Bir başka açıdan 28 Şubat

28 Şubat 1997 tarihi, o dönemde üniversiteye, liseye, ortaokula giden ve çeşitli eğitim kurumlarında öğretmenlik yapan, akademisyenlik yapan ‘başörtülü kadınlar’ için bir dönemeçtir; 14 yıllık bir çıkmaz sokağa dönen bir dönemeç…

Okuduğum bölüm için hazırladığım araştırma raporumun konusuydu, 28 Şubat başörtü yasağı mağduru kadınların yaşadıkları; çalışmamı o dönem üniversiteye giden ‘başörtülü öğrenciler’ ile sınırlı tuttum ve onlarla mülâkatlar yaptım. Bu yazıda, özellikle yaptığım mülâkatlar üzerinden başörtüsü yasağının amacının, yasak sırasında ailelerin konumunun, tesettürün modayla ilişkisinin ve 14 yıl öncesinden bugüne neler kaldığının altını oyacağım.

Yasağın amacı: Dini yok etmek!

“…Dinini yaşamak isteyen insanlar var, onlara engel olmaktı. Pozitif bir şey göremiyorum, direk dinin bir simgesi olan hani başörtüsünü takıp okumak isteyen insanları bundan mahrum yapmak, dinden uzaklaştırmak amaç. Dinden uzak bir nesil yetiştirmek.”

“…Başörtü yasağının amacı; dindarlar evlere çekilsinler, gözümüz onları görmesin, mümkünse dindarlaşmama; yani dindarlığından vazgeçen insanlar da bize katılsınlar, amaç buydu.”

Başörtüsü yasağının amacı dini yok etmek, kamusal alandan çıkarmak, Müslümanı yüksek makamlarda görmemek, insanlar dindarlaşmasın olarak okunabiliyor ilk etapta. Fakat konuya daha derin bir gözle bakarsak Türkiye’de modernliğin bir proje olarak, özellikle de kadınlar üzerinden yürütülen bir proje olarak nasıl yasaklarla uygulanmaya çalışıldığının bir göstergesi aslında başörtüsü yasağı. Dindar olmak, modernlik içinde olmaması gereken bir olgudur çünkü. Modern insan, iktidarın istediği şekilde tasarruf edebileceği değerlerden uzak olmalıdır ki, iktidar insanın üzerinde hâkimiyet kurabilsin. Türk modernleşmesinde kadınların hedef alınmasının ana sebebi de kadının üzerinde daha kolay hâkimiyet kurulabilmesidir. Kadın, geleneksel Türk toplumunda da, modern olmaya çalışan Türk toplumunda da ataerkilin hâkimiyetindedir. Dolayısıyla kadını modern bir şekilde kamusal alanda ve özel hayatta görünür kılmak demek, toplumsal algıda ‘biz moderniz’ görüntüsünü oluşturmaktı. Başörtülü kadının, dini bir simge olan başörtüsü ile kamusal alanda rol olması, modernliği tehlikeye atan bir görüntü olduğundan dolayı başörtüsü sürekli yasaklar ile kamusal alanın dışında tutulmaya çalışılmıştır.

Günümüzün söylemleri: Tesettür ve moda

“…Renk uyumu önemlidir arkadaşım, ben mesela siyah giyinin demem, çünkü eski Türklere baksan kadınların hepsi kırmızı giyiyor. Elbiseler falan kırmızı, yeşil, rengârenk. Bence renk yakışıyor kadına. Tek dikkat etmemiz gereken bence tesettürde edep!”

“…Modayla ilişkisinden ziyade, örtünme ihtiyaçsa madem, kadının da toplum içersinde var olmasını istiyorsak, onun şartlarını sağlamamız gerekiyor. Yani tesettürün şartları olması gerekiyor, ihtiyaçlarını kolaylaştırması açısından. Tek parça olabilir, iki parça olabilir, üç parça olabilir. Giyimin insanın kimliğini belli eden bir şey olduğuna inanıyorum. O yüzden değişmesi normal, ama moda ve güzellik uğruna kullanılması normal değil.”

Literatürde sıkça rastlanır ‘türban’, ‘başörtüsü’, ‘tesettür’ tariflerine ve sınıflamalarına; fakat bir Müslüman için burada önemli olan ne giyerse giysin, rengi ne olursa olsun, adı ne olursa olsun tesettüre uygun olup olmamasıdır. Bir kadın nasıl isterse öyle giyinir, tesettürlü bir kadın için burada önemli olan, tesettüre uygun olup olmamasıdır. Tesettürlü kadınlar için moda diye bir şey yok aslında, ne renk olursa olsun; Dışarıda, çarşıda, pazarda ne tarz kıyafetler satılırsa satılsın, tek kıstas vardır o da tesettüre uygun olup olmaması.

112

Yasağın evdeki aktörleri: Aileler

“…Hiç unutmuyorum, üniversitenin kapısında banklarda, taşların üzerinde oturduk; kim girdi, kim girmedi endişesiyle bakıyoruz etrafa. Bizim gibi girmeyen arkadaşlar oldu. 1 hafta sabrettiler bazı arkadaşlar, Perşembe, Cuma girdiler başlarını açanlar. Çünkü herkes ağlayarak giriyordu; anneleriyle konuşmuşlar, aileleriyle konuşmuşlar…’

“…Ağlıyorlar, ders boyunca ağlıyorlar. Çünkü açanlar da, peruk takanlar da o kadar kötü durumdalar ki, biz başını açmayanlar onları sakinleştiriyoruz. Çünkü annelerinden telefon geliyor, babalarından telefon geliyor; ‘açın yavrum’ diyorlar. Onlar da hayatları boyunca böyle bir şey yapmamışlar, hüngür hüngür ağlıyorlar, en arka sıralara oturuyorlar. Biz onların önüne geçiyoruz.”

Başörtülü öğrenciler aileleriyle konuşuyorlar ve ‘mecbur’ kalarak ya da bırakılarak ya başlarını açıyorlar, ya da peruk takıyorlar. Burada başörtü yasağı, başörtülü öğrenciler ile aileleri arasına giren bir konumda yer alıyor, çünkü yine bir seçim yapmak zorunda bırakılıyor başörtülü öğrenciler. İlk önce başörtülü bir kadın olarak toplumun dışlamasına hedef oluyorlar, daha sonra aileleriyle olan ilişkileri boyut değiştiriyor. Aileler kızlarını arayarak bir seçim yapma, bireysel karar alma haklarını ihlal etmiş oluyorlar, neticesinde kızlar yasakla beraber karşılarında duran ailelerinin sözlerini dinlemek zorunda kalıyorlar.

“…Ve dedim ki, bu zamanın imtihanı bu. Eğer ben bu örtüyü başıma koymazsam, bu imtihanı kaybederim dedim ve arkadaşların yanında olmak için ben de kapandım.”

“…Başörtüsü uğruna, çünkü bu bir farz, bu farzı çiğneyemem, gerekirse dünyevî bütün menfaatlerimi feda edebilirim…”

Yasak sırasında bazı aileler aslında farkında olmadan iktidarın yanında bir konum almış oluyorlar. Başörtüsü yasağının, kızları tarafından ‘İlâhî emir, farz, dinin gereği’ olmasına karşı olarak algılanmasını değil, ‘bir diploma sahibi olmak’ meselesini daha ön planda tutuyorlar. Yasak sırasında ailelerinden destek görsünler görmesinler, aslında bütün başörtülü öğrenciler ‘yalnız’ bir mücadele vermiş oluyorlardı. Her birisi kendi örtünme ve dinini yaşama tercihlerinin mücadelesini vermiş oluyorlardı.

 O günlerden bugünlere kalanlar…

“…Bundan sonra hayatına nasıl devam edeceksin, 28 Şubat gibi bir hadise yeniden olabilir mi, korkuların var mı sorusu eksik. Var mı desen korkuların, evet var hâlâ…”

Mülâkatımın sonuncu sorusu olan “Sizce eksik bulduğunuz ya da sormamı istediğiniz başka bir soru var mıydı?” sorusuna verilen bir cevap. Başörtüsü yasağını yaşayan kadınlar diplomalarını almış olsalar da hâlâ korkuyorlar. Ya böyle bir yasak tekrar gelirse?

“…Hocalarımızdan da böyle hocalar var hâlâ, ama şartlar şuanda başörtülülerin tarafında olduğu için hiçbir şey yapamıyorlar.”

Bugün toplumda bir yasak olmadığından dolayı insanlar başörtülüleri dışlamıyorlar, ancak ‘bazı’ gruplar dışlamaya meyilli görünüyor. Burada söylenen dikkat çekici bir şey var; “şartlar şuanda başörtülülerin tarafında”. Siyasetin toplumu istediği gibi şekillendirebildiği görünüyor. Eğer yarın, bugün olandan başka zihniyette bir siyasal parti iktidara gelse, başörtüsü yasağı tekrar uygulanabilir ve toplum tekrar başörtülü kadını dışlayabilir. Buradaki asıl sorun, bu ayırımcılığın kökenlerine inip, ayırımcılık ihtimallerini ortadan kaldırmak.

Türkiye’de sürekli bir ‘öteki’ algısı var, oysaki bir toplum bir bütün olarak var olabilmeli. Her alanda tercih yapabilmek insanların en doğal hakkı, Türkiye eğer modern bir ülke olma yolunda ilerlemek istiyorsa, toplumun bir bütün olarak ‘ötekine, diğerine, bir başkasına’ saygılı olması gerekir.

Başörtüsü yasağı sırasında ve sonrasında sonuna kadar kızlarının yanında olan ailelere ve benimle çok kıymetli görüşlerini paylaşan; başörtüsü yasağı sırasında üniversite öğrencisi olan ablalarıma yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*