DARBELERDEN ZİHNİYET VE SİSTEM DEĞİŞİMİYLE KURTULURUZ

Ülkemizin, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana maruz kaldığı darbeleri, darbeler sürecinde yaşanan hukuksuzlukları ve darbelerden kurtulmamızın temel çarelerini; 21 Şubat’ta 48. yıldönümüne erişen Yeni Asya gazetesinin genel yayın müdürü Kazım Güleçyüz ile konuştuk.

 

Türkiye’nin şimdiye kadar yaşadığı darbeleri kısaca değerlendirebilir misiniz?

Türkiye Cumhuriyet adı altında yola çıkarken, aslında darbeden farksız bir eylemle, tasarrufla işe başlamış oldu. “Yarın Cumhuriyet’i ilan ediyoruz” dendi Çankaya sofrasında. Milletvekilleri dışlanmış, muhalifler dışlanmış oldu. Dolayısıyla cumhuriyet adı altında üstadın ifadesiyle bir istibdad-ı mutlak rejimi, tek parti ve tek şef… Maalesef şu günlerde gündemdeki paketin ve referandumun referansı da bu.


1950’de dışarıdaki gelişmelerin de zorlamasıyla, o günkü yöneticiler kerhen, istemeye istemeye çok partili sisteme ‘evet’ demek mecburiyetinde kaldılar. Ama bunu içlerine sindiremediler bir türlü ve on sene sonra ilk darbeyi gerçekleştirdiler. Millete ait olan orduyu seçilmişlere karşı kullanarak… Milletin ülkeyi korumak için, kendini korumak için verdiği silahı, milletin seçtiği insanlara doğrultarak 27 Mayıs Darbesi’ni gerçekleştirdiler. Seçilmiş Cumhurbaşkanı, seçilmiş Başbakan, bakanlar, milletvekilleri hepsi zindanlarda itilip kakıldı ve başbakan ile iki bakan asıldı. Sonra tekrar zor bela toparlanır gibi oldu. 1965’te Demokrat Parti(DP)’nin devamı olan Adalet Partisi(AP) tek başına iktidara geldi, ama 12 Mart 1971 Muhtırası ile yine çekilmek mecburiyetinde bırakıldı, yine asker müdahalesi kullanılarak. Ve geldik 12 Eylül 1980’e. Yine AP var, demokratlar var. Orada da maalesef bir kez daha millettin seçtiği parlamento dağıtıldı. Milletin seçtiği parlamentonun içinden çıkan hükûmet devrildi ve bir darbe daha gerçekleşti. Sonraki dönemlerde açık darbeler yapılamadı. Denemeler oldu, ama başarılı olamadı. Yıldönümünü idrak ediyor olduğumuz 28 Şubat’ta zamana yayılan bir müdahale süreciyle yine demokrasi daraltıldı, hak ve hürriyetler noktasında çok ciddi ihlaller yaşandı.
ürkiye Cumhuriyet adı altında yola çıkarken, aslında darbeden farksız bir eylemle, tasarrufla işe başlamış oldu. “Yarın Cumhuriyet’i ilan ediyoruz” dendi Çankaya sofrasında. Milletvekilleri dışlanmış, muhalifler dışlanmış oldu. Dolayısıyla cumhuriyet adı altında üstadın ifadesiyle bir istibdad-ı mutlak rejimi, tek parti ve tek şef… Maalesef şu günlerde gündemdeki paketin ve referandumun referansı da bu.

Geldik 15 Temmuz’a… 15 Temmuz’da da maalesef bir darbe girişimi oldu, 2016’da artık bunların geride kalmış olması gerektiğini düşündüğümüz bir zamanda, akıllara ziyan bir kalkışmayla karşı karşıya kaldık.

Sistemin ve zihniyetin değişmesi lâzım

Yani demek ki sistemde bir arıza var. Demokrasiyi sağlam temellere oturtma açısında ülke olarak, toplum olarak, devleti yönetenler olarak bir şey yapamamışız. Bu kadar tecrübeler yaşanmasına rağmen. Bunun en önemli sebebi, hâlâ darbe anayasasıyla yönetiliyoruz biz. Şu anda değiştirilmek istenen maddelerin işin özüyle hiçbir alakası yok. Ve darbe anayasası, darbe mevzuatı, temel kanunlar, siyasi partiler, seçim kanunu, üniversiteler kanunu, YÖK, milli eğitim temel kanunu gibi hayatın temel alanlarını düzenleyen kanunlar hep darbe mevzuatı. Dolayısıyla bunları değiştiremediğimiz, bunları değiştirecek bir zihniyet değişikliğini -demokratik anlamda- başaramadığımız ve toplumda bunu güçlü bir talep olarak seslendirilir hâle getiremediğimiz müddetçe bu darbe tehlikesinden kalıcı olarak kurtulabilmemiz pek mümkün gözükmüyor.

Pek bir şey değişmedi mi diyorsunuz?

Değişmedi, değişebilmesi için önce zihniyet dönüşümünün gerçekleşmesi ve sistemin ta anayasadan başlayarak kalıcı bir şekilde demokratik güvencelere bağlanması lâzım. Darbe deyince tabi, askerî darbe ayrı, sivil darbe ayrıdır. Sivil darbe çeşitleri de var. Bunların da değişik şekillerini yaşıyoruz.

Bu mümkün görünüyor mu sizce? Kolay mı?

Zorluğumuz şu; bizim toplumumuz aşağıdan gelen bir taleple demokrasiye geçmedi. Ulu’l-emre itaat geleneği var asırlar öncesinden gelen ve bu yanlış yorumlanıyor. Neticede hak ve özgürlükler, demokrasi, hukuk bilinci çok fazla yerleşmiş olmuyor maalesef. Ama Batı’da öyle değil, orada yüzyıllara yayılan çatışmalarla, hak-özgürlük mücadeleleriyle demokrasi bugünkü kıvama erişmiş. Sistemleştirmişler, sürekli de geliştiriyorlar. AB normları dediğimiz işte bunlardır. Orada toplum yüzyılların birikimiyle bir demokratik bilinç oluşturmuş. Bizde o yok, en büyük sorunumuz bu. Bugün itibariyle baktığımız zaman halkın gündeminde demokrasi güçlü bir talep olarak yer tutamıyor.

 

Bediüzzaman önemli bir referans…


Bunun için çok çalışılması lâzım. Bu noktada çok önemli bir referans isim olarak Üstad Bediüzzaman’ı işaret etmek lâzım. O, 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden itibaren hukuk, adalet, hürriyet gibi temel ve çağdaş değerleri İslâmî referanslarla yorumlayarak anlatmış, konuşmalar yapmış, gazetelerde makaleler yazmış, kitaplar yayınlamış. ‘Müslüman bir topluma demokrasinin nasıl anlatılması gerekir’ sorusunun cevabı Bediüzzaman’ın yazdıklarında. Metinlerine baktığımızda; Kur’ân ayetlerinden, hadislerden, asr-ı saadetteki uygulamalardan Meşrutiyet diye başlıyor Cumhuriyet, Demokrasi diye devam ediyor. Zaten demokrasi meşrutiyetin tekâmül etmiş şeklidir. Dolayısıyla Üstadın yazdıklarının bütün Müslüman düşünürler, aydınlar tarafından çok dikkatli incelenmesi lâzım. Bu incelemeler neticesinde göreceklerdir ki, Müslüman bir topluma bu değerleri benimsetmenin tarzını en güzel şekilde Bediüzzaman ortaya koymuştur.

 

Bütün dünyanın aradığı formül Bediüzzaman’da

Bu aydınların tarihî bir sorumluluğudur. Bediüzzaman gibi bir değere hâlâ bigâne kalmak taşınması mümkün olmayan bir utançtır aynı zamanda. Bütün dünyanın aradığı formüldür aslında Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu sentez, yorum… Bugünün insanlığı için, biraz evvel bahsettiğim gibi, tecrübe birikimini, yönetim tekniklerini İslâmî değerlerle harmanlayarak ortaya koymanın yöntemini geliştirmiştir Bediüzzaman. Ona bigâne kalındığı müddetçe bu tür sıkıntıların içinden çıkmamız zor.

Demokrasi, dayatmanın olmadığı herkesin özgürce kendi fikrini ifade edebildiği, hayatını yaşayabildiği, seçimini yapabildiği, insan olmaktan gelen hak ve özgürlüklerini hiçbir sınırlama olmaksızın, ama tabi ahlakî sınırlama ayrı, ahlakî değerlerle sınırlanmış bir hürriyet tanımı yapıyor Bediüzzaman hürriyet-i şer’iye derken. Bu sınırların olmadığı yerde hürriyet anarşiye döner, insanlıktan çıkarır kişiyi. Dolayısıyla bu nüansları da dikkate alarak hak ve özgürlüklerin bu tanımlarıyla hayata geçirilmesi noktasında yine Bediuzzaman’ın yorumları çok önemli ve asla kayıtsız kalınamayacak bir referans noktası oluşturuyor.

Ve Yeni Asya… Pek çok darbeye şahit oldu yayın hayatı boyunca. Peki, neler yaşadı ve nasıl bir duruş sergiledi?

Yeni Asya Risale-i Nur’dan aldığı dersler ve o istikametle demokrasiyi savuna geldi. Darbelere karşı çıktı, ihtilallerle mücadele etti. Tek başına yaptı bunu çoğu zaman. 12 Mart sonrasında da bunu gördük. 12 Eylül dönemi zaten bunun en çarpıcı örneklerinin yaşandığı bir dönem. Şu anda herkesin yerden yere vurduğu, ama maalesef kökten değiştirmeye bir türlü yanaşmadığı, gündeme getirmediği darbe anayasasının; 1982’de halk oylamasına sunulduğu süreçte, bu anayasayla demokrasinin kurulamayacağını manşetten ilan ederek risk alan, sonra da bedelini ödeyen tek gazete Yeni Asya’ydı. O dönemde sırf böyle manşet attığı için toplamda 1 sene kapatıldı. Diğer kapatmalarla beraber 470 gün ediyor. Bu bedeli ödeyen başka bir gazete yok. Bunun yanında başka birtakım baskılar; ekonomik baskılar, kendi içimizde fitne çıkartılması gibi durumlar da ayrı bedeller olarak bize yaşatıldı. 28 Şubat döneminde de aynı şekilde oldu. O zaman DGM’ler (devlet güvenlik mahkemeleri) vardı. Gazete çalışanları olarak mahkûm olduğumuz süre 7000 gündü. Mehmet Kutlular “deprem ilahi ikazdır” dediği için hapis yattı. Bizler yazarlar olarak aynı mânâdaki yazılarımız nedeniyle DGM’lerde yargılandık, mahkûm olanlar oldu. Gerçi infaz edilmedi, ama o baskıyı yaşadık.

Bir ay kapatıldı gazetemiz gene, gazete kapatmak tarih oldu dediğimiz, öyle zannettiğimiz bir ortamda. Yine o dönemde benim almış olduğum bir mahkûmiyet yakın zamanda karşıma çıktı, basın kartımı vermediler aylarca, adlî sicil kaydımda duruyor gerekçesiyle. Ona itiraz ettik, hukukî yolara başvurduk, aldık, ama bu tarz hukuksuzlukların devam ettiği bir süreçteyiz hâlâ. Yani o süreçler kolay kolay bitmiyor, bitmemesinin de sebebi başta dediğimiz gibi demokratik sağlam bir yapının inşa edilemeyişidir. Her an bu tarz ihlallerle karşı karşıya kalma riskini önümüzde buluyoruz.

Temennimiz bu mücadeledeki yalnızlığımız sona ermesi, bu değerlerin farkındalığı noktasında, toplum genelinde bir şuurun oluşması ve bunun siyasete de diğer kurumlara da yansıması.

Konuşan: Şulenur Yıldırım
ysulenur@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*