İstanbul

“İstanbul’da, Boğaziçi’nde bir fakir Orhan Veli’yim.”

İstanbul’da olacaksın, hem de Boğaziçi’nde, bir de fakirlikten dem vuracaksın! İstanbul’da olmak bir kere zenginliğin tâ kendisi.

İstanbul beni zenginleştiriyor. Size bir şey diyeyim mi: İstanbul’da paralı da, parasız da olsam; yaralı da, şifalı da olsam; beni sarıp sarmalıyor bu şehir. Yaralarımı unutturuyor ha!

Geçenlerde sabaha kadar İstanbul oldum. İstanbul’a karıştım yani. İstanbul beni sardı, ben İstanbul’u… Öyle ki, kırmızı ışıkta uyuyup kalmışım bir ara; iyi mi?

Sabah, İstanbul, uykusuzluk…
Kocaman İstanbul beni uyutmamış sabaha kadar. Büyütmüş.

Göz göze geldik İstanbul’la. Boğaz boğaza… Yıllardır ben İstanbul’la boğaz boğazayım. İstanbul beni seviyor. O yüzden belki de terk etmiyormuş bu Boğaz manzaraları beni; eve gelenler öyle söylüyor.  Birinci Köprü’den sonra İkinci Köprü’yü seyreden bir eve taşındık. Kıskanmayın; kiralık!

Her sabah ben, İstanbul’a yeniden uyanıyorum. “Alışmıyor musun” diyorlar İstanbul’a. İstanbul’a alışılmaz ki! Hep yeni bir şehir burası!
İstanbul bir hayal, bir masal… Yok, yok; İstanbul’un %70’i gitmiş aslında! Azıcık bir İstanbul kalmış bize. Kalanı bile bu kadar İstanbul’sa; ahh! “Eski İstanbul” demek de istemiyorum. Ahlanıp vahlanmayı da sevmem aslında. “Her şey dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lâzım” diyor Mevlana.

Aslında, artık hep yeni şeyler yaşamamız gerekiyor, çünkü İstanbul kendini hep tazeliyor. Ne kadar eskitsek de İstanbul tazeleniyor. Eski yapılarında ben, hep bir yenilik görüyorum. Meselâ, Yeni Cami derler. Eskimez bir türlü değil mi? İstanbul’un orta yerinde…

“İstanbul’un orta yeri sinema” diyor Orhan Veli. İstanbul’un orta yeri camiler, kubbeler… Neden sinema? İstanbul’un orta yerinin sinema olmasına gerek yok ki. Her an değişen bir İstanbul ile karşı karşıyayız. Perdeleri, renkleri, hevesleri, değişen bir İstanbul… Hangisini yakalayacaksın.

İstanbul’a bakınca İstanbul olmuyorsan; İstanbul’u bir an önce terk et!
“Taşı toprağı altın” dediğimiz İstanbul’u sadece para kazanmak için kullanmak var ya; İstanbul’un kullanılıyor olması var ya; insanı çılgına çeviriyor.

44Fotoğraf: Fatih Akkuş

 

İstanbul’un her yeri İstanbul…
Bozsanız da, silüetine betonlar karıştırsanız da, İstanbul; İstanbul olmayı kıyamete kadar sürdürecek. Göreceksiniz; İstanbul hep İstanbul kalacak. İstanbul’u sevmeyenler kahrolacak. İstanbul; müjdeli şehir çünkü. İstanbul deyip duruyorum; bakın! Aslında akşama kadar İstanbul, İstanbul, İstanbul desem yorulmam. Çünkü minarelerinden sonsuz sesler yayılırken dalgalanan bu şehirden bir ruh iner gibidir gönlünüze. O seslerle sabah ezanlarında suskun bir çığlık olursunuz. Bir öğle vakti, kalabalıklardan sıyrılırsınız.

İkindileyin yaşlanıp sonbahar mı olursunuz? Akşam? Gurbet bir köşe misiniz? İşte yatsı! İşte Karacaahmet sükûneti ruhunuz.
İstanbul deyince ne geliyor aklıma; biliyor musunuz? İstanbul… geliyor!  İstanbul’u anlatmak için İstanbul demek yeterli değil mi? İstanbul beter bir şehir değil; yeter bir şehir…  Hayreti çok bir şehir… Hayretlerin gayrete döndüğü, resmolduğu, beste olduğu… İstanbul’un ne olduğunu soruyorsanız bana;  İstanbul, insan gibi sizinle konuşur. Cahil ile cahil olur. Çocuk ile çocuk… Âlim ile âlim olur.

Aslında bir gün İstanbul ellerimden tutsa beni alsa, bütün sokaklarını dolandırsa… Dolaştırsa diyecektim; dilim dolandı.
İstanbul yolsuz kalmış birisi değil ki, beni dolandırsın. İstanbul beni dolaştırır. Yok, yok; ne dolandırır ne dolaştırır. İstanbul beni kendisine karıştırır; bulaştırmaz bile. Aslında İstanbul bir kokucuğunu verir her dem. Çok da kıskançtır ha! Aman bir yerlerime bir şeyler olur diye kendini hemen ele vermez İstanbul.
Dost/um/san… İstanbul kadar güzelsin, İstanbul kadar eski, İstanbul kadar yenisin.

İstanbul eski şehir… İstanbul yeni şehir… İstanbul hep şehir…
İstanbul şehir değil; devlet. Devlet ne demek; “saadet” demek… İstanbul; devletlü şehir… İstanbul saadet… Seni çağırıyorum bir gün İstanbul’a. İstanbul’a çağırıyorum, deyince; vapurlarına çağırıyorum. O eski zaman vapurlarına… Hâlâ duruyor onlardan.

Var, var; kaldı nasılsa! Gerçi eskiyi bir yük gibi görenler az değil.
Biliyorsun, martıları! Unutmayasın; onlara simit ekmek atıyorsun ve öyle ötüşe çığrışa geliyorlar ki… Martıların telâşesini bilirsiniz. İşte İstanbul, telâşesinden martılara; martılar telâşesinden İstanbul’a veriyor.
Bana İstanbul’u soruyorsun; değil mi? Tarif edeyim mi? Kitaplardaki gibi mi olsun? Yoksa keyfince bir sözlük mü? Keyfince olsun; değil mi?  İstanbul dendi mi aklıma neler gelir; biliyor musunuz?
Martı sesi… Vapur sesi… Ezan sesi…
Bu üçünün duyulduğu yerler bana “İstanbul” oluyor veya İstanbul’u hatırlatıyor.

Bir sır daha vereyim size. {Aslında bu sır bende kalsa iyi olurdu!} Mademki bu sırrı söylemem için musır davranıyorsunuz; söyleyeyim:
İstanbul’u “İstanbul” yapan bir silüeti var. İşte, Birinci Boğaz Köprüsü’nden geçerken, Anadolu’dan gelirken, kalbinize taraf dönün, şöyle bir bakın: Sultan Ahmed, Aysofya, Beyazıt, Fatih, Yavuz Selim, Süleymaniye, Şehzadebaşı’nın minareleri, kubbeleri bir silüet oluşturmuş; Topkapı Sarayı’yla beraber.

Ve Sarayburnu… İstanbul’un en ‘havalı’ yeri; her anlamda en havalı yeri… Rüzgârların orada hep aşklaştığı bir yer… Saltanatın yüzyıllarca devam ettiği ve hâlâ neden orada oturulup da oradan dünya idare edilmez; ona da şaşarım. Neyse, işte sırlarımdan bir tanesi İstanbul’un silüeti…

İstanbul’a bir gece çıkın, İstanbul’a bir sabah çıkın. İstanbul koşarak gelecek size. İstanbul’u daha çok konuşacağız, şimdilik bu kadar yeter mi? İstanbul, yetmez, diyor; beni anlat anlat bitmez, diyor. Ama İstanbul’u anlatmak için “İstanbul” demek yeter desem; bu sefer İstanbul’u bilmeyenler “anlat anlat” diyecekler. Ben nesini anlatayım İstanbul’un. Bir başlayınca arkası öyle bir geliyor ki…

Konuşacağız. Ah İstanbul merak etme; seninleyim.

Giderken beni karanlığa terk etme; o kelimeyi söyle: Allah’a ısmarladık…

 

(Hafta içi her gün saat 18:00’da İstanbul Bizim Radyo’da yayınlanan “Keyfince Lügât” programından deşifre edilmiştir.)

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*