BAHAR GELMİŞ, İNANAYIM MI?

Sevgili Azad,

Kış bitti artık diyorlar, sence inanayım mı? Sırtımda soğuklardan kalma bir palto, aklımda hâlâ Ayder’in karları… O gün o kadar üşümüştüm ki, yeniden ısınabileceğim bana hiç inandırıcı gelmedi. Ya o uzun geceler… Gün aymadan evden çıkıp, bütün gün zaten hiç açmayan ve ben daha eve varmadan çoktan batmış olan güneşin ardından bana kalan o uzun ve soğuk geceler… Kışın burada günlerin mi daha kısa, yoksa gecelerin mi daha uzun olduğunu anlamak pek güç.

Sonra günler, günler, günler geçti. O kadar günler geçti ki ayrıldığımızın üzerinden. Neysecağzım, asıl sana ne anlatacağım? Bugün ne zamandır ilk defa evden mutlu ayrıldım. Annemi aradım, biraz konuştuk. Sesini duymak pek iyi gelmiş olacak, telefonu kapattığımda yüzümde hâlâ hafif bir gülümseme vardı. Sonra onunla göz göze geldik. Güneş, her zamankinden daha büyük gibiydi. Güneş büyümez elbet; ama sanki ışığı, ışığı büyümüştü. Işınlarını öyle sertçe yayıyordu ki, yeryüzünde aydınlamadık tek bir nokta bırakmamaya yeminliydi sanki. Hava… Nasıl anlatsam? Pasparlak, apaydınlık… Tamam, bir süredir güneşin daha erken doğduğunun farkındayım, ama ilk defa sabah olduğunu görüyordum bu şehirde. Gündüzler o kadar karanlıktı ki, kutup dairesine olan mesafemizden şüphe eder olmuştum.

Ama bugün Azad, bugün gözümü çok daha ılık, aydınlık ve bana çok daha tanıdık bir Akdeniz sabahına açmış gibiydim. Şaşkınlığımı görmen lazımdı. Hemen fotoğraf çekmek istedim. Ne yazık ki cep telefonumun kamerası bu görüntüyü yakalayabilecek yeterliliğe sahip değildi. Ama olsun, “zaten hiçbir kamera, ne kadar profesyonel olursa olsun, insan gözünün çektiği görüntüyü olduğu gibi yansıtamaz”dı. Sence inanayım mı? Her zamanki tesellim!

Üst geçitten geçerken gördüklerim karşısında ise adeta donup kaldım. Zaman aleyhimde işlemese ve beni almadan gidecek olan otobüsün korkusu o an nefesimi kesmese herhâlde saatlerce durup anlamaya çalışırdım. Karadeniz de büyümüştü sanki Azad. Hem de olağanca büyümüş. Engin, beyaza yakın bir mavilik… Ucu bucağı yok gibi. Böyle bakınca karşıda bina falan görünmüyor ya, işte o kısmı çok güzel. Sen kızacaksın şimdi biliyorum; ama inan Karadeniz daha güzel. Daha önce sana bu şehri gece sevdiğimi söylemiştim ya, düşündüm de galiba gündüzler burada karanlık olduğu için. Şimdi böyle gündüzü parlak, sabahı aydınlık, ılık ve bana daha çok tanıdık bir hâlde iken gündüz de sevilebilir bu şehir. İnanayım mı?

O maviliği göz bebeklerime gömüp hızlı adımlarla merdivenlerden indim, indim inmesine ama bu sefer de gözüm bahar rüzgârıyla oynaşan ağaç dallarına takıldı. Her dalın ucunda küçük küçük filizlenmeler olmuş, hatta birkaç beyaz çiçek başını çıkarmıştı. Ne ara yürümüştü dallara su da ne ara olmuştu bu? Daha dün kupkuru değil miydi bu dallar? İşte tam o anda dönüp içime baktım, Azad. Ben nasıl çıkaracağım bu uzun kışları, diye düşünürken baharın böyle beklenmedik bir şekilde gelişi… Ne bileyim, çok şaşırmıştım.

Her gece yatmadan kurduğum alarm, yarın uyanacağıma olan inancımın teknolojik bir hâli olduğu hâlde baharın gelişine bu kadar şaşırmam saçma değil mi? Her geceden sonra nasıl sabah geliyorsa, bu kışın arkasından baharın geleceği de o kesinlikte. Peki ya ölüm uykusundan, berzah kışından sonra da bir bahar haşrine uyanmayacak mıyız? İşte bu, Azad, bu; benim seninle ayrılığımızda en büyük tesellim. Ne olursa olsun, madem bu dünyada olmayacak, bir gün ahiret sabahında -bundan çok daha aydınlık bir sabah-  bahar güneşiyle gözlerimizi açtığımızda, koşup tekrar boynuna sarılacağımın ve sonsuza kadar seninle olacağımın tesellisi… Anlıyorsun, değil mi? Sen inanıyorsun. Peki, sence ben inanmalı mıyım? Hem de bütün kalbimle…

 

Ayşenur Aydoğdu
aydogdu.aysenur@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*