Nedir ki özgürlük?

Özgürlükle başlayıp otoriteye geçmek istiyorum aslında.
Çünkü her şey zıddıyla bilinir kaidesince, özgürlükse anlamak istediğimiz; otorite olarak neyi nitelendirdiğimize bir bakmak gerek. Aslında bir o kadar da bütünleştiğimiz bir kavram olmasına rağmen, otorite, neden bize itici, katlanılmaz veya hep karşı çıkılan gelir? Otorite hem bu kadar hayatımızın içinde olup, hem de nasıl bu kadar istemediğimiz, rahatsızlık duyduğumuz bir şey olabiliyor?

Otorite; İnsanlara dışarıdan uygulanan her türlü duygusal, davranışsal ve bilişsel gönderidir. Farkında olsak da, olmasak da otoriteyle hayatımızın hemen her alanında. Alarmımız, “uyanmalısın, kalkmalısın” diye her sabah uyarıyor, zorluyor bizi. Ardından okula veya iş yerine gidiyoruz; öğretmen veya patronla karşı karşıya geliyoruz. Öğretmen daha sınıfa girer girmez susturuyor, “Sessizlik!” nidasıyla… Artık onların belirlediği vakitlerde su içebiliyor, yemek yiyebiliyor ve konuşabiliyoruz.

İnsan hayatının her anı bunlarla dolu. Başkasının belirlediği zamanlarda, başkasının istediğine göre hayatımızı düzenlemek, aslında olağanımız haline gelmiş. Hiçbir şeyin otoritesine girmek istemeyenlerimiz bile, “sosyal medya”nın esiri olmuş durumda. Bunlardan arta kalan vakitte konuşuyor, arkadaşlarıyla geziyor ya da kendine vakit ayırıyor. Özgür olmak derken neyin/kimin tutsaklığına düştüğümüze, kime/neye karşı hangi duygularla itaat edip etmediğimize bir bakmak gerekiyor belki de. Bu durum, bize ne kadar tahammül edilemez gelse de yaratılış bunun üzerine ki, bu denli hayatımızın içinde yer alıyor.

Yaradan, fıtratımızı bununla birlikte programlamış. Ene denilen benlik duygusunu fıtratımıza yerleştirmiş; bir ölçücük, ince belirsiz bir elif gibi. O’nu ve sanatını (kendimizi) en iyi şekilde anlayabilelim diye…
Bizdeki bu serbestiyet ve hâkimiyet duygusuna karşı, Cenab-ı Hakk’ın Hâkim isminin tecellisini anlayabilmek adına çalıştırmalı bu mizanı. Fiillerimizde, kullandığımız kelimelerde, hayatımızın her anında farkında olarak yaşamak için harekete geçirmeli eneyi.
Bu kıyas aracının ehemmiyetini idrak edip ona göre yönlendirmeli hayatımızı…

İşte o zaman gerçek özgürlükten bahsedebiliriz.
Bediüzzaman Said Nursî bunu, “İnsanlar hür oldular, fakat yine abdullahtırlar” sözüyle tam manasıyla idrakimize yakınlaştırmış. Asıl hürriyetin Cenab-ı Hakk’a kul olmakla gerçekleşeceğini ifade eden Nursî, özgürlük diye nitelendirdiğimiz kavramın başka şeylerin tutsaklığı olduğunu, bu tutsaklığın ise yukarıda saydığımız ve farkında olmadığımız şekilde gerçekleşen cazibedar ahir zaman halleri olduğunu anlatır eserlerinde.

Cenab-ı Hak eneyi yerleştirmiş bizlere; bir vahidi-i kıyasi, ince belirsiz bir elif gibi… Bir ölçücük olarak koymuş kendimizi, duygularımızı ve hatta kimin istediği şekilde yaşadığımızı en iyi şekilde anlayabilelim diye.

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*