Sesler, seslenişler (1)

Bir tele dokunur gibi bir güle bakmak, işte bir tele dokunur gibi yıldızlara bakmak, bir tele dokunur gibi Haziran’dan Temmuz’a geçiş sinyallerini yakalamak… Haziran… Hazır bir ân diyorum ben Haziran gelince. Aslında bütün zamanlar hazır bir an… Hazırsan Haziran hep hazır. Hazırsan bütün mevsimler hep hazır. Hazırsan bütün sesler hep hazır. Hap hazır. Hap şeklinde hazırlanmış ve sunulmuş sana. Tıpkı tele dokunur gibi… Her adımınız kaç nota?

Müziği şöyle tarif ediyorlar: Notalar arasındaki sessizlik… Müziği şöyle tarif etmeliyiz: Kalbimizin atışını dinlemek… Müziği şöyle tarif etmeliyiz: Yıldızların bestesini duymak… Müziği şöyle tarif etmeliyiz: Ezanların bestesine ortak olmak… Müziği şöyle tarif etmeliyiz: Her adımımızın sesini bir nota, her nefesimizin bir nota, her bakışımızın bir nota olduğunu bilmek… Hayat bize bir “nota” verir. Posta kor aslında. Der ki: “Beni yaşa. Beni duy!” Biz sadece bestelerin müzik olduğunu sanıyorduk, sanıyoruz, sanıyormuşuz ne bileyim! Bu sanmalardan, bu yanmalardan vazgeçelim ve beste olduğunu görelim hayatın, her dem… Tam da deminde… Tam zamanında… Tam zemininde… Tam o kıvamlı mektup fermanında bize sunulduğunu görelim, duyalım, bilelim. Ahh, sadece kulaklarımızın duyduğunu sanıyorsak yanılıyoruz.

Beethoven, Alman bestekâr… Sağırmış diye duydum. Duymazmış bu sesleri. Âşık Veysel âmâ diyemiyorum. Ama diyorum ki Âşık Veysel’in kalbi görmüş. Hem sazıyla hem sözüyle hayatı görmüş. Lise kitabından onun birkaç dörtlüğünün çıkarıldığını görmüştüm. Ne kadar üzülmüştüm. Daha sonra anladım çıkarıldığını, o meşhur “Benim sadık yârim kara topraktır.” nakaratıyla biten şiiri var ya! Aklımda kaldığına göre bir yerde diyor ki: “Ne istiyorsam geliyor bana topraktan. Toprağa da verilmiş bu güç Hak’tan.” Vay sen misin orada “Hakk” ismini kullanan deyu birileri çıkarmış oradan o dörtlükleri. Nokta nokta da koymamışlar “Çıkardık.” diye. Adam görmüş, Bethoven duymuş… Kim kör şimdi? “Ne istiyorsam bana geliyor topraktan. Toprağa da bu güç verilmiş Hak’tan.” diyen Âşık Veysel Şatıroğlu mu âmâ! O dörtlükleri oradan çıkaran mı;  söyler misiniz? Âşık Veysel çiçeklerle konuşmuş. Çiçeklerin bestesini duymuş. Hayatın bestesini duymuş. Hayatın bir musıkî olduğunu duymuş. Bethoven kalp kulağıyla dinlemiş hayatı. Dinle sen de bir gece yıldızları.

Konya’ya gidiyorduk bir gün arkadaşımla. Arabadan indik. Hikâye anlatır gibi anlatıyorum değil mi? Sanki bir yıldız yağmurunda ıslanacaktım. Islandım, ıslandım. Çok da uslandım. Gece, sessizlik… Şu telin sesi tüm Konya ovasını kaplayabilirdi.

Aman Ya Rabbî!

Meyve toplar gibi yıldızları toplayabilirdim. Yıldızların müziğini duydum. Şu an ağlayabilirim. O an anlatılmaz ki! Ürpertiyle koştum arabaya. Korktum yıldızlardan. O haşmetten korktum. O haşyetten… Ne kaldı bende şimdi bilmiyorum ama bir haşyet, bir uyanıklık mıydı! Bir ânlık işte…

Hey hey! Hayat bize beste beste seslenir. Duyar mıyız? Bethoven duymuş. Sağır sağır duymuş diyorlar. Kim sağır? Bağır bağır duymayanlar var, kulakları yerinde… Gözleri var; görmezler. Kulakları var; duymazlar. Kalpleri var; hissizler. Ah sizi bestesizler! Ah sizi şiirsizler! Ah sizi körler! Kim o, Veysel’in dörtlüklerini çıkaran!

Yalvarıyorum Allah’ım; beni göre göre körlerden etme! Yalvarıyorum; duya duya duymazlardan etme! Hayatın sesini duymak istiyorum. Hayata doymak istiyorum.

Giderken beni karanlığa terk etme; o kelimeyi söyle: Allah’a ısmarladık…

 

(Hafta içi her gün saat 18.00’de İstanbul Bizim Radyo’da yayınlanan  “Keyfince Lügât” programından deşifre edilmiştir.)

 

Ali Hakkoymaz

alihakkoymaz@gmail.com

 

 

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*