ARTIK BES!

Alp Er Tunga öldi mü?
Isız ajun kaldı mu?
Ödlek öçin aldı mu?
Emdi yürek yırtılur.

Tamamen dikkat çekmek için böyle bir giriş yaptım. Grafikerimizin de tasarımda bunu dikkate almış olacağına inanıyorum. Çünkü öbür türlü çoğu kimse yazıyı okumadan geçecekti. Çünkü ben olsam, Ramazan’la ilgili bi yazı varsa, büyük ihtimalle okumam. Hatta bu kapağın başka yazılarını bile okumayacağım belki de… Yaniiii, ne yazılmış olabilir ki Ramazan’la ilgili bilmediğimiz? Hele ki bu derginin okuyucu kitlesinin bilmediği…

Sözlerim maksadını aşmasın, zira ne mübarek Ramazan’a ne de onu anlatan değerli yazarlara hürmetsizlik etmek istemem. Benim problemim tamamen kendi bakış açımla. Ve ne yazık ki çoğumuzun o bakış açısına sahip olduğu kanaatindeyim. O yüzden sevgili okur, şimdi sayfayı çevirmek isteyen parmağını yavaşça yere indir ve yazıyı okumaya devam et, çünkü okumadan geçmek istediğine göre senin nefsinin de söyleyeceklerimi dinlemeye ihtiyacı var demektir. Başlıyorum…

Yıllar önce, ilk düzenli olarak teravih için camiye gitmeye başladığımda bir şey dikkatimi çekmişti. Camilerde, Ramazan’ın ilk on beş günü okunan “merhaba, merhaba, şehr-i Ramazan merhaba” ve son on beş gününde okunan “elveda, elveda, şehr-i Ramazan elveda” ezgisi… Tabi her zaman büyüklerimizden sıkça duyduğumuz, camilerin mahyalarında okuduğumuz, hatta reklam kampanyalarında bile alet edildiğine şahit olduğumuz bir ifade “hoşgeldin ya şehr-i Ramazan”; ama benim ilk orada dikkatimi çekti işte.

Daha başka bir sene, üç ayların başlamasını tebrik niyetiyle tarafıma iletilen bir mesajda yer alan Peygamberimiz Aleyhissalatu Vesselamın bir duası üzerine biraz daha düşündüm: “Âllahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl! Bizi Ramazan’a ulaştır” diyordu. Ramazan’ın neden bu kadar özlemle beklendiğine ve neşeyle karşılandığına ve bittiğine üzülündüğüne akıl erdiremedim. Düşünüyordum. Tamam, tabii ki Allah’ın emri boynumuzun borcu ve Allah birçok hikmete binaen yılda bir ayımızı oruçlu geçirmemizi istemiş. Şükür o emre imtisal edenlerdeniz. Buraya kadar sorun yok. Ama yine de her anlamda insanı zorlayan bir ay Ramazan Ayı. Yolunu gözleyip gidişine üzülecek kadar da değildir yani, falan diyecek oluyordum. Allah affetsin.

Bu cahilliğim Ramazan Risalesi’ni okuyana kadar devam etti. Çoğunuzun okuduğunu, okumayanlarınızın da okuma imkânı olduğunu varsaydığım için uzun uzadıya anlatacak değilim. Üzerinde duracağım konu Ramazan’ın kârlı bir ticaret vakti olması. Yani alışık olduğumuz bir şekilde; kampanyalı uçak bileti satış zamanları gibi bir özelliği var Ramazan’ın. Veya mağazaların yüzde yetmiş-seksene kadar indirim yaptığı sezon sonları gibi. Az parayla çok şey satın alabildiğimiz zamanlardan söz ediyorum. Orta gelirli bir ailenin çocuğu olarak bu tip şeyleri iyi takip ederim ve birçoğunuzun da öyle olduğunu tahmin ediyorum. Bizler yaz tatili için uçak biletini üç ay önceden almanın akıllılık olduğunu biliriz. Sinemaya hafta içi, mümkünse ilk seansa gitmeyi tercih ederiz. Neden? Çünkü daha ucuzdur.

Sonra zaman zaman düşünürüz, “Acaba ahiret hazırlığımız ne âlemde? Sonumuz ne olacak?” diye… Bazen okuduğumuz vurucu bir ifade, bazen arkasına bakmadan giden bir sevgili, bazen de bir ölüm haberi bize bunu düşündürür. Şükür düşünenlerdeniz. İşte bunu düşündükten sonrası çok önemli. Dünyalık bütçeyi iyi ayarlayıp, gelir-gider hesabımızı iyi yapamadığımızdan, yani günahlarımızı geçecek kadar sevap biriktirip biriktiremediğimizden endişemiz varsa eğer, o zaman kemerleri sıkma vakti değil midir?

1 ay ya…

Bir ay.

BİR ay!

Bir ay içerisinde ne alırsan al, ne okursan oku, ne biriktirirsen biriktir, diyorlar. Say ki, bire yüzbinlerce bonus veriyorlar… Bakın, bunu da pek anlamazdım doğrusu. Neden bazı zamanlarda her fiilimizden aldığımız sevaplar binle, otuz binle, seksen binle çarpılıyor ki? Onun da cevabını Risale-i Nur’da buldum: “Cenab-ı Hak kemâl-i rahmet ve cemâl-i rahîmiyetini o surette gösteriyor.”

Ev, eş, iş, güç, okul veya başka bir sürü bizce önemli şey Ramazan’ı (orucuyla, teravihiyle, Kur’ân  okumasıyla, hatta günah işletmemesiyle) gözümüzde büyütüyor değil mi? Tabii ki seviyoruz, ama belki layıkıyla özlemiyor, dolayısıyla karşılamıyoruz. Son günlerin ahiret mücevherleri alışverişi için ne kadar kârlı bir zaman olduğunu unutup, koşup dünyalık paçavraları indirimlerden topluyoruz.

Artık bes! Ben bu Ramazan’ı ömrümün son Ramazan’ı gibi görmeye niyet ettim. Eğer layıkını bilebilsem, sadece bedenimi aç bırakıp ruhumu doyurabilsem, işte o zaman ömrümde bir defa gerçekten bayram yapmış olabilirim, diye düşünüyorum, siz ne dersiniz?

Ya da bırakın bayramı, belki bu ağıdın bu dörtlüğünü Ramazan için söylerim.

Könglüm için ötedi.

Yitmiş yaşıg kartadı

Kiçmiş ödig irtedi

Tün kün kiçip irtelür

(Gönlüm içten yandı

Kaybolmuş yarayı kaktı

Geçmiş gün(ler)i aradı(m)

Gece(ler) gün(ler) geçse (o yine) aranır.)

 

 

Ayşenur Aydoğdu
aysenur@gencyorumdergisi.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*