AH O ESKİ EVLER

İçinde yaşayanı olmadığı gibi, senede bir defa dahî kapısını aralayan kimsesi kalmamış eski evlerin yanından geçerken içimi hep bir hüzün kaplar…

İçerisini hep merak ederim. İçi boşaltılmış olsa da illa göreceğiniz birkaç parça eşyaya rastlarsınız. Belki duvarda asılı bir pantolon ya da ceket. Köşede bir sandık, bazılarının içinde eski eşyalar. Ocak yanında duvarda bir kaşıklık ve içinde birkaç kaşık. Belki bir gaz lambası… Süt tenceresi altlığı (nihale), genelde halka şeklindedir. Bakır su kaplarının (bakraç) ağzını örtmeye yarayan tahtadan yapılmış kapak. Testiler, küpler. O küplere genelde ekşi ve pekmez konur.

“Oyma” denilen duvarlardaki küçük raflar, serkenler… Ocak yanında terce denilen odun dolabı. Odaların üst bölümünde köşeye yapılmış o üçgen tarzı dolaplar. Genelde ekmek dolabı olarak kullanılmış. Yine bir köşeye yapılmış o küçücük hamamlar. Üzerinde küçük bir dolap da vardır, genelde kitap konur.

Kim bilir o evlerde mutlu ya da hüzünlü ne günler yaşandı. Kim bilir kaç beşik “tıngır mıngır” sallandı. Kaç genç kız telli duvaklı yeni yaşamına yol aldı. Kaç delikanlı baba ocağını tüttürmeye devam etti… Aslında zor olsa da kaç nesil bir arada beraber yaşadı. Kaç tabut kapı önünden helallik dilenerek ebedî yolculuğa çıktı. Evin büyüğü dedenin yeri belli, onun bir ağırlığı var, aslında herkesin yeri belli…

Evet, eski evler bana hep bunları hatırlatır, hatta bunun gibi daha birçok şeyi. Böyle evlere girerseniz yanınızda o evde yaşamış ya da yaşananları bilen bir tercümanla girmek en güzeli, zira o size ceddiniz hakkında bilgi verir, paylaşması güzel anıları sizle paylaşır, geçmişinize ışık tutar… Eski evler kendi içinde bir tarih barındırır.

Bunları neden mi yazdım?

Göç vermemiş bir memleket yoktur herhalde. O köyde doğup büyümemiş olsanız da, Ceddinizin mekânlarını ziyaret ettiğinizde, orada yaşayanlar sizi gördüğünde sıcak bir ifadeyle “kimlerdensin” diye soruyor. “Kimsin” demiyor “kimlerden” olduğunuzu soruyor, kendinizi tanıttığınızda “bir çayımızı için” diye davet ediyor. Bu “kimlerdensin” ifadesine takıldım, zira çok hoşuma gitti.

Neden mi?

Ben tek başıma bir anlam ifade etmiyorum, Ceddimle beraber bana bir mânâ yükleniyor, tek başıma bir hiç olduğumun farkına vardırıyor. Bu yüzden geçmişle bağların kopmaması gerektiğini düşünüyorum. Aileden kalma evler terk edilmemeli, ki terk ediş bana vefasızlık gibi geliyor.

Belki de bize bu soruyu soran amcadan sonraki nesil bu soruyu bile sormayacak, çünkü artık kimse kimseyi tanımıyor olacak, isterseniz aynı köyden olun fark etmez, çünkü yaşantılar değişti, ilgi alanları, muhabbet alanları, gezi alanları değişti. Her şeyden önemlisi insanlar değişti. Çünkü bizler “ben” nesli yetiştiriyoruz, “biz”i unuttuk…

Tatilde memleketine gidenler vaktini denizde ya da eğlencede harcar oldu. Şayet tarla bahçeye giden büyükleri varsa onlara eşlik eden yok, herkes kendi dünyasında. Çocuklar bir patatesin toprakta yetiştiğini anca kitaptan öğreniyor. Oysa bahçeye inse yaşayarak öğrenecek Denize gitmekten korkmayan, ama börtü böcekten korkan bir nesil var.

Bu nesil dede ve nenelerini nasıl tanıyacak, onlarla ilgili nasıl anı biriktirecek…

Aile büyükleri bu dünyadan göçünce o evde büyükleriyle bir anısı yok ki, nasıl vefalı olacak?

Onunla birlikte bahçeye inmemiş ki! Onunla beraber hayvan otlatmamış ki! O zevki nereden bilecek? Bizim oralarda hayvan da kalmadı.

Rahmetli anneannem Cuma geceleri hiç bir yerde kalmazdı, gerekçesi şuydu, “mübarek gecelerde anne babamın ruhu eve gelir, geldiğinde ben evde olmalıyım…”

İyi ruhların dolaşabildiğini biliyoruz. İşte bu yüzden aile büyükleri kalmadı diye o evler terk edilmemeli. Kapısı aralanmalı.

Kim bilir anne babanız, dede ya da neneniz sizi orada gördüğünde mutlu olur…

 

Züleyha Aydın Kaba

ahyeluz2000@gmail.com

3 Yorum

songül pan için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*