Mağduriyet mi? Hürriyet mi?

Aziz Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri’nin, hayatında en önem verdiği kavram ve durumlardan biri hürriyet ve onun hayata aktarılış biçimidir. Bu konuda Risale-i Nur’a derinlemesine bir bakışla baktığımızda, “iç hürriyet” ve “dış hürriyet” olarak iki kavramı bizlere sunduğunu görüyoruz.

Bediüzzaman’ın, “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam”1 cümlesini okuyunca, daha çok “dış hürriyet” kavramını algılamamız doğaldır. Biz, “dış hürriyet” üzerinden, Risale-i Nur’a 666 gün boyunca uygulanan “bandrol ve devlet tekeli” sürecini değerlendirirken, aşağıda bahsedeceğim hakikatler yönünde düşünüp duaya sevk olunmuştuk.

Hz. Muhammed (asm) İslam’ı tebliğ ettiği ilk zamanlarda, müşrikler bu duruma engel olmak için yaptıkları son teklifle, “Sana Kâbe’nin anahtarını verelim. En güzel kadınları verelim, para verelim. Mekke’nin Reisliği senin olsun, hatta senin söylediklerine ve mesajlarına ilişmeyelim. Fakat tek şart olarak, bizim putlarımıza karışma” dediklerinde, Peygamberimiz (asm) hepsini reddetmişti. Zahirde hürriyet gibi görünen, ama gerçekte istibdadın ta kendisi olan bu teklifleri kabul etmemişti. Aradan 1340 sene geçtikten sonra, Üstadımız Bediüzzaman’a da aynı şekilde engel olunmaya çalışılarak, Şark Vilâyetleri Umumî Vaizliği, Diyanet’te müşavere üyeliği ve milletvekilliği verilecek, ayrıca bir köşk tahsis edilip, 300 lira da maaş bağlanma teklifi sunulacaktı. Yine zahiren “hür”, ama arkasında istibdadın olduğu bu teklifleri, Bediüzzaman elinin tersiyle reddedip, bu oyunları bozacaktı. O saraylarda ciltler dolusu kitap yazıp istibdada hizmet etmektense, hapishanelerde kibrit kutularına hakikatleri yazıp “hür” olmayı tercih etmiştir.

Bu gerçeklerden yola çıktığımızda; Risale-i Nur’a 666 gün boyunca uygulanmış olan bandrol engeli ve devlet tekeli sürecinde, bazı yayınevlerinin ve Diyanet’in Risale-i Nur’u kısmen basmasına rağmen şunları söylemeliyim ki: Bu şekilde neşir hizmeti yeterli değildir. Böyle bir hakikat deryasının önüne sınırlama ve koruma bahanesi ile sekte vurmak, neşrini geciktirmek doğru değildir. Peygamberimiz (asm) ve Üstadımız Bediüzzaman, iman hizmeti ve hakikatleri için, kendilerini ve hizmetlerini dünyanın en cazibedar halleri için feda etmemiş, inhisar altına almamış, aldırmamıştır.

Hak ve hakikat inhisar altına alınmazken, iman ve Kur’ân hizmeti nasıl inhisar altına alınabilir ki?2 Hiçbir devlet, hakkın ne olup olmadığını belirleyen bir otorite gibi davranamaz ve resmî görüşünü hak diye dayatamaz. Özellikle de din işlerini birilerinin tekeline verip, başkalarını o işten men etmesi bütünüyle anlamsızdır.3

Hakikatlere bir sınır getirerek, “Yıllık 150 bin nüsha basılacak.” uygulaması Risale-i Nur’un önünü açmak mıdır, onu korumak mıdır? Mağdur mu etmektir, yoksa hür mü bırakmaktır? Bu konu, üzerinde çok düşünülmesi ve tetkik edilmesi gereken bir mevzudur. Devlet bir hizmet organizasyonudur. Eskiden beri ülkemiz için bazı durumlarda, bu böyle anlaşılmamış ve yaşanmamış olabilir, ama devlet olmanın şe’ni, özellikle Müslüman olan ülkemizde bu tür durumlarda kısıtlama yerine daha fazla özgür olacak şekilde kanun yapmaktır.

“Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın.”4 düşüncesidir. Sadeleştirme zulmünden kurtulma isteği ile başka kısıtlamalara kapı aralamak mağduriyetlerin başlangıcıdır. Mağduriyetlerin olduğu bir yerde ise, hürriyet ve adaletten söz edilemez. Bu durumun hem ülkemize, hem hizmetimize zararı olduğunu ve ülkemizde vuku bulan hadiselerin (sel, deprem, savaş korkusu) bu zarara işaret ettiğini defalarca söyledik. Şimdi herkes tarafından dile getirilmese de, bu gerçeği görmezlikten gelmek vicdanlarda derin yaralar bırakacaktır.

Bu konunun kaderî boyutunu Risale-i Nur açısından okumak isteyenler, satır aralarına serpiştirilen “Risale-i Nur bu ülkenin medarı rahatıdır”5, “Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet, ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar”6, “Risale-i Nur, …âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder”7, “Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine, belâların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir”8 gibi hakikat cümlelerinden yola çıkarak işin ciddiyetini fark edebilirler. Üstadımız, hizmette Risaleler şu kadar yazılsın, bu kadar basılsın diye kısıtlamamış; yalnız Sav’da yazılsın, Bedre’de, Barla’da okunsun diye sınırlamamış. Her yerde yazılıp, her yerde okunsun istemiş. Eğer bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında, kalbimizin atom zerratı adedince paramparça olmasını istemiyorsak, ıztırab çekmek istemiyorsak, Risale-i Nur’a getirilmek istenen tüm sınırlamaların karşısında olmalıyız. Çünkü bu eserlere herkesin, her ülkenin ihtiyacı var.

Kelimelerime, hürriyet mücadelesinde yiğitlik ve kahramanlık sahibi Üstadımızın, yine kahraman bir talebesi Zübeyir Gündüzalp Ağabey’in Risale-i Nur’un neşrine engel olmak isteyen Afyon savcısına söylediği şu sözlerle son vermek istiyorum:

“Eğer Risale-i Nur bir zehir ise, bizim bu zehirlere tonlarla, binlerce kilo ihtiyacımız vardır. Eğer çoklukla olduğu yeri biliyorsa, bize tayyarelerle sevk etsin.

Biz Risale-i Nur talebeleri, iman ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zâlimlerin zulmüne mâruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa, hizmet-i Kur’âniye’mizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehid olmayı büyük bir lûtf-u İlâhî biliriz.”9

Not: Bu konuda neden çok ısrar ettiğimizi soranlara tekrar söylüyoruz; 666 gün boyunca ‘zaten kitaplarımız mevcut okuyoruz, devlet de sahiplendi’ demek başka, başkalarının imanını kurtarma derdine düşmek başka. Dar düşünceler, dar görüşler…                                                                                                         

Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası-1
2- 16. Mektub 5. Nokta
3- http://bit.ly/1mFbyrr
4- Münazarat
5- 14. Şua – Kısa Mektuplar
6- Kastamonu Lâhikası
7- age
8- Emirdağ Lâhikası-1
9- 14. Şua – Risale-i Nur Talebelerinin Müdafaatı

 

Fotoğraf: Adem Alparslan

1 Yorum

Said Yüksekdağ için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*