Resmî tarih ne kadar gerçek?

Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu ile 1. Dünya Şavaşı üzerine konuştuk.

Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Program Direktörü Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Siyaset Bilimi ve Ekonomi lisans derecesi ile Siyaset Bilimi Doktorası’nı İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı.
Son dönem Osmanlı politika ve diplomasi tarihi ile Türk siyaset hayatı konularında Türkiye’de ve Columbia, Wisconsin, Michigan ve Chicago Üniversiteleri’nde dersler veren ve seminerler yöneten Prof. Hanioğlu, Ahmet Ertegün Vakfı Başkanlığı, Yakın Doğu Çalışmaları Program ve Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. Prof. Hanioğlu geç Osmanlı dönemi tarihi alanında dünyanın en önde gelen otoritelerinden olmasının yanı sıra, 19. yüzyıl entelektüel tarihinin de en önemli kaynakları olan yapıt ve makalelerin de sahibidir. 2010’da TÜBİTAK Özel Ödülü’nü alan Prof. Hanioğlu, geçtiğimiz yıl Türk tarihini evrensel boyuta taşıması dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmüştü. Prof. Hanioğlu, Şubat 2013’ten bu yana Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesidir.

 

100. Yılında Birinci Dünya Savaşını nasıl algılamalıyız? İnsanlık tarihi için önemi nedir?

Sonradan 1. Dünya Savaşı adını alan gelişme, gerçekleştiği dönemde “Büyük Savaş” olarak nitelendirilmişti. Bu, insanlık tarihinin o güne kadar gördüğü en büyük çatışmaydı. Savaş nedeniyle ortaya çıkan kayıplar inanılmaz boyutlara varmıştı ve bunun yanı sıra büyük bir yıkım yaşanmıştı. Bunların da ötesinde 1. Dünya Savaşı, oluşturduğu yeni düzen ile yeni bir global çatışmanın tohumlarını ekmişti. Dolayısıyla bu savaş günümüzü de şekillendiren büyük bir kırılma noktasıdır. Bu çatışmanın ardından yeniden biçimlendirilen, sınırları çizilen Ortadoğu’da söz konusu etkiyi hissedebilmek çok daha kolaydır.

Savaş hangi dengelerin sonucunda ortaya çıktı? Kaçınılmaz bir durum muydu?

Bu konuda farklı görüşler vardır. Marksist yaklaşımdan etkilenen tarihçiler uzun süre global kapitalist sistem ve Batı emperyalizminin iç çatışmalarının böylesi bir savaşı kaçınılmaz kıldığını savunmuşlar ve bu yaklaşım genel kabul görmüştür. Buna karşılık günümüzde pek çok tarihçinin benimsediği yaklaşım, 1914 krizinin, 1908 Bosna-Hersek ve 1911 Agadir krizleri gibi (bunlara diplomatik tarihçiler 1. Dünya Savaşı’nın birinci ve ikinci provası adını vermektedir) geçiştirilebileceği yolundadır. Aynı tarihçiler Almanya ve Britanya arasındaki yanlış anlamaların da krizin savaşa dönüşmesinde önemli rol oynadığını düşünmektedirler. Gerçekten de krizin son aşamalarında böylesi bir durumun olduğu ortadadır. Nitekim Neville Chamberlain, 2. Dünya Savaşı başlamadan hemen önce Adolf Hitler’e bir mektup yazarak, 1. Dünya Savaşı’nın iki tarafın birbirinin yaklaşımlarını anlayamaması nedeniyle çıktığı yolunda tezler olduğunu, bu sefer böylesi bir duruma mahal vermemek için Britanya’nın kararlılığını belirtmek istediğini dile getirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin savaşa girmemesi mümkün değil miydi? Dönemin Sadrazamı Said Halim Paşa’nın savaşa girmede isteksiz olduğunu biliyoruz.

Osmanlı Devleti’nin savaşa girmemesi mümkündü. Temmuz Krizi’nden istifade eden Osmanlı Devleti bunun bir büyük devlet ile ittifak anlaşması imzalamak için (bu 1908 sonrasında Osmanlı dış siyasetinin temel hedefi haline gelmişti) büyük bir imkân olduğunu düşünmüştü. Bunun neticesinde imzalanan 2 Ağustos Osmanlı-Alman ittifak anlaşması tarafsızlığın sürdürülmesini biraz daha zorlaştırmıştı. Buna rağmen Osmanlı Devleti’nin savaşa girmemesi mümkündü; böyle bir zorunluluğu yoktu. Burada önemli olan söz konusu ittifakın dengesizliğiydi. Büyük ortak Almanya’nın baskısına küçük ortak Osmanlı Devleti’nin dayanması zordu. Bununla beraber, Osmanlı Devleti’nin yöneticileri ile İttihad ve Terakki erkânı bu konuda bir uzlaşmaya varabilselerdi, bu baskıya direnilebilirdi.

Osmanlı Devletinin savaşı kazandığı ancak müttefikleri kaybettiği için yenik sayıldığı tezi hakkında ne dersiniz?

Bu, resmî tarihin anlamsızlık rekoru kıran tezlerinden birisidir. Osmanlı orduları savaşın ilk iki yılında müdafaada bulundukları iki cephede başarı kazanmışlardır. Çanakkale’de pâyitahtı hedef alan deniz ve kara saldırıları durdurulmuş, Kutü’l-Amare’de ise ilerleyen İngiliz birlikleri kuşatılarak esir alınmıştır. Bunlar önemli başarılardır. Ancak Sarıkamış yenilgisi sonrasında çöken Doğu cephesinin yanı sıra savaşın ilerleyen dönemlerinde Filistin ve Irak cepheleri yarılmış, büyük şehirler ardı ardına İngiliz orduları ve Arap isyancı birliklerine teslim olmuştur. 1917 Bolşevik Devrimi sonrasında Osmanlı Doğu cephesindeki durumun değişmesi ve Osmanlı ordularının Kafkasya’daki ilerleyişini bir kenara bırakırsak, Osmanlı cepheleri 1918 yılında dağılmış durumdaydı. Bu yorum yapılırken bir hususun unutulmaması gerekir. 1. Dünya Savaşı, son tahlilde, Batı Cephesi’nde neticelenecekti. Almanlar Paris’i ele geçirirlerse savaş merkezî devletlerin zaferiyle sonuçlanacaktı. Bu nedenle Osmanlı cephelerindeki gelişmelerin savaşın nihaî neticesine etkisi talî idi. Dolayısıyla Kaiserschlacht adı verilen 1918 Alman Bahar Taarruzu’nun bitişine kadar zafer ümidi sürmüştü. Eğer bu taarruz zaferle bitseydi, resmî tarihin savunduğunun tersine biz “kaybettiğimiz savaşı müttefiklerimiz kazandığı için” başarı ile sonuçlandırmış olacaktık.

İttihat ve Terakki Partisi yöneticilerinin Ermenileri tamamen temizleme yönündeki eğilimleri var mıydı?

1915’ten evvel hazırlanan detaylı katliam planları var mıydı diye soruyorsanız, böylesi çalışmalar yoktu. Ama bu 1915 tehcirinin kitlesel katliamlar doğurmadığı anlamına gelmez.

Ermeni tehciri gerçekten gerekli miydi? Osmanlı tehcir yapmadan güvenliğini sağlayamaz mıydı?

Tehcir, güvenlik amacıyla savaş bölgesinde başlatılmasına karşın, bu bölgenin dışındaki Ermeni nüfusa da uygulanmıştır. Neticede bir milyona yakın, “sivil” bir nüfusun çok ağır koşullar altında, yeteri kadar korunmadan ve pek çok bölgede kitlesel katliamlara uğratılarak Suriye’ye gönderilmesi işlemi başlatılmıştır. Bu nedenle tehcir yalnızca “güvenlik” bağlamında ele alınamaz. Ama kapsamı nedeniyle onu bu bağlamda dahi savunmak mümkün değildir.

Tehcirde Almanların etkisi hakkında düşünceleriniz nedir? Bildiğiniz gibi Almanlar müttefikimizdi. Talat Paşa’yı etkilemiş olabilirler mi?

Almanların bu konuda doğrudan etkisi olduğunu söylemek abartılı olur. Belgelere bakıldığında Almanların “göz yumma,” “karışmama” siyasetini benimsediğini belirtmek mümkündür. Bu arada Almanların bazı bölgelerde tehcirin engellenmesinde etkili oldukları belirtilmelidir. Örneğin, Liman von Sanders İzmir bölgesindeki Ermenilerin tehcire tabi tutulmamalarında etkili olmuştur. Ama bu etkinin sınırlı olduğu belirtilmelidir. Bir kıyaslama yaparsak, Almanlar Ahmed Cemal Paşa’nın Yahudilere yönelik girişimlerine daha sert müdahalelerde bulunmuşlar ve bunları büyük çapta durdurmuşlardır. Son tahlilde tehcirin sorumlusu Osmanlı idarecileri ile İttihad ve Terakki liderleridir.

Savaşın Türkiye’nin şekillenmesinde etkisi nedir?

Bu savaş, günümüz Türkiye’sini doğuran temel gelişmedir. Sadece Türkiye değil tüm Ortadoğu bu savaş sonrasında şekillenmiştir. Aslında İstiklâl Harbi, 1. Dünya Savaşı sonrasında kurulmaya çalışılan düzenin ne kadar kırılgan olduğunu ve yeni çatışmaların tohumlarını ektiğini ortaya koymuştu. Maalesef bu yeteri kadar dikkate alınmadı.

Eklemek istediğiniz önemli hususlar var mı?

1. Dünya Savaşı’na yaklaşım konusunda bir dizi yanlış anlamanın düzeltilmesinin gerekli olduğunun altını çizmek isterim.
İlk olarak, Temmuz krizi sonrasında Alman-Osmanlı ittifakı için istekli olan, talepte bulunan Osmanlı yöneticileri olmuştur. Almanlar tarafından kandırılarak savaşa sokulduğumuz tezi doğru değildir. İkinci olarak, savaş Osmanlı paylaşımı için yapılmamıştır. Bu nedenle zor da olsa Osmanlı’nın savaş dışında kalabilmesi mümkündü. Üçüncü olarak, biz kaybettiğimiz bir savaşı “müttefiklerimiz kazandığı için” başarı ile neticelendirebilirdik. Ama bu mümkün olmamıştır. Son olarak ise 1. Dünya Savaşı günümüz Ortadoğu’sunun sorunlarının temelini atmıştır. Bunu savunmak Neo-Osmanlıcılık değildir.

1 Yorum

  1. Osmanlı Devletinin (1. dünya) savaşını kazandığı ancak müttefikleri kaybettiği için yenik sayıldığı tezini kim söylemiş, hangi “resmi tarih” kitabında yer almış. Çok merak ettim.

Tayfun Ceyhan için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*