SANİYELERİN HAKKINI VER

Bir günde 86.400 saniye var. Bir kişinin gelip seni sinirlendirmesi için 10 saniye yeter. Ve 10 saniye için geri kalan 86.390 saniye kızgınlıkla, kırgınlıkla ve kinle geçebilir. Hâlbuki ne diyor âyet: “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” 10 saniyenin günahını nasıl diğer saniyelere yüklerim, onları da mutsuz ederim? Hakkı var onların bir kere, alacaklar benden onu.

Çocuklar gibi yapsak bari. Çünkü kızgınlığı en çabuk unutan çocuklardır. Evden çıkarken mont giymicem diye ev dolusu ağlarlar. Ama evden çıkar çıkmaz unutur, çevreyi şevkle seyre dalarlar. Sanki hiç ağlamadı, sanki hiç kızmadı. Biz sadece gideceğimiz yere odaklanmışken, onlar giderken tüm saniyelerin tadını çıkarırlar. Çocuklar saf diyoruz ya, işte saflık budur. Güzellik budur. Kine, nefrete, öfkeye odaklanmak yerine, sevmek için neden bulup sarılmaktır çocukluk.

Hiç mi sevecek şey bulamadın kızgınlık anından sonra? Ağaçlara bak. Yapraklarına dikkat et. De ki: “Neyse ki beni seven ve her an izleyen Birisi (cc) var, O yeter…” Sonra bir yaprağın düşüşünü izle aheste aheste. Nasıl da süzülüyor vazifesini bitirmiş olmanın verdiği gururla. Ver o yaprağı izlediğin saniyenin hakkını. Es geçme.

Sonra yürürken önünde temkinli bir şekilde yürüyen kediye bak. Tamam, kızgınsın ama bak işte. Nasıl da komik. Ona yaklaşacak mısın yaklaşmayacak mısın, her adımını bunu hesap ederek atıyor. Şaşırıyor bazen, temkinle geri çekiliyor, “Nasıl da şaşırttım seni” de içinden, tebessüm et. Şöyle bir de göz kırp. Bak nasıl keyfin yerine gelecek. ‘Deli’ mi derler yoksa? Desinler canım. Diyeceklerse sırf bu yüzden desinler. O seni kızdıran adama hiçbir şey demeyenler varsın sana deli desinler. Keyfini çıkar kâinatın. Her şey senin için yaratılmışken, halife-i arz iken, nasıl kızıp da bu güzelliklerden kendini mahrum edersin. Etme, ver o saniyelerin hakkını. İyi bak çevrene yürürken. Kâinat her saniye sana değerli olduğunu hatırlatacak. Çık dışarı ve bu gözle bir daha izle. Kar yağıyor ve sen ıslanmaktan, üşümekten korktuğun için dışarı çıkmıyor musun? Korkma çık, kucaklaş kar taneleriyle. Zira kar tanesinin içinde ondan daha lezzetli bir şey var ki, bilsen kardan yüz derece fazla lezzet alırsın. O da; iltifât-ı Rahmaniyedir. Kirpiğine kar tanesi düşsün, bırak elleme. Zira o kirpiğine düşen kar tanesinden sadece bir tane var dünyada. Ve bir daha aynısı olmayacak. Biricik ve sana özel. Şu iltifata, ihsâna bak… Bunu fısılda kulağına, senin için özel yaratılmış karı yine özel melekler yumuşakça getirip konduruyor eline, yüzüne, gözüne… Tadını çıkar Rahmân’ın iltifatlarının.

Hele o gün batımları yok mu? Nasıl bir Zât ki bunu yapan, koca gökyüzünü bir tuval şekline getirmiş, her dakika fırçayla boyuyor. Sen izle diye. İzle de O’nu düşün diye. Kendini düşündürmek isteyen Biri var inanabiliyor musun? Sana kendini göstermek isteyen Birisi her dakika muhteşem sanat eserleriyle tablolar boyuyor. Kaldır başını, gör onları. Lezzet al bundan. Çünkü senin mutluluğun Allah’ı tanıyıp sevmekte. “Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.” (Mektubat) Öyleyse bak kâinata, fark et ve sev… Gören gözün hakkını ver, işiten kulağın hakkını ver, seven kalbin hakkını ver ve sana sayılı verilen saniyelerin hakkını ver…
Bak ne diyor Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri:
Nedir bu ellere ayak
Nedir bu dillere dudak
Aç gözünü ibretle bak
Âlem bir temaşagâh imiş

 

Şeyda Sultan Zengin
sultanzengin68@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*