceği, mühimmatı olmayan ordu neden Sarıkamış’a gönderilmişti? Enver Paşa’nın hırsı ve Alman hayranlığının bu harekâtın gerçekleşmesinde rolü neydi? Sorularımız çok. Bilmediğimiz şeyler de çok. Ünlü kalp cerrahı ve Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez hayatının önemli bir kısmını Sarıkamış Harekâtı ile ilgili araştırmalara ayırmış, yurtdışı ve yurtdışından edindiği birçok kaynakla birlikte, Sarıkamış şehidi torunu olarak, belki de bir borcu yerine getirmiş ve “Ateşe Dönen Dünya Sarıkamış” adlı kitabı yazmış.

Prof. Dr. Bingür Sönmez bizi çok samimi bir şekilde karşıladı ve konumuz Sarıkamış olunca sohbetimiz oldukça yoğun geçti. Sohbetimize Bediüzzaman’ın Kafkas Cephesi’nde esir düşmesini konuşmakla başladık ve daha sonra uzun uzun Sarıkamış Harekâtı’nı ve Bingür Hocamızın samimi, içten yorumlarını dinledik. Ve “Ateşe Dönen Dünya Sarıkamış” kitabını bizzat elinden imzalı aldık. Kendisine çok teşekkür ediyor ve sizleri Sarıkamış hakkında merak ettiğiniz birçok şeyi bulabileceğiniz sohbetimizle başbaşa bırakıyoruz.

Sarıkamış’ta aslında ne oldu? Duyduklarımızın ötesinde gerçekler neler

Sarıkamış 100 sene önceki olay. Sarıkamış’tan sonra ne oldu, önce onu anlatayım size. Büyük bir savaş yaşandı. Öyle büyük bir savaş ki, dört yıl süren bir Kafkas Cephesi. Sadece 15 günlük bir Sarıkamış Meydan Muharebesi olarak düşünmeyin olayı. En büyük savaşımız Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı’ndan başka. En büyük kayıpların olduğu savaş Çanakkale Savaşı. 65 bin ile 250 bin arası rakamlar telaffuz ediliyor; yitikler, kayıplar, esirler söz konusu. En yüksek rakam 250 bin. Ama Kafkas Cephesi’nde dört yıl boyunca kayıp 600 bin. Bir savaş düşün ki, Osmanlı’nın nüfusu 12 milyon, 15-35 yaş arası 600 bin genç nüfus kaybedilmiş. 12 milyon nüfusun; çocuğu, kadını, yaşlıları çıkar, 4 milyon erişkin nüfusun 600 binini bir cephede kaybediyorsun. Sonra bakıyorsun ki, böyle bir savaş yok sayılmış. Bu insanlar nereye gitti, ne oldu, hiç anılmamış. Anılırken de, bir gecede tek kurşun atmadan titreyerek, donarak hayatını yitiren zavallılar gibi konuşulmuş. Ama öyle değil.

Sarıkamış Meydan Muharebesi 15 gün sürmüş, Erzurum’dan Sarıkamış’a kadar olan mesafe 150 kilometre. Genişliği 100 kilometre olan bir cephe düşün; 3 kolordu, her kolordunun 3 tümeni, her tümenin 3 alayı, 120 bin insan, bazı rakamlar 135 bin diyor, akın akın tüm vadilerden Sarıkamış’a doğru gidiyorlar. Büyük çatışmalar oluyor. Donmalar, kayıplar oluyor; ama Oltu’yu alıyorlar, Darman’ı, Karaurgan’ı Kötek Köyü’nü, Kızılçubuk Köyü’nü alıyorlar, işgal ediyoruz yani. Sarıkamış’a giriyorlar, 2 gün işgal ediyorlar. 9. Kolordu İstasyon Mahallesi’ni bir gece işgal ediyor. 10. Kolordu çemberi tamamlıyor Allahuekber’den. Doğu’dan ve Batı’dan Sarıkamış’ın içine kadar giriliyor, sokak savaşları yapılıyor. 11. Kolordu çok başarısız kalıyor, çemberi tamamlayamıyor, Sarıkamış’a hiç gelemiyor. Ve büyük bir yenilgi oluyor. Her savaşın bir yeneni, yenileni var. Sarıkamış elde tutulamamış tamam; ama bu yüzden bu insanları, bu şekilde aşağılayıcı olarak anmaya kimsenin hakkı yoktu. Yenilginin arkasından Çanakkale Zaferi olduğu için, hep Çanakkale konuşulmuş, Sarıkamış unutturulmuş. İttihat ve Terakki evrakları yok etmiş, Almanlar örtbas etmişler. Bugün Birinci Dünya Savaşı ile ilgili bir Alman Tarih ansiklopedisini, bir askerî mecmuasını açın, içinde Sarıkamış, Kafkas Cephesi diye bir cephe yok. Bugün Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda bizi müttefiki olarak hatırlamıyor bile. Bizi yok sayıyorlar. Zaten Almanlar bizimle hiçbir şekilde ittifak yapmayacaklardı. Savaş üç ayda bitecekti, Almanya’nın zaferi ile sonuçlanacaktı, bütün Almanya’ya hâkim olacaklardı. Ama savaş uzamaya başladı, üç ayda bitmedi. Müttefik ihtiyacı duydular, eğer Kafkas Cephesi açılırsa, Orta Avrupa’daki Rusların bir kısmı o cepheye çekilecekti, bunlar da Orta Avrupa’yı alacaklardı.

Enver Paşa büyük bir Alman hayranı… Plan yapıldı, Enver Paşa’ya kabul ettirildi ve Kafkas Cephesi açıldı. Rusların burada hiçbir birikimi yok, beklemiyorlardı böyle bir saldırıyı. Biz Kafkas Cephesi’nden saldırınca, Orta Avrupa’dan birçok asker buraya geldi. Genel Kurmay’ın arşivlerinden biliyoruz ki, dört yıl boyunca, 1 milyon 800 bin Rus askeri, Kafkas Cephesi’ne geldi. Buradaki en büyük özellik şu; biz 15 günlük bir harekâttan sonra geri çekildik ya, çar, Nikola Nikolaviç’i Kafkas Cephesi komutanı olarak atadı. Bu atama Kafkas Cephesi’ne ne kadar önem verildiğini gösteriyor. Bazı tarihçiler diyor ki, çardan torpilliydi, istediği kadar mühimmat alabildi. Dolayısıyla Sivas ve Erzincan’a kadar geldiler. Biz Sarıkamış’a doğru giderken, merkezden ne kadar uzaklaştıksa, o kadar lojistik kaybına uğradık. Savaş tersine dönünce, onlar da merkezden uzaklaştıkça, onlar da imkânsızlıklarla karşılaştılar, iki taraf için de kış, iki taraf için de yol yok. Onların da çok büyük kayıpları oldu. 1916’da o kadar büyük, o kadar ağır bir kış oldu ki, tarih kitaplarında yazıldığına göre Ruslar 100 bin asker kaybetti. İnsanlar konuşuyorlar bir tarafta, Sarıkamış’ta 30 bin şehit verdik, 90 bin şehit verdik, ne ayıp bir şey. Yani şehit sayısı fazlaysa savaş daha mı büyük? Çok az şehit verilerek çok büyük zaferler kazanılabilir. Çok büyük zayiat verilerek savaşlar kaybedilebilir. Şehitlerin üzerinden konuşmamak lâzım… Yekûna bakarsak, 4 yıl içinde 600 bin kayıp. Ha, Sarıkamış’ta kaç bin kayıp? Ozanlara soralım: “Sarıkamış diye kırıldı 90 bin evin ocağı” Bu bir folklorik değer. Bir defa, “şehit” bir kavram, “şehitlik” bir rütbe… Kazanılır. Komutanın gözünün önünde yaşamını yitirecek, künyesi alınıp asker şubesine gönderilecek, Genel Kurmay artı 1 şehit yazacak. Öyle bir savaş yaşanmış ki, emir verilmiş; ‘düşen askeri kenara itin, yardım etmeyin.’ Çünkü asker düşünce iki kişi koluna girerse 3 kayıp olacak, o nedenle düşen askeri kenara itin deniyor. Ama başka bir emir var; “Ölen katırın numarası olan tırnağını kesin, çantanıza koyun, savaştan sonra size hesap sorarlar.” Askerî kural bu… Katırın kıymeti askerden daha fazla… Demiyor ki, asker şehit olduğunda künyesini al, komutana götür. Bunları gençler bilmeli. Onun için, kaç bin şehit diye sorma. Çok bin şehit… Ozanlar 90 bin diyor, Genel Kurmay 60 bin, Enver Paşa hayranları ise sayıyı küçülte küçülte 30 bin, hatta 7 bin diyorlar. Rus kaynakları da diyor ki, Sarıkamış’ın önünde 35 bin Osmanlı askeri defnettik. Sarıkamış’ın önünde diyor, belge bu. Erzurum’dan Sarıkamış’a 150 kilometre. Bu yol boyunca insanlar şehit ola ola ilerlediler. Tarihte örneği görülmemiş bir emre itaat söz konusu, sürekli ileri gitmişler. Herkes duyduğunu veya inanmak istediğini yazıyor. Ben şehit sayısının konuşulmasına üzülüyorum ve kızıyorum.

Sondan başa doğru gidelim… Birinci Dünya Savaşı’nda 2 milyon 750 bin er askere alındı. Bu ne demek, 4 milyon erişkin nüfusun yarısından fazlası alınmış askere. Kurtuluş Savaşı’nda ise Mustafa Kemal’in Büyük Taarruzda 125 bin askeri vardı. 300 bin kaçak var Alman raporlarına göre. İyi ki varmış, bu kaçakları toplayarak Kurtuluş Savaşı yapıldı. Bu kaçak iki türlü; biri firar, diğeri de Rus esaretinden kaçış. Birinci Dünya Savaşı’nda 2 milyondan fazla insan kaybettik, hiç girmememiz gereken bir savaşta… Onun için Sarıkamış’ta kaç bin şehit olduğunu sormak ister misin? İstemezsin… Bir de askerleri konuştuk, yerli halk n’oldu? Benim dedem yerli halktandı. Sarıkamış’ta Bardız Köyü’nde yaşıyordu. Dört kardeşiyle beraber esarete gitti. İkisi dönmedi. Bu şehit sayılmıyor. Bunlar o rakamların içine girmiyor. Gene donan askerler de firar sayıldı. Komutanın da suçu yok. Askerin ayakkabısı yok, donarak öldüklerini söyleyemiyor, firar olarak sayıyor. Bunlar da şehitler arasında sayılmamış oluyor.

Osmanlı 5 Ocak’ta geri çekildi. Ruslar geri geldiler ve dediler ki: “36 yıldır Rus tabyalarında ekmeğimizi yediniz. Osmanlı askeri gelince alkış tuttunuz.” 45 bin erkek nüfusu, 12 yaşından 85 yaşına kadar, tehcire uğrattılar. Bunları alıp Sibirya’ya götürdüler. Yerli halka Osmanlı sahip çıkmadı. Bir dedem şehit oldu, biri esarette kaldı. Çünkü onlar Osmanlı halkı olarak görülmüyorlardı, 36 yıldır Rus topraklarında yaşadıkları için Rus vatandaşı gibi görüldüler. Ruslar onlara vatan haini muamelesi yaptı, yargısız infaz yaptı. Daha trenlere bindirilmeden birçoğunu katlettiler. Trenlere binenlerin de birçoğu Sibirya’ya ulaşamadı. Ruslar bu halka, “Artık serbestsiniz, esirimiz değilsiniz, siz çarın esiriydiniz, yeni hükümet sizi esir görmüyor artık” deyince birçoğu dönemedi, o topraklarda kaldı. Yürüyerek gelseler, 2,5 ile 7 yıl arasında süren seyahatler vardı. Rusya’nın en karışık dönemiydi, Bolşevik İhtilâli söz konusuydu. Esaretteki halkın çoğu çiftliklerde, fırınlarda, fabrikalarda çalışıyorlardı. Orada kaldılar. Bunların hesabı yok o rakamların içinde. Onun için hiç rakam konuşmayalım. Şehitlerin de, bugün hayatta olmayan gazilerin de, hepsinin ruhları şad olsun. Birinci Dünya Savaşı’nda 2 milyonun üzerinde insanımızı yitirdik…

Sarıkamış Harekâtı’nın üzeri bunca yıl neden örtüldü peki?

İki nedeni var bunun. Bir; Asker yenilgiden utanç duyduğu için üzeri örtüldü. Ardından Çanakkale zaferinin övüncü, sonra kalkınma, Cumhuriyetin kurulması gibi durumların yanında bu harekât ile uğraşacak tarihçiler yoktu. Askerî mecmualarda küçük makaleler şeklinde kaldı. Bir de; İttihat ve Terakki’nin, Enver Paşa’nın unutturulması lâzımdı. Biraz da oradan kaynaklandı muhtemelen.

Sarıkamış’ta yürüyüş yapıyorsunuz yıldönümlerinde. Bu yürüyüşlerden bize biraz bahseder misiniz? Ne zaman başladı bu yürüyüşler?

Biz, 2003 yılında ilk yürüyüşümüzü yaptık, 250 kişiydik. 2004 yılında Erzurum Kalkınma Vakfı, Akut ve Sarıkamış Dayanışma Grubu olarak, ikinci yürüyüşümüzü yaptık, 90. yılında 90 bin şehit anılıyor projesi ile… Genelkurmay’dan bizi çağırdılar. Dönemin Genelkurmay Başkanı’nın amacı bizi engellemekmiş: “Siz geçen sene güzel bir yürüyüş yaptınız, çok güzeldi, teşekkürler; ama bu işi daha fazla karıştırmayın.”

Çünkü iki şey var; Enver Paşa’ya sövenler, Enver Paşa’yı övenler… Asker Enver Paşa’nın sövülmesini de istemiyor, övülmesini de… Dolayısıyla Genelkurmay bu yürüyüşlerden rahatsız oldu. Fakat uzun sohbetimiz sonunda anladılar ki, biz sadece şehitlerimizi anacağız, kimseyi yargılamayacağız, kimseyi övmeyeceğiz. Ondan sonra Özkök Paşa, “Benden ne istiyorsunuz?” diye sordu. “Biz sizden hiçbir şey istemiyoruz, bize isminizi bağışlayın” dedik. “Nasıl yani?” dedi. “90. yılında 90 bin şehit Genelkurmay Başkanı’nın himayesinde anılıyor diyebilir miyiz” dedik. Cevap vermedi. 90 bin şehidi kabul etmiyorlar ya… 15 gün sonra bir yarbay aradı. “Hocam, Genelkurmay 60 bin şehit kabul ediyor, Fevzi Çakmak’ın raporlarıyla… Bunu yazın, ama Genelkurmay’ı karıştırmayın çok” dedi. Biz ismini kullandık. Sonra, o dönemki kurmaylardan biriyle konuştuğumuzda, “Genelkurmay Başkanı sizi vazgeçirmek için çağırmıştı, ama iyi niyetinizi o kadar takdir etti ki, -15 gün 15 gece süren savaşta kahramanca mücadele ettiler demiştik- kararından vazgeçti” dedi. İlk defa 2004 yılında Genelkurmay, bu şehitleri onore eden, bu şehitlerin kahraman olduğunu kabul eden bir basın bülteni yayınladı, web sitesinden arşiv bölümüne bakabilirsiniz. Ondan sonra asker olaya sahip çıktı. Yoksa biz kalkıp, “Bir gecede titreyerek donarak ölen zavallılar” deseydik, bizim de arkamızda olmayacaklardı. 2004’ten itibaren Genelkurmay arkamızda oldu ve o sene 2 bin kişiyle oldu yürüyüşümüz. 2013’te 25 bin kişiydik. 2014’te 35 bin kişiydik, önümüzdeki sene 50 binin üzerinde olacak inşallah. Bundan sonra ben gitmeyeceğim ama… Sarıkamış bir gönüllüsünü kaybetti. (Gülüyor) Gitmemem lâzım. Yaşanan son olay çok korkunçtu. Bunun mükâfatı bu değildi. Biliyorsunuz vurdular beni orda. Ailesi var, yakınları var, niye gidip parmağımı onların gözüne sokayım. Giden arkadaşlarım var, katılım çok yüksek olacak. Eğer bakan protokolüne çağırırlarsa giderim. Yoksa o yürüyüş yapanların içinde olmamam lâzım.

Sarıkamış’ta neden başarısız olundu?

Gemilerden başlayalım. 3 tane gemi vardı; Mithat Paşa, Bezm-i Âlem, Bahr-i Aher. Bu gemiler 6 Kasım akşamı yola çıktı. 7 Kasım sabahı Zonguldak Ereğli’de batırıldı. Biz 29 Ekim’de Rus limanını bombaladık. Bir hafta sonra Ruslar Zonguldak’ı bombaladılar. Gemilerde bir daha hiç ele geçmeyecek kışlık donanım vardı, cephane vardı, iki alay asker vardı. İki tayyare, dört pilot, bir tayyare taburu vardı. Bunların batırılmasıyla savaş kaybedilmiş oldu aslında. Bu gemiler Trabzon’a gitseydi, oradan da Erzurum’a ulaşsaydı gene yenilebilirdik. Ama kırım bu kadar yüksek olmazdı. Asker çıplak kaldı, cephanesiz kaldı. Karayolu da yoktu, tek yol deniz yoluyla Trabzon’a, oradan Erzurum’a gitmekti. Samsun’dan yola çıkanlar 1-1,5 ayda Erzurum’a geliyor. Asker Erzurum’a geldiği anda ayakkabısı parçalanmış, üstü başı yırtılmış, hastalanmış, aç, susuz… Lojistik olmadan savaş kazanılmaz. Sivas’ta depolarda erzak, giyecek falan var, ama Sivas’tan Erzurum’a nasıl götürülecek, yol yok, kar kış. Birçok depoda varmış tüm ihtiyaç duyulan şeyler. Organizasyonsuzluk yüzünden mevcut olanlar da dağıtılamamış. 25 Aralık’ta Kızılçubuk Köyü’ne gelmiş 29. tümen, orda sıcak yemek yemişler, sonra, 29 Aralık’tan 5 Ocak’a kadar hiçbir şey yememişler. Açık karargâh, çantalarda kuru peksimetin kırıntıları. Böyle savaş kazanılır mı? Karşıdaki düşman kapalı yerde, sobaları yanıyor, 12 saat savaşıyor, 12 saat dinleniyor. Ayrıca, kaç bin asker gitti? Genelkurmay önce diyor ki, 120 bin gitti, 70 bini savaşçıydı, ama arkasında lojistik vardı, topçusu, levazımcısı, yol yapanı vardı. Bunlar ölünce şehit sayılmıyor mu? Sonra söylenen şey şu; 70 bin askeri olan ordu 90 bin şehit verir mi! Ayıp şeyler gerçekten. Bunlar şehitlerin ruhunu incitiyor. Bu adam Sarıkamış’ta savaşırken, Erzurum’da ona erzak getirirken şehit olan adam Sarıkamış şehidi sayılmıyor mu şimdi? Bu da Sarıkamış şehidi… Şehit rakamları üzerinden spekülasyon yapmak doğru değil.

Harekâtın başarısızlığının sebepleri?

Harekâtın başarısızlığının genel sebeplerini sayacak olursak; mevsimin kötü olması, yol olmaması, lojistik desteğin olmaması, cephane yetersizliği, kış şartlarında giyecek-yiyecek olmaması…

Yapılması gereken şey o sene, İsmet İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı’nda yaptığı gibi, silahlı tarafsızlık yapmaktı. Silahlı seferberlik, ama tarafsız kalınacaktı. O kış geçseydi, tarih başka yazılmış olacaktı. Ha, Sarıkamış’ta ne kazandırdı? Bu da çok önemli… İki şey kazandırdı. Bir; İtilaf Devletleri’nin planı şuydu, İngilizler, Fransızlar Çanakkale’ye saldıracaktı, Ruslar da İstanbul’a saldıracaktı. Ama Sarıkamış’ta o kadar büyük bir şaşkınlığa ve hezimete uğradılar ki, İstanbul’a saldıramadılar. Bu kahramanlar 3150 metreden İstanbul’u korudular.. İkincisi; Bolşevik İhtilâli’nin propagandası yapılıyordu Rus cephelerinde. Rus askerler o kadar yoruldular ki, Bolşevik propagandacılar Rus askerlerinin arasında dolaşıyorlardı ve “evlerinize dönün, çarın ailesi için toprak savaşları yapmaktan vazgeçin” diyorlardı. 2 bin tane Bolşevik kadın siperler arasında gezip bunları söylüyorlardı. Nitekim Ekim ayında Bolşevik İhtilâli oldu, Rus askerleri silahlarını bıraktı, komutanları öldürdüler, hepsi Moskova’ya geri döndüler. Biz o boşluktan faydalanarak Bakü’ye kadar gittik, Batum’u aldık, oraya vali bile tayin ettik. Ama n’oldu, Mondros Mütarekesi ile, Sevr Antlaşması ile, 93 Harbi sınırlarından geri çekildik, Erzurum’a kadar geri gelmek zorunda kaldık. Ondan sonra Ermeniler, 1922’ye kadar büyük katliamlar yaptı. Ama 1921-1922’de Doğuyu tekrar ele geçirdik. Bolşevik İhtilâl’i olmasaydı, bizim o toprakları tekrar ele geçirmemiz mümkün değildi. Biz onlara bir iyilik yaptık, Bolşevik İhtilâli’ni öne çektik. Onlar bir iyilik yaptılar geri çekildiler. Zaten Lenin bunun hesabını hiç verememiş. Niye 40 yıl kaldıkları yerden geri çekildiğinin hesabını verememiş. Ama askere evine dönme sözü vermişler. Asker evine dönecek; ama aslında orası da onların evi, 40 yıl orda kalmışlar. Asker bunu şöyle algılıyor; 93 Harbi sınırlarının gerisine çekiliyorlar.

Sarıkamış Harekâtı tam olarak ne zaman gündeme getirildi?

2003 yılında Erzurum Kalkınma Vakfı bir panel yaptı. O panele ben, ‘Kafkas Cephesi’nde Sağlık Hizmetleri’ isimli bir sunumla katıldım. O akşam vakfın yöneticilerinden avukat Necati Bölükbaşı ve ekibi bizi Allahuekber Dağı’na götürdü. 6 Temmuz akşamı, hepimiz yazlık spor giysilerleydik. Güneş battıktan sonra öyle bir soğuk başladı ki, inanamazsınız. Dağ 3150 metre, biz 3 bin metresindeydik, zirvede karlar vardı. 9. Kolordu kutup çadırlarında uyku tulumlarıyla uyuyordu. Ben iki tane kutubun içine girdim gece, sabaha kadar titredim. Etraf öyle kalabalık ki, 5 bin tane insan var. Televizyoncular, gazeteciler, valiler, paşalar var. Dedim ki, bu iş tamamdır, yarın bütün gazeteler, bütün televizyonlar Sarıkamış’tan bahsedecek ve herkes öğrenecek. Olmadı. İki üç tane yerli gazete terbiyesizce eleştiriler yazdı; “İnsanlar aç kaldı, cağ kebap yetmedi, adamın biri orda müzik çaldı, lay lay lom oynadılar” falan… 5 bin tane insan vardı orda. Ne yapalım yani? Hiç kimse teşekkür etmedi. Burada çok güçlü bir iletişim departmanımız var bizim, dedim ki, “Bu ne rezilliktir, ne yapmamız lazım?” Dediler ki, “Aynı olayı, aynı günde, aynı yerde yaşatmaya çalışırsanız belki insanların ilgisini çekersiniz.” 2003 yılında Ağrı Dağı’na çıktım, Nasuh Mahruki ile 3500 metrede kamp yapıyorduk. Ben ona Allahuekber Dağı’nda yaşananları anlattım. Dedi ki, “Hocam ben şehitler anısına Allahuekber yürüyüşü düzenlemek istiyorum kışın.” O sırada Necati Bölükbaşı beni aradı: “Hocam siz yöremizin sesini duyurmak adına güzel çalışmalar yapıyorsunuz” dedi. Ben de, “Yanımda değerli biri var şu an” diyerek Nasuh’un fikrinden bahsettim. “Baş üstüne” dedi Bölükbaşı. Üçümüz kışın buluştuk, Kasım ayının sonlarıydı. Bardız Gaziler Köyü’ne gittik. Yürüyüş yolu saptadık kendimize. 24 Aralık sabahı jiplerle Bardız Köyü’ne geldik, oradan Kızılçubuk’a geçtik. Buranın özelliği, son karargâh kurulan yer olması. İhsan Paşa ve Enver Paşa’nın son karargâhı kurdukları yer. Dağı 2 km çıkıyorsun, 7 kilometre iniyorsun, Sarıkamış… Onlar sadece 2 kilometre sanıyorlar, ellerinde harita yok çünkü, çıkınca bakıyorlar ki 7 kilometrelik daha yol var. Biz 250 kişi; Akut, Sarıkamış Dayanışma Grubu, Erzurum Kalkınma Vakfı ve yöreden insanlar ile yürüyüşü yaptık, şehitliğe geldik, bir tören yaptık, dağıldık. 3 tane gazetede küçük haber çıktı, beni tanıyan gece müdürleri sayesinde… İki köşe yazarı çok takdir edici yazılar yazdı beni tanıdıkları için. “Ulusal basın bu kadar ilgilendi” dedik. Ondan sonra 90. yıl anma törenleri zirve yaptı. Genelkurmay arkamızda durdu demiştik. Hatta o dönem dedikodu yapıldı; “Bingür Hoca nerden çıkardı bu işi, bu bir yenilgi, neden gündeme getiriyor, askeri yermek mi istiyor?” diye. İnsanlar çok kötü çocuklar, çok hain… Bir vali bana, “Siz neyi kutluyorsunuz kardeşim? Bu bir yenilgi, yenilgi kutlanır mı?” diye çıkıştı. Tamam, bu bir yenilgi; ama yenilgiden de alınacak dersler vardır. Biz sadece şehitlerimizi anmak istiyoruz… Bize hakaret eden valiler, yöneticiler oldu yani. Ama asker hep arkamızda durdu. Bugünkü duruma gelmemizde askerin büyük katkısı var, ama en büyük aşama iki yıl önce gerçekleşti. Anma törenlerini Kültür Bakanlığı’nın elinden Gençlik ve Spor Bakanlığı aldı, zaten hedef kitle gençlerdi. Dolayısıyla 2012 yılından sonra büyük bir sıçrama oldu. Ben inanıyorum ki, çok büyük törenler olacak. Artık kurumsallaştı, bizden çıktı. Biz bir sivil toplum kuruluşuyuz, biz başlattık, elimizden aldılar, zaten istediğimiz de buydu. Bir başka güzellik; biz dağlardaki şehitlerimizin yerlerini tespit ediyoruz. Onları Genelkurmay rapor ediyor gps ile, kaybolmasın diye. Sayısız şehitlik var o dağlarda. Orman ve Su İşleri Bakanlığı 8 tane büyük şehitliği inanılmaz şekilde imar ettiler, Çanakkale’deki şehitlikten daha güzel bir hale getirdiler. Her şehitliğin yanına mescit, wc, çeşme yaptılar. Tabiî şehitlik yapmak yetmez, yolunu da yapacaksın. Bunu da yaptılar. Özellikle Karadeniz’den insanlar geliyorlar çoğunlukla, “Bizim dedelerimiz burada şehit ordular, şehitlikler nerde, görmek istiyoruz” diye… Sarıkamışlılar bile bilmiyorlardı. Artık bulabiliyorlar. Rehberler var, yönlendirmeler var, artık insanlar gidip şehitliği görünce, dedeleriyle iftihar edecekler. Tabiî bu bir şehitlik turizmi… Bunun da dedikodusu yapıldı; “Bu adam doktor, ne işi var şehitlikle, turizm haline getirmeye çalışıyor” dediler. Turizm haline gelmesinin ne sakıncası var? Çanakkale’ye yılda 1 buçuk milyon turist gidiyor. Tâ Avustralya’dan geliyor insanlar. Mevlânâ için Konya’ya yılda 5 milyon turist gidiyor. Ne sakıncası var? Sarıkamış’a da 15 bin turist gelsin, günahı vebali benim boynuma. Ama bazı insanlar, sanki otelim, pansiyonum var da para kazanıyorum gibi muamele yapıyorlar. Sarıkamış’ta hiçbir şeyim yok. Atam, babam hepsi terk etti o diyarları. Sırf şehitlerin hatırı için, ben 25 sene sonra geri döndüm ve şehitlere hizmet ediyorum. Turizm haline gelmesinde hiçbir sıkıntı görmüyorum. Şuanda Sarıkamış’ta beş tane beş yıldızlı otel var. Biz 1993’te Sarıkamış’a gittiğimizde yemek yiyecek lokanta bulamadık. Şimdi İstanbul’daki gibi restaurantlar var, yollar pırıl pırıl. 4 bin kişinin tören yapabileceği bir tören alanı var. 2 bin metrekarelik bir müze yapılıyor. Ben görevimi tamamladım. Bu sene gidemeyeceğim; ama hiçbir üzüntüm yok. Çünkü olmasını istediğim aşamaya geldi. Ama isterim ki protokolden çağırsınlar, oturup da dağdan inenleri seyredeyim, diyeyim ki, “Ya Rabbim sana şükürler olsun…”

Ben Rus arşivlerinden çeşitli yollarla Sarıkamış ile ilgili 120 civarında film getirttim. Bunları Genelkurmay’a, harp okullarına, bütün basına verdim. Şuan internette, televizyonda karşılaştığınız Sarıkamış ile ilgili her filmi ben temin ettim ve herkese verdim.

Sarıkamış ihya oldu…

Yöreye bir farklılık, zenginlik, güzellik götürdük. Sarıkamış şehitleri o gün, bedenleriyle yapamadıklarını bugün ruhlarıyla yaptılar. O gün fethedemediler, ama bugün fethediyorlar Sarıkamış’ı. İnsanların gelmesini sağladılar. Bizim oraya refah götürmemizi, para götürmemizi sağladılar. Belediye Başkanı ile konuştum. Sarıkamış’ta 22 tane şantiye var, bir tane işsiz adam yok. Sarıkamış şehitleri ruhlarıyla ihya ettiler orayı, manevî varlıklarıyla…

Vurulması üzerine…

Sarıkamış için bir canımı vermemiştim, az daha onu da verecektim, Allah korudu. Bu hiç olması gereken bir şey değildi. Bir cinnet tabiî bu… Ama n’oldu, ocağı söndü. Kendisinin, yeğeninin ocağı söndü. İkisi de ağırlaştırılmış müebbet hapisten yargılanıyorlar. Bir insana kızabilirsin, ama bir insanı öldürmen için çok özel bir nedenin olmalı. Ailene tasallut etmiştir, namusuna dil uzatmıştır, malına, mülküne zarar vermiştir, vatanına zarar vermiştir, güçlü bir sebebi olması lâzım. Veya karşılığında bir menfaatin vardır, seni öldürürüm paranı çalarım meselâ… Gene makul bir sebep… Ama beni öldüreceksin de ne olacak? Seni yeniden belediye başkanı mı yapacaklar? Hayır. Ne derdin var o zaman! Had safhada bir cehalet ve bir cinnet anı… Vurulup yere düştükten sonra bana tekme atan yeğeni arkeoloji bölümü öğrencisi, 22 yaşında, okuldan atıldı. En az 17 yıl hapis alır. Kurşun atan da en az 15 yıl yer. Bu olayın Sarıkamış’a büyük bir zararı oldu. Bütün turistik yatırım durdu. Sarıkamış deyince, “Bingür Hocanın vurulduğu yer değil mi?” diyorlar. Yöre ciddi bir darbe aldı. Unutulur ama inşallah.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*