HAYÂL 1

Belâgatça vech-i münasebet ve müşabehet budur: Farazâ bir adam hayâl balonuyla küreden yüksek yere uçarsa; dağların silsilelerine baksa, acaba tabaka-i türabiyeyi direkler üstüne serilip atılmış bedevi haymeler (çadırlar) gibi tahayyül ederse ve münferid dağları da bir direk üstünde kurulan bir çadıra benzetilse, acaba tabiat-ı hayâle muhalefet olur mu? Farazâ sen o silsileleri müstakil dağlar ile beraber sath-ı arza keyfiyet-i vaziyeti bir bedevi Arabın karşısında tasvir tarzında tahayyül ve tahyil edersen, şöyle: Bu silsileler A’rab-ı Bedeviyenin haymeleri gibi arz sahrasında kurulmuş ve taraf taraf da çadırlar tahallül etmiş desen…
Arabların hayâlî olan üslûblarından uzak düşmüyorsun…
(Muhakemat)

09

Üstad’ın bahsettiği hayâlin yere inen gölgesi temâşâdır dersek; Arap kıyafeti giyip, bir bedevi çadırında otursa… Sadık el-Müeyyed, Afrika Sahra-i Kebîri’nde Seyahat notlarında anlatıyor: “…Ben ise bütün bu harekât ve ameliyât arasında dolaşıp her şeyi yerli yerine koydurduktan sonra çadırımın kapısına yol iskemlemi kurar, tabiatın letâfetini temaşaya koyulur, gündüzün harâretinden, yorgunluğundan vücûdumda hissettiğim rehâvet-i müz’icenin yavaş yavaş indifâ’ını (kaybolmak) duyarım. Konağımızın üç muhtelif noktasında birden ateşlerin yanması, bedevilerin kendilerine mahsûs ve ekseriyâ müessir ve latif terennümat-ı garîbânesi, yabani kır otlarının tarâvet-bahşâ râyihası (tazelik bahşeden kokusu), hele mehtâbın ancak çöl gecelerinde görülen o bî-pâyânî-i lemeânı (sonsuz parlayışı) içinde insan bir saat evvelki sıcağı, rahatsızlığı, sıkıntıyı -sanki hiç vâki olmamış gibi- unutarak bir taze hayât-ı âzâde ile teneffüse başlar.”

O  zaman, hayâl, bu teneffüs içinde gerçeğin bir gölgeliğinden mi ibarettir?

Ve keza, diyor Üstâd; o habbe-i kalb (zira “kalp, bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada” yürüyebilir) için, pek çok hizmetçi vardır ki, o hâdimler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh olur. Hattâ kalbin hâdimlerinden bulunan hayâl -meselâ- en zaîf, en kıymetsiz iken, hapiste ve zindanda kayıdlı olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandırır. Ve şarkta namaz kılanın başını Hacer-ül Esved’in altına koydurur. Ve şehadetlerini Hacer-ül Esved’e muhafaza için tevdi ettirir. (Mesnevî-i Nuriye)

Yer yüzeyi insanın hayâl denizinin bir kıyı şeridi gibidir. Hayâl balonu… Öyle ise, hayâl bir taşıt ve yakıtı olmayan bir taşıt mıdır? Madde de (nefis) bir balon gibi ve içi hayâlle dolu bir gerçeklik hissi midir? Hayâl bir görünmeyen ışık türü olmasın? Zaman gibi bir enerji? Hayâl ve zaman ile mekân da genişliyor, cismaniyet gelişiyor; bir siyah taş (Hacer-ül Esved) ile (yani cismani) şekil alan bir hayâl gerçek değil de nedir?

11

Görünen o ki, hayâl insanın ve mahsus evrenin varlık cüzlerinden… Hayâl ile zaman birleşerek gerçekleşir, diyenlerin yanında hayâlin zamanı aşan süratini kullanmayı önerenler de bulunuyor. Bu durumda zaman, hayâlin yol aldığı bir zemin mi yoksa engel mi ya da hayâlin biçim alacağı kalıpları mı?

Yani, Stefano D’anna’nın dediği “visibilia ex invisibilibus” yani “görünenler, görünmeyenlerden çıkar” mı yoksa Bediüzzaman’ın sürekli vurguladığı, “dimağda meratib var” ile hayâlin alacağı yol ile biçim ve hâl değişecek ve herkesin kendine özel uzayında hakikat yalnızca ‘itikad’ menzilinde mi açığa çıkacak… Ya da “Daire-i imkânda daha ahsen yoktur” olan sözü, İmam-ı Gazalî’ye dedirten hilkatteki kemal ve hüsne (Muhakemat) olan kanaat midir hayâlleri gerçekleştiren?

Bazen insan -kendi dâhil- pek çok şeye sahip olabileceğini düşünebiliyor. Ancak tüm bunların aslında yüzde 99,99999999 oranında boşluktan oluştuğunu düşününce, hakkında kibirlendiğimiz şeyler o kadar da önemliymiş gibi gelmiyor. Olay şu: Bir atomun boyutu, çevresindeki elektronların ortalama konumuna göre belirleniyor. Yani atomun büyüklüğü aslında çekirdeği ile elektronlar arasındaki boşluktan oluşuyor. Çekirdekler genellikle bu boş alanın sadece yüz binde biri kadar bir boyuta sahip oluyor. Eğer atomlar arasındaki boşluktan kurtulup sadece çekirdek ve elektrondan ibaret olsaydık, her birimiz bir toz tanesinden daha küçük bir boyutta olurduk. Tüm insanlık bir küp şeker kadar bir alana sığabilirdi.

10

Peki, o zaman bu kadar kütle nereden geliyor?

Cevap: Enerji. Temelde hepimiz proton, nötron ve elektronlardan oluşuyoruz. Atomun çekirdeğindeki proton ve nötronlar ise kuark adı verilen daha küçük parçacıklardan meydana geliyor. Bu kuarklar gluon adı verilen başka bir madde sayesinde bir arada durabiliyor. Kuarklar proton ve nötronların kütlesinin çok küçük bir yüzdesini oluştururken gluon ise tamamen kütlesiz bir madde.

Pek çok bilimci, vücudumuzdaki kütlenin çoğunun, kuarklar ve bunları bağlayan gluonların kinetik enerjisinden kaynaklandığını düşünüyor.

Peki, tüm evrendeki atomlar neredeyse tamamen boşluktan meydana geliyorsa herhangi birine dokunduğumuzda nasıl hissedebiliyoruz? O zaman ‘boş’ hayâller nasıl gerçekleşecek?

Bu noktada ‘boşluk’ kavramını yeniden incelemek gerekiyor. Çünkü boşluk dediğimiz şey aslında asla tamamen boş olmuyor. Bizim boşluk olarak gözlemlediğimiz alanlar, (hayâllerimizi sürdüğümüz uzaylar) aslında dalga fonksiyonları ve görünmez kuantum alanları ile dolu. Kuantum fiziğine göre, elektronlar da bu şekilde aynı anda atomun her yerinde bulunabiliyor ve aslında boşluk olan alanların katı bir his vermesine sebep oluyor. (Dünya Halleri)

Burada ortaya çıkan, mahsus uzayımızda ‘boş’ hayâller ile bir şeyin tanımına götürecek sürecin hareketini izlememiz gereği… Tanım bir şeyin sınırının tespitinden ibarettir. Bu da etrafın tespiti ile mümkündür. Yani, bir şeyin varlığı diğer varlıkların belirlediği bir alandır. İşarettir. Telmihtir. Her bir şey bir kelimedir. Bediüzzaman’ın istediği gibi: “Hem de hakikatın etrafına bir daireyi çekmek istiyorum, tâ hakikat mahsur kalıp kaçmasın” (Muhakemat) içindir.

İnsan, mahsus âleminde hayâlleri parçalar, kurgular, hareket verir. Sonra bu hayâller tasavvur (tasarım) katına geçer. Hayâlde hakîkat görülmez. Zihinden hayâller perdeli ve suretler şeklinde gelir geçer. Bu hayâl ve düşünceler çeşitli suretleri giyer ve dokur. Bu parçacıklar zihnin çarklarına yansıdığında hayâlin elinde tutar, ölçmek ister. Çünkü “mantıkça, tahayyül hüküm değildir.”  Hakikatin parçaları olan mânâlar kalpten çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayâle girerler; oradan suretleri giyerler. Hayâl ise, her vakit bir sebep tahtında, bir nevi suretleri nesc eder (dokunmak, yani temas… enerji ile kütle de kazanıyor, maddî his burada ortaya çıkıyor, boşluk ‘anlam’ kazanıyor). Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır; hangi mânâ geçse, ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. (Sözler)

Işık ve maddenin elektromanyetik alanlarının birbirine karıştığı gizemli mikroskobik dünyada enerji değiş tokuşu yapan plazmonlar, eksitonlar ve bilinmeyen başka parçacıklar bulunmaktadır. Fizikçiler, hayâlden atom altına bu var olan parçacıklara enerji taşıyan yeni parçacıklar dizisi eklediler. Topolojik pleksitonlar (topological plexcitons) adı verilen bu yeni parçacıklar, güneş hücreleri ve nanoboyuttaki devre parçaları için enerji akışının artırılması konusunda umut vaat etmektedir.

Bu parçacıklar, eksiton enerji transfer (EET) sürecinin aydınlatılması amacıyla UC San Diego, MIT ve Harvard üniversitelerinden araştırmacılar tarafından tasarlandı. Topolojik pleksitonlar, plazmon ve eksitonların konjuge edilmesi ile elde edilmekte ve EET sürecinde enerji akışının daha iyi sağlanması amaçlanmaktadır. Işık ve madde birbirleriyle etkileştiklerinde enerjilerini değiş tokuş ederler. Bu değişim, kendi bozunma oranlarından çok daha hızlı olduğu zaman, bireysel kimlikleri kaybolur ve hibrid parçacıklar olarak değerlendirilirler. Bir bakıma eksiton ve plazmonlar pleksiton formuna dönüşürler.

EET, önceleri 10 nm gibi küçük mesafelerde gerçekleşmekteydi, fakat pleksitonların elde edilmesi ile bu mesafe yaklaşık bir saç telinin genişliği kadar olan 20.000 nm’ye kadar genişledi.

Bu araştırmaya göre, ileride pleksitonlar, güneş hücreleri ve fotonik diğer aygıtların bileşenleri arasında enerjinin dağıtılması amacıyla kullanılabilir. (Topological plexciton energy particals- Mit)

Büyük uzayda ve ‘âlemin misal-i musaggarı’ olan insanın mikro uzayındaki bu temaslarda, Bediüzzaman’ın yaşadığı şu hadîse gibi -güneş hücreleri ve fotonik aygıtlar arasındaki enerji dağılımını gözlemlerken meselâ- bir ses duyulsa, şunun gibi:

“…bir zaman -küçüklüğümde- hayâlimden sordum: ‘Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?’ dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden ‘ah’ çekti. ‘Cehennem de olsa beka isterim’ dedi.” (Asa-yı Musa)

Demek ki ne hayâller, ne de hiçbir şey boşluktan hiçliğe düşmek istemiyor. Peki, ne istiyor? Zamanda atlamak… Nasıl? Gelecek sayımızda inşaallah

 

Caner Kutlu
caner-kut@hotmail.com

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*