Kur’ân denizinde devr-i âlem

Bu kâinatı yaratan Yaratıcı, kendisini tanımamız üzere, O’nu ilân eden sonsuz delilleri de kâinata koymuştur. Kâinat kitabını okuyarak onu bilmemiz, bulmamız için de bizi bir imtihana tabi tutmuştur.
O’nu ilân eden sonsuz delillerin en büyüklerinden biri de kâinat kitabının tefsiri hükmünde olan Kur’ân’dır.

İnsan bir yolcudur. Bu imtihan yolunda karşısına çok musibet ve düşmanlar gelir. Bu düşmanlardan kimi zaman kurtulsa da, kimi zamanlar boğulur, güç yetiremez düşmanlarına. Sığınır Rabbine. Bir çıkar yol, bir kurtarıcı ister. Allah her durumda Kur’ân’ı bir kurtarıcı, bir öğretici yapmıştır insanlara. Kur’ân ile baş düşmanları olan nefis ve şeytana karşı muzaffer olur insan. Şeytanla yapmış olduğu meydan muharebelerinde sapasağlam bir kale olur Kur’ân; ona sığınan mağlup olmaz, onu okuyan yolda kalmaz.

Kur’ân bir delildir, evet. Peki, Kur’ân’ın Yaratıcı’yı tanıtan delillerin en büyüklerinden olduğuna delil nedir? Hadi birlikte bakalım…

Kur’ân; bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır, O’nun fermanıdır, O’nun hitabeti ve de hutbesidir. Bu yüzden Kur’ân’ın okunuşunda öyle bir akıcılık ve tatlılık vardır ki lisanlara ağır gelmez. Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Sekeratta olanın damağına şerbet gibi oluyor.”1  Yani Kur’ân’ın o hoş nağmeleri; ölmek üzere olan bir insanın kulağında, aklında, ağzında, damağında şerbet gibi, zemzem gibi lezzetli bir hâl alıyor.

Bu lezzetin, tatlılığın müşrikler de farkına varmışlar, onlar da tadına bakmışlar; “İyisi mi biz buna sihir diyelim” diyerek mükemmelliğini inkâr edemeyip, farklı saldırı metodları denemişlerdir. Kur’ân’ın üslûbu öyle hayret vericidir ki, bir tek sure, Kur’ân okyanusunu içine alır. Bazen olur ki, bir tek ayet o surenin hazinesini içine alır. Aslında bu bile insanları doğruya iletmek noktasında Sâni-i Hakîm’in bir lütfûdur. Çünkü herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde her zaman bütününü okuyamayabilir. Kur’ân’dan mahrum olmasınlar diye her bir sure birer küçük Kur’ân olur, her bir uzun ayet birer kısa sure makamına geçer.

Öyle bir uyum, öyle bir tesanüd (dayanışma) vardır ki Kur’ân ayetleri arasında;

Parça parça, ayrı zamanlarda nazil olmasına rağmen, öyle uyumludurlar ki; sanki bir defada nazil olmuştur.

Farklı sorulara cevap olduğu hâlde, öyle mükemmel bir imtizaç içindedirler ki; sanki soru birdir.

Bambaşka hadise ve olayların açıklanması olmasına rağmen, öylesine intizam ve düzen içerisindedirler ki, sanki hâdise birdir veya bir hâdiseye cevaptır.

Bütün zaman ve mekânlardaki insanlara hitap etmesine rağmen, öyle kolay anlaşılır ki; sanki muhatap birdir.

Kur’ân ayetleri arasındaki uygunluk ve birlik, dayanışma ve uyumdaki mükemmellik, okumakla yükümlü olan ümmîlere de şefkat kanadını gerer. Onlar Kur’ân’ın tamamını okuyamazlar. Bu yüzden i’caz-ı Kur’ân, onlar da tam sevap kazanmak nimetinden mahrum olmasınlar diye bir sureyi Kur’ân hükmünde kılmıştır.

Muhatabı sadece ümmîler olmasa bile büyük bir kesimi avam olduğundan onların hislerini okşar, anlayabilecekleri şekilde hitap eder. Muhatabına göre hitabet belagatin bir deliliyken, hasta nefisler bunu saldırmakta kullanmayı tercih etmişlerdir. Oysaki avamın zihinleri basittir. Bakışları derin değildir, incelikleri fark edemeyebilir. Bu yüzden avamın fikir frekansına uygun bir tarzda, semavat ve arza yazılmış olan ayetleri tekrar ediyor.

Bunu bilimle uğraşan, ilmine güvenen kimi âlimlerin neden anlamadıklarını da şu ifade açıklıyor aslında:

“Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez.”2

Onlar maddiyatla öyle şiddetli uğraşmışlarıdır ki; iman, İslam, Kur’ân hakikatleri pek uzaklarında kalmıştır. Göz, kalp ve ruhun gördüklerini göremezler. Onların kalplerinde can kalmamış, tabiat bataklığında çürümüşlerdir.

Nitekim Kur’ân’ın şu ayeti onları tehditler savurarak bir düelloya davet etmesine rağmen, yüzyıllardır hiç birinden ne bir ses, ne de bir icraat gelmektedir:

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا 3

 

Dipnotlar:
1) NURSÎ, Bediüzzaman Said; Sözler; Yeni Asya Neşriyat; Şubat 2016; sf 609
2) NURSÎ, Bediüzzaman Said; Muhakemat; Yeni Asya Neşriyat; Şubat 2016; sf 35
3) “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler. (İsra Suresi, 88. ayet)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*