BEDİÜZZAMAN’CA TERCİHLER

Tarihin kırılma anlarındaki kritik tercihler yalnızca tarih yazmakla kalmaz, geleceğe de ışık tutar. Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı bu anlamda; mü’minane tavır, Müslümanca duruş, Kur’ânî ve Nebevî çizginin olmazsa olmazlarını gösterme bakımından kritik tercihlerle doludur. Bu tercihler, İslâm caddesinde yolunu kaybetmek istemeyen günümüzün yolcuları için bir pusula niteliğindedir.

Henüz çocukken gördüğü bir rüya-yı sadıkada; kıyametin kopuş hengâmında, Peygamber Efendimiz’i görmek isteyen ve onu Sırat Köprüsü’nün başında bekleyen Bediüzzaman’ın Peygamber Efendimiz’den dileği ne cennettir, ne şefaattir… O hengâmede hâlisane ‘ilim’ arzusunu dile getirmesi, tercihini İslâm dünyasının belini büken cehaletin düşmanı olan ilimden yana kullanması, ahir zamanda medeniyet krizleriyle perperişan olan insanlığa Hızır gibi yetişen asrın bedi’sini netice vermiştir.

Yaşadığı toprakların derdine derman olabilmek için Abdülhamid’in kapısını çalan Bediüzzaman’a sunulan ihsan-ı şahanenin reddedilişi, ilmin izzetini ve memleketinin geleceğini tercih eden bir dava adamının şuurudur. Bu tavır, münevver kimliğiyle ortaya çıkan; ulvî amaçlar uğrunda makam, mevki, şöhret ve para gibi caydırıcı ve cazip teklifler karşısında âlimce duruşun eşsiz bir örneğidir.

Meşrutiyet döneminin gözde siması Bediüzzaman’ın ‘riyaset-i şahsiye’yi ifade eden Sultanlar Sultanı, Hakanlar Hakanı, halife-i ruyi zemin gibi yaklaşımlarla;  devlet-i Osmaniye, devlet-i âliye, devlet-i ebed müddet gibi devleti yücelten yaklaşımların yerine adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet olarak tarif ettiği meşrutiyete yönelmesi, malikiyet ve serbestiyet döneminin taşlarının nasıl döşeneceğini göstermesi bakımından hayatî bir tercihtir. Doğu seyahatlerinde eskiyi arzulayan, eskiyi arayanlara karşı “eski hâl muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl!” diyen Bediüzzaman’ın yeni hâl tercihi, re’y-i vahidi, baskı ve zorlamayı, tahakkümü, muamele-i keyfiyeyi reddeden, şahane hürriyetin yolunu açan, karar mekanizmalarında herkesi bir padişah hükmüne getiren şahane bir tercihtir.

Meşrutiyet yıllarında Bediüzzaman’ın mefahir sayılabilecek işlerinin cinayet gerekçesi olarak Divan-ı Harb’e sunulduğu 31 Mart Mahkemesi’nde, darağaçlarında sallananları göstererek “sen de şeriat istemişsin” diyen Hurşit Paşa’ya karşı hayat ile ölüm arasında bir tercih yapmak zorunda kalan Bediüzzaman’ın eğilmeden, bükülmeden sebeb-i saadet, adâlet-i mahz ve fâzilet olarak ifade ettiği Şeriat hakikatlerinin yanında yer alması “Ne gam pür âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet/ Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten” diyen Namık Kemâl gibi davası uğrunda can vermeyi göze alan büyük bir dava adamının duruşudur.

Milli Mücadele’nin kahraman âlimi Bediüzzaman’ı arka planda sisteme dâhil ederek pasifize etme, Şark’ın meşhur âlimini o günün siyasetine alet etme maksadıyla Ankara tarafından kendisine teklif edilen para, makam ve şöhret tekliflerini elinin tersiyle iten Bediüzzaman’ın bu tercihi milyonların ebedî hayatını kurtaran Risale-i Nur’u netice verdiği gibi, madde ve mânâ arasında gelgitler yaşayan bizlere de tercihlerimiz noktasında yol göstericidir.

İnsanlık tarihini kana bulayan zulümler karşısında Kur’ân’ın dört temel esasından biri olan adaleti ısrarla isteyen Bediüzzaman’ın, içtihadı her halükârda adalet-i mahza yönündedir. Beşerin zâlimâne düsturlarından biri olan “devlet için fertlerin hukuku nazara alınmaz” şeklindeki adalet yaklaşımlarını reddeden Bediüzzaman, bütün insanlığın huzur anahtarı olabilecek, çağdaş hukuk sistemlerini Kur’ân’la barıştıracak yaklaşımını “Hak haktır, büyüğüne küçüğüne bakılmaz, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez” şeklinde ifade eder. Masumların gözyaşlarını silecek, mazlumların sığınacağı bir hısn-ı hasin olacak bu prensipler, İslâm adına zulme varan uygulamaları ortadan kaldırarak, konjonktürel bir İslâmcılığın da önünü kapatan Kur’ânî bir tercihtir.

Şüphesiz Bediüzzaman’ca tercihlerin en önemlilerinden biri her halükârda ortaya konulan hürriyet taraftarlığıdır. Ekmek-hürriyet kavgasında “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” diyerek tercihini hürriyetten yana koyan Bediüzzaman’ın bu tercihi insanlık tarihine altın harflerle yazılacak kıymette olup, hürriyet mücadelelerinde sembol niteliktedir.

Bediüzzaman’ın din devlet ve siyaset ilişkilerindeki tercihi, bu yolda çıkmaz sokaklarda dolaşanlar için de önemli bir yol haritasıdır. Dinsizliği siyasete alet eden yaklaşımlar kadar tehlikeli bulduğu, dini siyasete alet eden cerayanlar karşısında da tercihini net bir şekilde ortaya koyan Bediüzzaman, umumun mukaddes malı olan dinî değerlerin siyasetin kirli oyunlarıyla zarar görmemesi için hassas ölçüler koyar. Din ve vicdan hürriyeti, hak ve adalet, çoğulculuk gibi kavramların hayat bulabileceği bir zemin olarak gördüğü “demokrat” tercihi, canavarlaşmış siyaset yüzünden kana bulanan İslâm dünyasının çıkış yollarından biridir.

Hâsılı, hayat tercihlerden ibarettir. Tercihlerimiz iki cihan saadetine müştak olan bizlerin yerini belirleyecektir. Çizgilerin ve doğruların birbirine girdiği bu günlerde ancak Bediüzzaman’ca tercihlerimiz Kur’ânî ve Nebevî çizgide kalmamızı sağlayabilir. Buyurunuz, seçiniz!

 

 

Ahmet Dursun
ahmetdursun81@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*