Üç kelime

Sübhânallah – Elhamdülillâh – Allahuekber

Yaşadığımız hayatın her ânı önemli…

Alıp verdiğimiz her nefes, birbirinden mukaddes.
Hepsinden önemlisi de namazın sonundaki tesbihler: “Sübhânallah – Elhamdülillâh – Allahuekber”ler…

Üstadımızın tabiriyle:
“Namazdan sonraki tesbihatlar, Tarikat-ı Muhammediye’dir (asm) ve Velâyet-i Ahmediye’nin (asm) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikatı böyle inkişâf etti: Nasıl ki, Risalete inkılâb eden Velâyet-i Ahmediye (asm) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de, o Velâyetin tarîkatı ve o Velâyet-i Kübrâ’nın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sâir tarikatların ve evradların fevkindedir.”
(Kastamonu Lâhikası, 103)

Aynı hakikate Dokuzuncu Söz’de de şöyle işaret ediliyor:
“Namazın mânası, Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yâni, Celâline karşı kavlen ve fiîlen ‘Sübhânallah’ deyip takdîs etmek. Hem, kemâline karşı, lâfzan ve amelen ‘Allahuekber’ deyip tâzim etmek. Hem, Cemâline karşı, kalben ve lisânen ve bedenen ‘Elhamdülillâh’ deyip şükretmektir. Demek Tesbih ve Tekbir ve Hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânasını te’kid ve takviye için şu Kelimât-ı Mübâreke, otuz üç defa tekrar edilir. Namazın mânası, şu mücmel hulâsalarla te’kid edilir.” (Sözler, 37)
Ruhumuzun sükûneti ve nefsimizin terbiyesi için en doğru yol, Habib-i Ekrem’in (asm) gösterdiği yoldur…
O öyle bir yoldur ki; onun dışında kalan hiçbir yolda, hiçbir nur yoktur.

Hayatın tadı, hayatımıza kattığımız bu kelimelerde gizlidir…
Çünkü O’ndan gelen her şey tatlıdır ve güzeldir.
Hayatımızı gerçek anlamda güzelleştirmenin yolu, güzellik salonlarından değil, o Güzeller Güzeli’nin (asm) yolunu izlemekten geçer.
Evet, rahmetli Selahaddin Şimşek kardeşimizi de bir özdeyişiyle bu vesileyle yâd edelim:
“Göklere giden yolu bulmak isteyenler, Allah’ın elçisinin yerdeki ayak izlerini takip etsin.”
Emre itaatte huzur vardır. Bu huzurun şahidi de vicdanımızdır.
Said bin Cübeyr;
“Allah’a itaat edip emirlerini yerine getiren, O’nu zikrediyor demektir” diyor.
Bir gün bir Allah dostuna sorarlar:
“Namazdan sonra tesbih çekerken neden önce ‘Sübhânallah’, sonra ‘Elhamdülillah’ ve en sonra da ‘Allahuekber’ deniliyor. Bunun hikmeti nedir?”
Şu cevabı verir:
“İnsanlar kalplerini Allah’tan başka olan sevgilerden temizlemedikçe, Allah’ın nimetlerine şükredemezler. Allah’ın nimetlerine şükretmeden de onun azâmet ve büyüklüğünü anlayamazlar.
“İşte önce “Sübhanallah” denilerek kalp, Allah’tan gayrısından temizlenir. Şükre hazır hâle getirilir. Daha sonra “Elhamdülillah” denilerek, verilen sonsuz nimetlere karşı, şükür vecîbesi yerine getirilir. Daha sonra da Allah’ın büyüklük ve azametini ifade ve ilân makamında “Allahüekber” denilir…”

***
Bir ders esnasında Alaaddin Başar Ağabey güzel bir örnek vermişti:
Selimiye ile Süleymaniye’nin aklı olsa, kol kola gezip şöyle derlerdi:
“Bizim ikimizi de yapan usta birdir. Mimar Sinan’dır” diye, mimarlarıyla, sanatkârlarıyla iftihar ederlerdi.
Yan yana duran iki insan da bu sözü söyleyebilir:
“Biz de kâinatın sahibi olan Allah’ın sanatıyız, O’nun eseriyiz. Hem de biricik, şâh eseriyiz.”

İnsan Yaratanıyla, Sahibiyle övünmeli. Böyle güzel bir yaratılışa sahip olduğu için hamd etmelidir. Rabbini tesbih ve tazim etmelidir, her daim düşünüp hatırladıkça… Hamdini, şükür ve ibadetle taçlandırmalıdır. İnsan bunun için yaratılmıştır.
Taşa çekiçle vurduğumuzda parçalanıyor, ama taşın gözünden bir damla yaş akmıyor. Ne bir acı hissediyor, ne onu kırıp parçaladığımıza üzülüyor. Ağaca ise, bir çizik atar atmaz; hemen içindeki öz suyunu dışarıya veriyor. Attığınız çizik orada bir iz bırakıyor. Sonra bir canlının ya da bir hayvanın kaba etine, vücudunun herhangi bir yerine incecik bir iğneyle dokunduğunuzda, can havliyle kaçıp, sizden uzaklaşıyor. Oysa aynı hayvanın gözünün önünde kendi cinsinden yüzlercesi kesilse, pek umurunda bile olmuyor.

Şimdi bir de, kendimize dönüp bakalım. Sevdiğimiz bir insanın küçücük bir derdi bile olsa ne kadar da meşgul ediyor bizi. Bazen günlerce. Onun üzüntüsü bize de yansıyor. Hissiz ve ilgisiz kalamıyoruz. Evet, hayattan nasibi ya da hissesi arttıkça her canlının hayat içindeki olaylara karşı tepkisi de farklılaşıyor.

Bir insan ıssız bir çölde yolunu kaybedip yorgun düşse ve uykuya dalsa, uyandığında da ihtiyacı olan her şeyi yanında hazır bulsa, bu nimetleri hazırlayıp önüne koyanın kim olduğunu hiç düşünmeden hemen onları yemeğe başlasa, ne kadar büyük bir nankörlük eder. Çünkü o nimetleri önüne koyan kim, önce onu bilmeli ve onu düşünmelidir insan.

Dünyaya gelen her insan da çöldeki bu adam gibidir. O da dünyaya gelip gözünü açtığında her şeyi önünde hazır bulmuştur. Güneşten, aydan, yıldızdan, bahardan, ağaçtan meyveye kadar ne varsa hepsini önünde hazır bulmuştur. Bir ömür boyu bu nimetlerden faydalandığı halde; bunları kimin verdiğini ve gönderdiğini düşünmeyen insan da aynı haldedir. Aynı gaflet ve nankörlük içindedir.
Evet, insan düşüncesiyle insandır, inancıyla insandır. Zikir, şükür ve fikir insanı insan yapar. Diğer varlıklardan ayırır. Kâinatın Rabbine muhatap eder.

Evet, “Yarın başımıza ne gelecek?” diye merak ediyorsak, bugün ne yapıp ne yaşadığımıza şöyle bir bakmamız gerek.
Hayat, şükürle, fikirle ve zikirle güzel.
Hayat niyetle güzel.
Hayat tövbeyle güzel.
Niyetler, amelle güzel.
İnandığını yapmakla ve yaşamakla güzel.
Hayat, Rabbimizin en güzel tecellisi olan hayat… İmanla güzel.
Hayat, Allah’la (cc) güzel.

***
Bediüzzaman Hazretlerinden lâtif bir hatıra:
“Top ne işe yarar?”
Ceylan Çalışkan’ın amcasının oğlu Zeki Çalışkan, Ceylan Çalışkan’ın üvey kardeşi Sadık Çalışkan ile reyahin çiçekleri toplamış. Keçili köyü civarında Üstad’a götürmek, hem de orada top oynamak için. Üstad faytonda, Ceylan Çalışkan ise arabanın atını sürmekte iken, yol kenarında giden kardeşini ve amcaoğlunu görmüş.
Arabayı durdurarak iki çocuğu da arabaya almışlar. Çocuklar utanıp topu arkalarına saklamak istemişler. Bu esnada Üstad; “Bu nedir?” diye topu sormuş.

Zeki Çalışkan utanıp cevap verememiş. Sadece ve sessizce suçluluk psikolojisi içinde “Top” diyebilmiş. Üstad ise; “Bu ne işe yarar?” deyince, Zeki Çalışkan daha da utanmış. Yine Ceylan Çalışkan imdada yetişip, topu tarif etmeye başlamış; “Üstadım bu topu atarlar, tekrar yakalamak için peşinden koşarlar” deyince.
Üstad Hazretleri:
“Fesübhanallah” deyip, tebessümle karşılamış.
(N. Şahiner, Son şahitler, cilt: 2, s:411)

***
Son sözümüz Hazret-i Peygamber’in (asm) duâsı olsun:
“Allah’ım! Kalbimde bir nur kıl! Kulağımda bir nur kıl! Gözümde bir nur kıl! Sağımda, solumda, ön ve arka tarafımda benim için bir nur kıl! Nurumu arttır, nurumu arttır.” (Müslim, Müsâfirîn, 191-199; Buhârî, Edebü’l– Müfred, 696)
Âmin, Âmin, Âmin.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*