SAKSI OLMAK VEYA YERİNE KONMAK

Kim olduğu bahsimizden hariç bir sanatçı, sağ olsun, bir süredir dillere pelesenk olmuş bir itirazı var: “Saksı değilim ben!” Yüzeydeki kibir ve çokbilmişlik boyalarını kazıdığımızda “saksı değilim ben” itirazının içinden daha derin bir isyan, bir kırgınlık çıkıyor.

Saksı nedir hanımlar, beyler? Saksı: i.  Pişmiş topraktan çeşitli şekillerde yapılan ve içine toprak konulup çiçek yetiştirmeye yarayan kap.* Yani bir nesne, yani cansız. Kilit kelime bu: CANSIZ. Cansız bir varlığa fikri sorulmaz takdir edersiniz ki. Fikir için akla ve şuura, bunlar için de en temelde cana gerek vardır. Hayat sahibi şuurlu, akıllı bir canlının fikri sorulabilir, saksının değil. Yavaş yavaş zihninizde bir resim canlanıyor, değil mi? Hatırınıza geliyor mu, fikriniz sorulmadığında nasıl hissettiğiniz? Güzel, zaten bu yazının amacı da o. Şimdi yavaş yavaş çözelim şu düğümleri.

İnsan’ın lügattaki tanımına bir bakalım: 1. İki ayaklı, iki elli, aklı ve konuşma yeteneği olan memeli canlı, 2. tasavvuf. Yaratılmışlar arasından en güzel sûrette ve en son yaratılan, Allah’ın sıfat ve isimlerine mazhar olan, kendi Yaratıcısını bilen veya inkâr edebilen, yaptıklarından sorumlu canlı.*

Şu tanımlara bakınca benim ilk gördüğüm özellikler şunlar: 1. canlı, 2. akıllı, 3. bilen, 4. sorumlu. “Saksı değilim ben” itirazını bu tanım ve özellikler ışığında tekrar yazmak istiyorum: “Saksı değilim ben, canlıyım, ben de hayat sahibiyim, hatta belki sizinle aynı çevrede, aynı şartlar altında, aynı grubun içinde yaşıyorum. Aklım var, düşünebiliyorum, benim de söyleyecek sözlerim, anlatacak fikirlerim var, tıpkı sizin gibi. Biliyorum, kendimi biliyorum, yaptığım işi biliyorum, Yaratıcımı biliyorum, bazen eksik, kimi zaman yanlış biliyorum, ama yine de bir şeyler biliyorum. Hayatımla, aklımla yaptıklarımdan, bildiklerimden ve bilmediklerimden sorumluyum, ama sorumlu olabilmem için bana yaşayacak, bilecek, yapacak alan vermelisiniz.”

“Neden benim insan olmaktan mütevellit özelliklerimi yok sayıyor, beni insan yapan taraflarımı görmezden geliyor, bana niçin kendimi cansız, şuursuz, başkalarının tahakkümü altında basit bir obje gibi hissettiriyorsunuz?”

Tanımları düşününce, o üç kelimelik itiraz ne kadar derinleşiyor değil mi?

Birilerinin adımıza konuşması, dahası, bizim adımıza konuşurken bırakın fikrimizi almayı; bizi tanımaması, neler istediğimizden, hayatlarımızdan, önceliklerimizden bihaber olması, en başta insanın insaniyetine karşıdır. Tarihin her döneminde başkaları adına konuşan, bir grup adına hareket eden kişilere veya gruplara yükselen itirazlara kulak verdiğimizde, kimi zaman en üst perdede, kimi zaman başka maksatların arkasında kısık bir sesle duyulan hep fıtratın bu “saksı değilim ben” itirazı var.

Tüm bunların üzerine bir de sahip olduğum genç, kadın, öğrenci, evlat, yazar v.s. kimlikleriyle değerlendirdiğimde durumu, tablo bazen daha da kararabiliyor. İçinde bulunduğunuz toplumun statü simgelerine (yaş, cinsiyet, meslek, tecrübe v.s.) ne kadar sahipseniz, saksı gibi görülme ihtimaliniz o kadar düşük, fikriniz o kadar “sorulmaya değer”.

Oysa diyorum kendi kendime, statü simgesi olarak gördüklerimizi o konuma çıkartan biziz. Bir insanı diğerinden üstün kılan, bir kişiyi “meşveret edilmesine gerek yok” konumuna indiren hangi sebep var şu saydıklarımın arasında? Bizim “o çocuk, anlamaz” dediğimiz yaştakilerle meşveret eden, Peygamberimiz (asm) değil mi mesela?

Madem başlığımız “itirazım var” ben de diyeyim o halde itirazımı:

İtirazım var, saksı yerine konmaya, yok sayılmaya, fikrimin değersiz ve varlığımın kıymetsiz görülmesine, ruhumun sesine sağır kalınmasına. İtirazım var, sorumluluğumun elimden alınma çabasına, yol gösterilmemeye, ama yönetilmeye, tahakküme ve görmezden gelinmeye… Statüyü Yaratan’dan değil, yaratılmışlardan alanlara itirazım var! İtirazım, nefsime ve şûrâyı nefsine alet eden tüm zihniyetlere!

 

*Kubbealtı Lugatı

 

Melike Nursultan Üner

unermelikenursultan@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*