Tepki meclisinden Millet Meclisi’ne

Türkiye Büyük Millet Meclisi, adı üzerinde, milletin vekillerinin doldurması gereken bir büyük Meclis.
Bir ülkenin demokrasisinin, gelişmişliğinin göstergesi, vekillerinin milleti temsil kapasitesinin yüksekliğidir.

Demokrasisini geliştirmiş ülkelerde vekillerin milleti temsil esası tam olarak işler. Buna karşılık demokrasisi gelişmemiş olan ve bilhassa demokratik yönetimi sık sık kesintiye uğrayan ülkelerde, kesintinin izleri, meclisin açık olduğu dönemlerde de kendisini gösterir. Bu izlerden biri de milletin vekillerinin milleti temsil kapasitesinin düşmesidir.

İddiamızı bir örnekle anlatalım.

28 Şubat 1997 öncesi ve sonrasındaki sıkıntılı günlerde, askerî personelin TSK ile ilişiğinin kesilmesine sık rastlanıyordu. Bu cümleden olmak üzere, o tarihlerde, dindar bir askerî hâkim hâkimlik teminatı ve benzeri hukuk kavramları da hiçe sayılarak çeşitli bahanelerle görevinden uzaklaştırıldı ve ordudan ihraç edildi.

Bu hukukçu, ordudan atıldıktan kısa bir süre sonra, bir partiden milletvekili adayı oldu. Seçim propagandasında-elbette haklı olarak-kendisine ve kendisiyle benzer durumda olan kişilere yapılan haksızlığı da dile getirdi. Elbette sadece kendisi için destek istemedi. Bu tür haksızlıkların giderilebilmesi için ümit verdi. Propaganda çalışmalarında belki bu haksızlığın nasıl giderilebileceğine dair çözümler de sundu, ama seçmen için bu çözümlerin ayrıntıları önemli değildi. Önemli olan “devlet yetkisi kullanan ve fakat bu yetkisini bilerek yanlış yönde kullanan bazı devlet görevlilerinin bilinçli hatalarının hesabının sorulması ihtimalinin belirmesi” idi.

Bu hukukçu milletvekili adayı ve partisi propaganda sürecinde başarılı oldu. Aday kendi ilinde yeterli oyu aldı. Anayasaya göre şeklen tüm vatandaşları ve özellikle kendi seçim bölgesindeki tüm seçmenleri temsil etmek üzere meclise girmiş oldu.

Ardından ilginç bir şey daha oldu. Bu milletvekili, mecliste, bir zamanlar mensubu iken kapı dışarı edildiği TSK’nın faaliyetleri ile ilgili kanunların ön görüşmelerinin ve planlamalarının yapıldığı Milli Savunma Komisyonu’nun Başkanlığı’na getirildi.

Vekilin seçmenleri muhtemelen bu gelişmeden de memnun oldular.

Demokrasinin kuralları içinde bir yarış kazanıldı. Dolayısıyla şeklen bir problem yok.

Daha doğrusu problem yok gibi görünüyor, ama aslında var. Bu sonuç, ciddi bir sistem problemine işaret ediyor. Zira, olağan şartlarda bir milletvekilini seçenlerin tercihini etkilemesi gereken faktörler ile fiilî durumda bu adayın seçimini etkilemiş olan faktörler arasında esaslı farklar var. Şöyle ki:

Olağan şartlarda bir seçmen, bir vekili ve partisini tercih ederken “Bu aday beni yeterince iyi temsil eder mi” ya da “Bu parti benim beklediğim icraatı yapar mı” diyerek değerlendirme yapar ve bu kriterlere göre aday ya da parti tercih eder. Adayın “mağdurlardan” olması ile ilgilenmez. Mağdur olmak, ne aday listesine girerken ve ne de seçmenden oy alırken prim yapmaz.

Oysa yukarıdaki örnekte adaya veya partisine oy verenler, kendi mağduriyetlerinin bir örneği olarak gördükleri bir adaya oy verdiler.

Bu da bir temsil, ama makul bir temsil değil, tepkisel bir temsil.

Gerçekten, olağanüstü dönemlerden sonraki bütün meclislerimizde, vekillerin belki de yarıdan fazlası devletle bir biçimde ve bir sebeple başı derde girmiş kişilerden oluşuyor. Bu tesbit, partilerin yönetim kadrosu için fazlası ile geçerli. Sağ ya da sol, milliyetçi ya da dinci. Bu tesbit farklı yoğunluklarda da olsa bütün partilere şamil.

Belirtelim ki, bu sonuç adayın kişiliğinden değil, seçmenin tercih kriterlerindeki esaslı hatalardan, yani demokrasinin yeterince gelişmemesinden kaynaklanıyor. Diğer deyişle, seçene ya da seçilene bir kabahat bulmak yerine, demokrasiyi kesintiye uğratarak ara dönemleri ortaya çıkaranları veya bu ara dönemleri üreten hataları yapanları sorumlu tutmak gerekiyor.

Ancak netice itibariyle bu tepkisel tercihler “millet meclisi” olması gereken meclisi bir tür “tepki meclisi”ne dönüştürüyor. Bu da milletvekillerinin başarısına olumsuz etki ediyor. Bu tepkisel meclis yapısı aynı zamanda yeni ara dönemlerin tetikleyicisi de olabiliyor.

Olağanüstü ara dönemlerin ne zaman bitmiş sayılacağını da bu konudaki tesbit yardımıyla belirleyebiliriz. Basit ifadeyle, milletin ekseriyeti, seçimde tepki için değil de temsil için oy verirse normalleşiyoruz demektir. Ya da siyasette “etki-tepki” ilişkisi ne kadar azalırsa ara rejimlerden kurtulma ve normale dönme hızımız da o ölçüde artar.

Demokratik sağduyunun önemi buradadır. “28 Şubat bin yıl sürecek” diyenleri haksız çıkarmanın yolu da, tepkisel tavırlarla yetinmeyip her alanda demokratikleşmekten geçmektedir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*