ÂSİTÂNE’Yİ BİLİR MİSİN?

Yüzüme yüzüme çarpıyor rüzgârın hafif esintisi.

Ve işte vapur iskelesi, martılar ve bir de simitçi…

Hayır, hayır, hayııır. Simit değil gevrek o! Sanki beni duydu gevrek satan amca. Nasıl da bağırıyor kulağımın dibinde gevrek gevrek diye. Evet, İzmir’deyim şuan. Arka tarafımda saat kulesi. Elimde Asitane kitabım. Ahhh, dalmışım okurken işte. Bir İstanbul rüzgârı geçti üzerimden. Ondan böyle oldu bir an. Sen ne kadar seversin İstanbul’u dostum bilmiyorum, ama ben de herkesin sevdiği kadar çok seviyorum işte, gitmeyince büyük bir özlem duyuyorum memleketim gibi.

Eee, kitapta neler var merak etmiyor musun? Ben seni biraz meraklandırayım ama, öyle okumadan olmaz işte. Çok farklı bir kitap bu, yazarı tam bir İstanbul aşığı, satırlarında hissediyorsun bunu. Bir de bir şey söyleyeyim mi, tam bizlik ya! Gezmeyi seviyoruz ya, bir gezi rehberi işte. Hele bir de İstanbul’u seviyorsan…  Hemen alıp okuyorsun tamam mı?

Ben de şimdi son sayfalarda akıp gidiyorum. Şimdiki İstanbul’dan çok farklı ve çok güzel. Sokaklarına giriyorum, çıkıyorum. Senle de bir tur atalım hadi. Atla gidiyoruz.

Atla gidiyoruz derken, gerçekten atla gidiyoruz. Evet, evet çabuk geldik değil mi? Yakın ya ondandır. Faytona bindin mi hiç? Ben binmiştim. Benzini yok, mazotu yok, dumanı yok, çok gürültüsü yok. Adeta doğal bir gürültüsü var. Dıgıdık dıgıdık dıgıdık…

Allah’ımmm! Nasıl güzel evler böyle, yine coştum ben ya. Gerçekten koca binaların içinde yok olup gidiyoruz, ama yani coşmakta haksız mıyım kardeş? Şuralara bak; şadırvanlar, sebiller, medreseler, hanlar, hamamlar… Gezmekle bitmez ki İstanbul, yaşamak gerekir. Ne mısralar dökmüşler adına. Tamam, tamam. Sana satırlarca şiir okumayacağım şimdi merak etme.

Hadi Süleymaniye Camii’ne gidelim. Neden oraya, diye mi soruyorsun? Bilmem içimden geldi, ama kitabın içinden çıkıyoruz birazcık.

38

Mimar Sinan’ın kalfalık eseriymiş burası, düşün ustalık eseri nasıl olur?  Temelinin atılması için üç yıl beklenmiş. Düşün, o kadar sağlam bir yere ayaklarını basıyorsun şuan. Ve ne hesaplar yapılmış her bir köşesi için. Öyle kolay hesaplar da değil, ebced hesaplarıyla Allah, Muhammed isimleri işlenmiş adeta. Neyse, gelmişken tefekkür etsek ya. Sanırım erken teşrif etmişiz, daha bitmemiş. Baksana, Mimar Sinan hâlâ burada. Ama napıyor? Ne, nargile mi? Yok artık, caminin ortasında hem de! Tamam, tamam sakin ol. Ama ben de bir anlam veremiyorum şuan? Aslında seviyesine bugün bile ulaşılamayan dâhi bir mimardır o. Yapıyorsa bir bildiği vardır. Sanırım bizim gibi anlam veremeyenler Sultan Süleyman’a haber vermiş, nasıl söylemişlerse artık, hışımla buraya geliyor. Ve bağırıyor:

“Bu ne iştir, Koca Sinan?”

Bir dakikaaa, benim gördüğüm şeyi sen de görüyor musun? Nargilenin içinde tütün yok, sadece su var. Akustiği ayarlamak içinmiş bu yaptığı… Öyle diyor, duydun mu? Koca Sinan yine yapacağını yaptı ya!

İstanbul, neler barındırmış içerisinde şimdiye kadar; ne Sinanlar, Fatihler, Yavuzlar, Mehmedler geçmiş içerisinden ve daha da ötesi… Velhasılıkelâm, bu yolculuğun keyfini tek başına da tatmanı tavsiye ederim. Çünkü gidilecek daha bir sürü yer var, hepsine beraber de gidemeyiz. Bence hiç durma, hemen başla. Bana da neler yaşadığını anlatmayı unutma. Şimdiden yolun açık olsun.

 

Şüheda Kale
suheda.kale07@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*