Başını örtmek meselesi

28 Şubat gibi kara bir leke var Türkiye tarihinde… Bir utanç sebebi… Kimimiz bizzat yaşadı, kimimiz sonuna denk geldi, kimimiz ise verilen mücadele neticesinde hiç hissetmedi o acıyı…

Dönemin mağdurları pek çok şey yaşadı, kelimelerin anlatmakta yetersiz kalacağı… Başını açmama noktasında ciddiyetle direnenler, hakkın hatırını âlî tutanlar yüz akı oldular. Çeşitli baskılar ile açmak zorunda kalanlar ise, şüphesiz gönüllü yapmadılar bunu. Ama direnenlerin, mücadele edenlerin davasını yaraladılar, istemeyerek de olsa. Elbet bu kişisel bir tercihti, ama etkileri sadece kişiyle sınırlı kalmadı.

Şimdilerde şükür sebebi başörtüsü ile okuyabilmek, çalışabilmek, ‘kamusal alan’da yer almak… Artık her şey iyi güzel, tamam da; tek meselemiz bu muydu? diye sormak vakti şimdilerde… Başörtü serbestiyeti beklenen bir şeydi, ama başı örtülünün serbestiyetini kimse beklemiyordu. Müsebbipleri bile hâyâl edememiştir gelinen noktayı. Dileriz, “28 Şubat bin yıl sürecek” iddiasını çürütecek bir şahlanışla, İslâm gençliği fecr-i atîye ulaşır…

Söyleyecek çok şey var belki; ama sözü dönemin mağdurlarına bırakıyoruz. Yaşananları ve gelinen noktayı onlardan dinleyelim…

 

100

28 Şubat döneminde neler yaşadınız? Yaşadıklarınızdan, verdiğiniz mücadeleden sonra, başörtüsü ve dindarlık noktasında gelinen nokta
sizce nedir?

“O günkü utancımı hiç unutamam”

Kelimeler yetmez o günleri anlatmaya. Tesettürü bırakmadan, yasaları ihlal ettiğimizi bilerek 1997 yılında göreve başladık. Başladık başlamasına, ama hem kendimizi, hem de çalışma ortamındakileri rahatsız ettik. Huzursuz bakışlar, “Başörtülü öğretmen mi olurmuş?” diyenler… Okuldaki konumumuz öğretmen ile hizmetli arası bir şeydi. Asla öğretmenden sayılmadık. Kısa sürede atılacağımız bilindiğinden uzun vadeli görevler verilmedi. Hangi birini anlatacağımı bilemediğim çok şey yaşadık.

“Hiç unutmuyorum; 23 Nisan 1998 Çocuk Bayramı dolayısıyla belediye binasında tören yapılıyordu. Bütün sınıf öğretmenleri sınıfları ile birlikte törenin yapılacağı yere doğru gittik. Tören için yerlerimizi aldık, ama başlayamıyoruz. Ortama anlayamadığım, ama tahmin edebildiğim bir huzursuzluk hâkimdi. Belediye Başkanı’nın olduğu yerden gürültüler geliyordu. Meğer Başkan Bey, Müdür Bey’e “Ya o kadın bu binadan gider, ya ben!” diye bağırıyormuş. Başörtülü bir öğretmenin olduğu yerde 23 Nisan kutlanamazmış. İstiklal Marşı okunurken başımdakini çıkarmam gerekirmiş. Müdür Bey sınıfımı orada bırakıp, okula geri dönmem gerektiğini çok sert bir dille ifade etti. Çocukların gözü önünde epey azar işitmiştim. O günkü utancımı hiç unutamam.

Daha sonra atılmaya kadar giden bir süreç yaşadım. Çalıştığım beldenin meyhanesini işleten, aynı zamanda okul aile birliği başkanı olan kişi tarafından bile denetlendim. Atılmamı çabuklaştırmak için Ankara’dan özel emirle müfettiş atandı. Müfettiş bana soruyor, “Derse başörtülü mü giriyorsun?”, ben “evet” diyorum. “Başörtüsüz, bir erkek velinin karşısına çıkmaz mısın?”, ben yine “evet” diyorum. Müfettiş benim atılmama sebep olan raporu doldururken gerekçe olarak şunları yazıyor:

“Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı davrandığından, hiçbir erkek veliyi görüşmeye kabul etmediğinden…”

Eylül 2013 tarihinde başörtüsünden dolayı meslekten atılan memurlara af geldi. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. 15 yıldan sonra nasıl tekrar başlardım. Veliler başörtülü öğretmene alışık değil, beni nasıl karşılarlar? Bu gibi sorularla göreve başladım. Allah bana çok güzel bir okul, çok anlayışlı, sanki beni dört gözle bekleyen veliler verdi. İnsanlar başörtülü öğretmenlere o kadar hazırmış ki, bizleri severek bağrına bastı. Aftan sonra üçüncü yılımı doldurmak üzereyim. Allah bulunduğumuz yerleri hizmet mekânı etsin.

Yasemin Bilge


102

“Cahil, ama özgür(!) bir toplum olduk”

 O dönemlerde tesettür için verilen mücadelelerde Rabbimin rızası vardı ve başörtüsü hakikaten Müslüman kadının kimliğini, karakterini simgeliyordu. Ancak bugünlere baktığımızda tesettürden çok, sadece başörtüsü adı altında moda unsuru olup ne için taktığımız konusunda cahilleşmiş bir toplum olduk. Başörtüsünün asıl amacı dikkat çekmemek iken, bugün ‘moda uygunluğu, zarafet’ adı altında açıklardan daha fazla dikkat çeker olduk.

Yani bence gelinen noktada o zamanların zorluklarına göğüs geren bilinçli toplum yerine, bugünün rahatlığında neyi, ne için yaptığını bilmeyen cahil, ama özgür bir toplum olduk. Ben şahsen o günlerde yasadığım maneviyat eksikliğini çok yoğun hissettiğimi söyleyebilirim. Rabbim samimi kullardan olmamızı nasip etsin. Ayrıca okullarda arama korkusu nedeniyle, dinî kitapları gizli saklı başka kitapların arasında büyük bir hevesle okurken, şuan ibadetlerimi çalıştığım iş yerinde dahi çok rahat yapabilme imkânım olmasına şükrettiğimi söylemek isterim.

Fatma Çitil Tıraş


 

“Sanal bir rahatlama var”

 Ben çok mağdur olmadım. Bu konuda iyi bir aday sayılmam belki de.

Şöyle ki, şehir merkezinde çalışıyordum, bu şekilde çalışamayacağım söylendi. Gözden ırak bir yeri tercih ettim. Elbette ne yapacağımı bilemedim, çok bunaldım, kendimi kötü hissettim. 10 yıl köyde çalıştım. Bugün gelinen nokta, bilemiyorum, sanal bir rahatlama gibi. Rahat ortam belki de nefisleri ön plana çıkarıyor ve tesettürde taviz veriliyor.

Dr. Sevinç DİNÇ


 

“Başta bir örtü var, ama…”

28 Şubat Dönemi’nde, diğer zulme uğrayanlar kadar mağdur olmadım, çünkü Cenab-ı Hak bana farklı bir kapı açtı. Kurum değiştirmek gibi bir fırsat sundu önüme. Belki öğretmenlikten çok daha kolaydı. Başörtüsü ile çalışabileceğim bir meslekti.

Ama meslekten atılmış gibi hissettim. Aylarca üzerimize gelinen, acı çekmemiz için her türlü şeye lâyık görüldüğümüz bu süreçte, öğretmenliği bırakınca pes etmiş gibi, onlar kazanmış gibi hissettim.

Sıkıntılar sadece sosyal hayatta gerçekleşip bitivermiyordu tahmin edersiniz ki. Aileme-eşime ve çocuklarıma-yansıyordu. Bana destek olayım diyen eşimin de sinirleri bozuluyordu şahit olduklarıyla. Akşam eve geldiğinde hep morali bozuk, üzgün bir anne görmek; çocuklarımı da huzursuz ediyordu.

Zor dönemlerdi. Bir şeyler için çabaladık. Ama ben, kızımın başörtüsüyle üniversiteye gidip tesettürlü bir şekilde okuyacağına olan inancımı hiç kaybetmedim. Elhamdülillah kızım başı kapalı gidebildi okuluna, arkadaşları da öyle. Ama sadece başı kapalı gitti birçoğu…

Tesettür acip bir hal aldı. Bu nerenin tesettürü dedirtti günümüz genç kızları. Evet, başta bir örtü var. Ama görselliği daha cazip hale getiren masa örtüsü misali…  Bilmiyorlarsa gerçek tesettürü, Rabbim onlara da setr etmeyi öğretsin ve de yaşatsın. Ama biliyorlarsa, biliyor ve yaşamıyorlarsa tesettürü, Rabb-i Rahim yardımcıları olsun…

İsimsiz


101

“Allah’ım tek örtülü benim, beni örnek kıl!”

Ben 1996’da Kocaeli Üniversitesi’nde Endüstriyel Biyoloji bölümünde okumaya başladım. Başladığım dönem başörtü sorunu diye bir şey yoktu, fakat ayak seslerini duymaya başlamıştık. Soğuk savaş gibi içten içe… Medya üzerinden Müslümanlara karşı karalama kampanyaları yapılıyordu. Zaten kısa bir süre sonra da 28 Şubat darbesi oldu, o bildiriler okundu, hükümet düştü, ondan sonra ilk olarak İstanbul Üniversitesi’nde başladı yasak. Biz gidip geliyorduk okula, ama onlar bir denekti ve onlardan sonra tüm Türkiye’ye yayılacaktı bu. Zamanla baskı en ücra köşelere kadar geldi. Değil okulun kapısı, etrafından bile geçirtmiyorlardı. Kimsenin gözünün yaşına bakılmıyordu.

Kısa zamanda ciddi direnişler başladı. Biz hem direnmeyi öğrendik, hem başörtümüzün kıymetini öğrendik. Belki ben biliyordum, ama çok bilinçsiz arkadaşlarımız vardı, onlar da çok şey öğrendi. Bir Müslüman olarak nasıl hareket etmeniz gerektiğini, nerde durmanız gerektiğini, duruşunuzu nasıl ayarlamanız gerektiğini de öğreniyorsunuz. Bu noktada hemen başları açtırılan arkadaşlar oldu. Bunları birkaç sınıfa kategorize etmek gerekiyor. İçlerinde açmak istemediği halde açan ve sonrasında ciddi psikolojik travmalar yaşayanlar oldu. Bir kısmı kendi rızasıyla başını açtı. Ailesiyle ciddi sorunlar yaşayanlar oldu. Bunun bir imtihan olduğunu düşündüğün anda, Allah sana yardım ediyor zaten. Bu bir imtihan ve sen bunu başka bir şekilde isimlendirirsen işin içinden çıkamazsın. Ya depresyon geçirirsin, ya çok yanlış kararlar verir hayatını, ahiretini mahvedersin. Bir de o dönem sorun sadece başörtüyle okula girememek değildi. İş de vermiyorlardı. Çok bilendik.

Bölümü birinci olarak bitirmiştim. Böyle bir derdim de yoktu, ama içimden dua etmiştim: “Allah’ım tek örtülü benim, beni örnek kıl.” Ve Rabbim onu gerçekleştirdi çok şükür. Mezun oldum, diplomamı almak için gitmiştim okula. Okula da başörtüyle almıyorlar. Ben bir şekilde arka kapıdan girdim okula. O zamanki rektör Atıf Ural, beni pencereden görmüş. Bahçeye girdiğimiz gibi güvenlik görevlileri sardı etrafımızı. Gözaltına alındık. Mahkememiz yıllarca sürdü. Hepimizin sicillerine işlendi bu.

Belki de gaflet içindeyiz

Ama o dönem çok bereketli bir dönemdi kendimi geliştirmem açısından. Şuan durağan bir dönemdeyim ve bu beni korkutuyor. Çünkü Allahu Teala bize bir ferahlık verdi, bir rahatlık içindeyiz. Allah verirken alır da. Allah kabz eder, bast eder. Peki, şuan ne yapabiliriz? Fitne ve zulüm içinde olan kardeşlerimize yardımcı olabiliriz. Ama biz ev, araba alma derdine düştük. Biz Allah’ın rahmetini umuyoruz tabiî ki, ama bu hallerimizle daha çok belamızı istiyormuş gibiyiz. Evlerimizin, yediklerimizin, içtiklerimizin, giydiklerimizin lükslüğü bunun göstergesi.

Şuan örtülü sayısı çok fazla. O dönemde işin künhü, yani neden örtünüyoruz sorusu önemsenerek yapılıyordu. Daha bilinçli bir hareketti. Bilinçsiz arkadaşlar da varsa o grubun içinde eriyordu zaten. Şimdi üzülüyorum ben. Kızlarımız süsüne, makyajına çok önem veriyor. Ben direk haramdır deyip ötelemek istemiyorum. Allah’ın ölçüsünün dışına kaçılmadığı sürece her şey giyilebilir. O ölçüyü ben koyamam. Herkesin bir tarzı vardır, sevdiği bir renk vardır, çok dikkat çekip uç giyinmedikten sonra bir sakınca yok, ayet belli.

Bir hoca şöyle demişti: “Önceden başörtülerimizi kaybetmek üzereydik, şimdi kafalarımızı kaybediyoruz.” Üzücü bir şey tabiî ki bu. Toparlanmamız gerekiyor. Elindekinin kıymetini bilmezsen gidebilir. Ve gerçekten de kıymetli bir şey, çünkü başında bir âyet taşıyorsun. Bu noktada sizin gibi gençlere çok iş düşüyor. Gençlere o dönemi de bildirmek de gerekiyor.

Zaman zaman 28 Şubat’ı hâlâ yaşıyor gibi oluyorum. İlk başta cesurca atılımlar yapıldı, yaptıkları güzel işlerden Allah razı olsun. Bu atılımlar yüzünden onların da başında sıkıntılar vardı, ama hep biz onları anladık. Başörtüsü konusu nedense hep bekletildi, ikinci plana atıldı.  Belki de çocukları bunu yaşamadığı için ihmal edildik. Ben bu noktada gönül koymuyorum kesinlikle, Allah’ın takdiri böyleymiş diyorum, ama biraz da sitemim var açıkçası.

Yasemin Kızılaslan



“Mücadelem hukuk çerçevesinde oldu”

 Ben Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir kurumunda şeflik kadrosunda memurdum. O günlerde başkanlığımıza; bakanlıktan görevli müfettişler geldi. Başörtüden dolayı soruşturma geçirdik. Daha sonra uyarıldık. Uyarıyı dikkate alan bir tutumumuz olmadığı için, geri hizmete alınarak İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı bir okula memur kadrosunda görevlendirildim. İki sene o kadroda çalıştım. Bu süreçte tekrar soruşturma geçirdim. İkinci bir soruşturmada tutumumdaki devamlılıktan dolayı, 2000 yılında ihraç edildim. Bu süreç içerisinde daima hukuk çerçevesinde hakkımın iadesini istedim.

Temel hak ve hukuk size tehdit unsuru olarak sunulmaya devam ediyorsa, sağlıklı bir din anlayışı da gelişemez. Geçmiş medeniyetlerde yaşanmış olan cebriye ve mutezile tarzı yaşantılara benzer bir daralma daima olacaktır. Bu sonuç kaçınılmaz yaşanır ve yaşanılıyor da.

İsimsiz


 134

“15 senede istediklerini aldılar”

Ben Cumhuriyet Üniversitesi Tıbbî Laboratuar Bölümü’ne 97 girişliyim. 1. sınıfı sorunsuz olarak bitirdim. Hocalarda şahsî bir takım takıntılar olsa da tesettür için bir sıkıntı yoktu. Kapalı bir şekilde derslere girebiliyorduk. 98 yılının ilk döneminde sıkıntılar başladı. Kapalılara -tabiî o zaman kapalılara kapalı değil türbanlı diyorlardı- ve sakallılara yoklama alınırken isminin başına T veya S konuyordu ve yoklama bu şekilde idareye gidiyordu. Daha sonra bu T’leri ve S’leri birikenler uyarı cezası aldılar, okul girişine bir liste asıldı. Uyarı cezası alanlar arasında benim de ismim vardı. Bu uyarı cezasından hemen önce bazı cemaatlerin de üstten aldıkları emirlerle açanlar oldu. Aslında pek çok kişi açtı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter o zaman şöyle demişti: “Bu kadar kolay olacağını bilseydik daha önce yapardık.”

Peruk takanlar da oldu. Bu arada T, S gibi işaretlemeler devam ediyor tabiî. Sınıfta yoklama alırken uyarıyorlardı bir de. Sonra idareye çağrıldık. İdareye çağırılmak demek, bu çokça konuşulan iknâ odaları meselesiydi. Bölüm Başkan Yardımcısı ve sorumlu başka biri, karşılarına alıp iknâ etmeye çalıştılar: “Bu noktaya kadar gelmişsin bak, ailen masraf yapmış, son senen (bir de o zaman şimdiki gibi değildi, mezun olunca mesleğin elindeydi. Evet, görünüşte bir KPSS vardı, ama ihtiyaç sebebiyle herkes kolaylıkla atanıyordu), başını aç, okulun bitmesine 1 dönem kalmış, kısa bir dönem için niye diretiyorsun, ailene ve topluma faydalı ol” gibi sözlerle maddî, manevî, duygusal pek çok yönden etkilemeye çalıştılar.

Onların istediği dünyevî kıvama geldik

Ben başımı açmadığım için uyarı cezası geldi. Bir sonraki aşama ise, güvenlik görevlisinin kapıda bekleyip, kapalıları içeri almaması oldu. “Biz buranın öğrencileriyiz, bir hatamız mı oldu bugüne kadar” deyince, “rektörlükten yazı geldi, biz de uygulamak durumundayız, emir kuluyuz, rektörlük ile konuşun” dediler. Kapıdan içeri alınmadık yani. Biz de sabah gidip kapıda oturup bekliyorduk. Bizimle beraber derse girmeyerek o dönem bize destek verenler de oldu. Bizimle beraber açık arkadaşlar dahi oturdu. Yani burada kapalı ile açık arasında sorun yoktu, sorun tepede idi. Hatta solcu arkadaşlar dahi bizimle oturup destek vermişlerdi. Devletin hâline gülüyorlardı, bunları dile getiriyorlardı.

Kapıda beklediğimiz dönemde ailelerimize yazı gitmişti. “Kızınız karanlık güçlerin etkisi altındadır, gelin beraber kurtaralım” gibi ifadeler vardı. Babam mektubu alır almaz Sivas’a geldi, bana destek olmak için Rektörlüğe 10 sayfa dilekçe yazdı. Ancak bir cevap gelmedi kendisine.

Sonraki süreçte okul yönetimi, okulun bulunduğu kampüs alanına öğrenci kimliği sorarak öğrenci almaya başladı. Biz okulun dış kapısından otobüsle girmiş oluyorduk, ancak bir güvenlik görevlisi otobüse binip kontrol ediyordu, “türbanlılar ve sakallılar aşağı” diyerek bizi otobüsten indiriyorlardı. Yani kampüs alanına alınmamaya başladık. Tabiî biz böyle okula alınmayınca bırakmış oluyorduk, yani devamsızlıktan kalmış oluyorduk. Ben 2 sene önce kaydımı Sakarya Üniversitesi’ne aldırdım ve Yüksek Onur Belgesi ile mezun oldum. Önceden “kızınız karanlık güçlerin etkisi altındadır” diyen üniversiteler, şimdi yüksek onur belgesi ile mezun ediyor, hatta aileye tebrik mahiyetinde mektup gönderiyor. Bu da ibretlik bir tablo elbette.

Biz bunları yaşadığımız dönemde kapalı kapalıydı, açık açıktı. Herkes birbirine saygı duyuyordu, ama arada mesafe vardı tabi. Kalan bölümü yeni bitirdiğim için rahatlıkla ifade edebilirim ki, simdi aradaki tek fark başa takılan bir örtü. Davranışlar, konuşmalar, kılık kıyafet, arada hiçbir fark kalmamış.

Bu da bana Mehmet Akif’in, “Nice açıklar gördüm bir başörtüsü eksik, nice kapalılar gördüm başörtüsü fazlalık…” sözünü hatırlatıyor. Evet başörtüsü sorunu zahiren yok, fakat ortada hakikî mânâda başörtüsü takan sayısı çok az. Bu yüzden kimi başörtülülerin, o istedikleri dünyevî kıvama geldiğini düşünüyorum.

Artık kamuda başörtülü istemeyenlerin de çok fazla sorun edecek bir şeyleri kalmadı. Çünkü kapalılar mahremiyet sınırlarını çoktan aştı. Tokalaşıyor, kahkaha atıyor, makyaj yapıyor, dar pantolon giyiyor. Eee, daha sorun olabilecek zahiri bir bez parçası kaldı. O da aksesuar olarak takılıyor adeta. Yani 15 senede deformasyonla istediklerini aldılar aslında…

Aslınur Akçay Torun


 

“Hakaretler, dışlanmalar, tehditler…”

Ben bu sürecin gerek öncesinde gerekse sonrasında mağduriyet yaşayan pek çok kişiden biriyim. 1992 yılında başladığım Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesinde yasak ile karşılaştım. O yıllarda henüz genel bir yasak söz konusu değildi. Okulumuz forma zorunluluğu olan bir okul olduğu için bu durum ileri sürülerek bize yasak uygulanıyordu. Gariptir ki Sivas, Konya, Samsun gibi bazı şehirlerdeki hemşirelik okullarında serbestiyet vardı. İzmir, İstanbul gibi pilot bölgelerde keyfî bir uygulama ile yasak ısrarla sürdürülüyordu. Okulumuzda çok fazla sayıda başörtülü olmasına rağmen, çeşitli nedenlerden dolayı birçokları başlarını açarak öğrenimlerine devam etmekteydiler. Biz birkaç arkadaş bu keyfî ve haksız uygulamaya karşı yasal haklarımızı müdafaa adına bir mücadele gayreti içerisine girdik.

Hakaretler, dışlanmalar, tehditler, sözel ve bazen fiziksel müdahaleler ve nihayetinde disiplin cezaları… Bütün bu baskılar sonuç vermeyince iknâ odalarında birebir görüşmelerle iknâ çabaları… Onların bu baskılarına karşılık bizler de imza kampanyalarıyla, meclise gönderdiğimiz telgraflarla, gazetecilerle yaptığımız röportajlarla, televizyon haberleriyle, yaşadığımız sıkıntıyı kamuoyuna duyurmaya çalışıyorduk. O dönemin başbakanıyla ve siyasî simalarıyla da yüz yüze görüşme fırsatlarımız oldu. Bu arada MAZLUM-DER aracılığıyla hukukî süreç de başlatıldı. Bir buçuk yıl süren mücadelenin sonunda okuldan dönem boyu uzaklaştırma cezası alarak ve açtığımız davayı da ne yazık ki kaybederek, bu okuldaki eğitimimize son verdik.

Risale-i Nur’dan aldığımız dersle sağlam durabildik

Aynı yıl içerisinde girdiğimiz üniversite giriş sınavında üç arkadaş farklı bölümleri kazanarak yeni bir eğitim öğretim hayatına başladık. Ben CBÜ Edebiyat Fakültesi’ni kazanmıştım. Dördüncü sınıfına kadar başörtümle özgürce okuduğum bu okulun son döneminde 28 Şubat sürecinin startı verilmişti. Öğretmenlik uygulaması dersinin stajları için gidilen okullarda yasak gündeme geldiği için formasyon eğitimi alamadım. Başörtümle mezun olma fırsatı yakalamıştım, ama formasyon eğitimi alamadığım için 1998 KPSS’siz öğretmenlik atamalarına müracaat edemedim. Zaten kısa bir süre içerisinde yasak dalga dalga her yere yayıldı ve Türkiye tarihinde yeni kavram tartışmaları başladı. Bunlardan en meşhuru “kamusal alan” tartışmalarıydı. Bu kargaşanın ve tartışmaların arasında vatana millete hizmet aşkıyla dolu, zeki ve kabiliyetli pek çok başörtülü kardeşimizle beraber, biz de onların kamusal alanlarından çekilerek kendi özgür alanlarımızda iman hizmetimize devam ettik.

Dünyevî makamları ve maddî kazançları kaybettik belki, ama kalbî ve vicdanî açıdan büyük bir huzur ve saadete mazhar olduk. Bu mücadelemizin ve sağlam duruşumuzun en mühim sebebi Risale-i Nur’dan aldığımız kuvvetli iman-ı tahkikî dersleri, üstadımız Said Nursi’nin şeair-i İslamiyenin ehemmiyetine dair vurguları ve cemaatin şahs-ı manevîsinin dua ve destekleridir.

Hilal Sevil Karakaş Teğiş

 

Genç Yorum Araştırma Grubu

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*