ZAMAN ÖYLE FEDAİLER İSTER Kİ…

Heyy kardeşimm, baksana şu güzel manzaraya!

Yok yok, deniz manzarası felan değil ya hu bu sefer. Peki, neresi mi? Güzel soru. Ben şu an nur cemaatimin nurlu ablalarını temayül ediyorum. Hepsi de elmas kıymetinde, bazen akrabadan öte.

‘Yokkk canımmm’ felan değil canım. Baksan sen de göreceksin. Yani beslendiğimiz kaynak bir olunca (paranteze gerek var mıydı bilmiyorum ama açtım artık, tabi ki de Risale-i Nur). Anne-babalar bile evlatlarını aynı ortamda yetiştirip aynı şeyleri vermelerine rağmen kardeşler bir olmuyor ya. Heh, bi de cemaat kardeşliği var bunun yanında, bak bakayım dışarılarda böyle kardeşlik bulabiliyor musun? Baktın mı, bulamadın dimi?

Sözler, tavırlar, hâller o kadar benziyor ki. Samimiyet, uhuvvet, muhabbet… Tebessümler havada uçuşuyor ya. Yav abartmıyorum, sen de hissetmiyor musun aynı şeyleri?

Daha neler neler sıralarım da ben sana, şimdi boşver sen beni. Üstadı dinleyelim hadi. (bak yaa yine kafiyeme kuvvet!) Ne demiş Barla Lahikası’nda: “Sizler benim için çok ehemmiyetlisiniz. ‘Sıddık-ı vefiy bu zamanda yoktur.’ diyenlere karşı sizleri gösteriyorum.” Düşün taaa o zamanlardan vefalı insan kalmadığını söylemişler. Şimdi hâlimiz harap. Ne doğru söz, ne vefa! Hee cemaatimin güzel insanları müstesna tabii. Bu kadar mı peki? Hayır, tabi ki. Canım Üstadım her mektubuna da başlarken “Aziz, sıddık, vefâdâr, fedakâr, mübarek, masum, ahiret kardeşlerim” gibi lafızlar kullanmış, özelsiniz der gibi. Belki bir teşviktir de bilemiyorum.

Yine çok yerlerde bahsediyor bu mübarek abilerimden, ablalarımdan. Yaaa, ne sandııın, ablalarımdan da bahsediyor tabii. Onları şefkat kahramanları diye vasıflandırıyor. Üstadım zamanında yaşamış bu mübarek ablalarım, “Ben efendimin göreceği dünyevi işleri de yapmaya çalışacağım.” deyip eşlerini hizmete yollamış. Hatta odun hamallığı bile yapan Zehra Ablam var. Onların yaptığı bu fedakârlıklara karşı Üstadım da “Beni sürur gözyaşları ile ağlattı.” tabirini kullanmış…

E hadi, o kadar bahsetmişken bu ablalardan, seni bugün Lütfiye Ablamızın yanına götürmek istiyorum. Neresi mi? İşteee, ‘Kastın neydi Moniiii’ değil tabi ki, Kastamonu. Üstad yine sürgün… Abilerimiz etrafında. Peki ablalarımız? Bi evlerini ziyaret etsek de iki yudum bir şeyler mi içşek? Tabi ki çay bahane, Risale-i Nur dersleri şahane!

Napıyor ki acaba şimdi? Ev işleri, malûm eşi de yok. Neyse biz kapısını tıklatalım. İşte Lütfiye abla.  Aaa, napıyor ki? Arkası dönük, göremiyorum. Bindallısı değil mi o? Bindallı ne miii?  Aaa çok kıymetlidir bindallı bir hanım için. Hatta o zamanda altın ve gümüşle işlenerek yapılır, çerçevelerde saklanır, evlatlara miras bırakılırmış.

Risale-i Nur değil mi onlar ya hu? Sanki onları bindallısıyla kaplıyor, çok değerli değil mi onlar ya? Nasıl bi fedakârlık? Ya tamam, biz anlamayız ama öyle.

Tık tık tııık. Ayy sanırım birileri geldi. Neyse biz şöyle bir kenarda duralım.

Aaa, onlaaaar? Pardon ya unuttum bir an seni heyecandan. Onlar, Saniye, Ulviye, Aliye ve Zehra ablalarımız; yani diğer fedakâr şefkat kahramanları. Sanırım ders yapmaya gelmişler. Böyle bir zamanda bu azim,  bu gayret, bu fedakârlık, bu hizmet… Rabbim bizi de bu daireden ayırmasın inşallah. Şevk ve gayretle hizmet edebilmeyi nasip etsin.

O kadar kavlen dua ettik. Hadi kardeş, fiili duanın başına, Risale okumaya…

 

Şüheda Kale

 

Kastamonu Şefkat Kahramanları

Sırasıyla: Asiye Mülazımoğlu, Saniye Çolakgil, Lütfiye Hanım, Hacer ve Zehra Hanımlar, Aliye Hanım, Hatice Yıldız, Fatma Aydoğdu Ural, Hikmet Tümer

53
59

58

55

52

56

54

57

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*