İKONLARI KIRMAK

Merhaba sevgili okurumuz;
Bir ayı daha devirdik, Ramazan’a ulaştık çok şükür. Bizi yine aldı bir telâş, ne yazacağız bu ay diye. Başlarken insan böyle düşünmüyor tabî, ama her ay yeni konu bulmak da zor iş şimdi. Bir de derdimiz dümdüz sanat anlatmak değil de, “Sanat bizim ne işimize yarar” sorusuna cevap bulmak olunca, iş biraz daha çetrefilleşiyor (yazar burada ne kadar vizyon ve misyon sahibi olduklarının altını çizip, yazıyı yine geç yolladıkları için çok sevgili editörlerine bahane sunuyor olabilir). Neyse efendim, şükür ki konusuz kalmadık şimdiye kadar. Hatta bazen bir kaç konu geliyor da aklımıza, hangisini seçelim derken bir bakıyoruz teslim günü gelmiş. Tüm bahanelerimizi sıraladıktan sonra, artık konumuza geçebiliriz.

Efendim, bu ay biraz değişik bir konu seçtik. Konumuz ya da konuğumuz, moda hackerları. Bu arkadaşlar çok haklı bir soru soruyorlar: Neden bir kıyafeti mağazadan aldığımız şekliyle giyiyoruz? Neden birileri öyle yaptı, şöyle dikti, filan rengi söyledi diye, kutsalmış gibi onlara dokunmuyoruz?

Moda kelimesi Kubbealtı Lugatı’nda şöyle tanımlanıyor:

Moda: i. 1. İnsanların yeniye olan meraklarından, başkalarından farklı olma, güzel görünme isteklerinden kaynaklanıp hemen her alanda, özellikle giyim kuşamda toplum hayatına giren geçici yenilik ve değişikliklerden her biri. 2. Toplum hayatında geçici olarak herhangi bir şeye gösterilen büyük ilgi, aşırı düşkünlük.

Peki, bu moda hackerları ne diyorlar?

Diyorlar ki, bu geçici heveslerin esiri olmak, bir marka bir kıyafeti belli bir şekilde, renkte, desende üretti diye, o ürünü illaki öyle kullanmak zorunda değiliz. Neden aldığımız bir kıyafeti kendimiz değiştirip, süsleyip, farklılaştırıp giymeyelim ki?

Biz bu kafayı cidden sevdik. Sanayileşmeyle ve seri üretimle gelen aynılıktan, markaların birbirinin tıpkıbasımı ürettikleri ürünler için, “bunu alın, kendinizi özel hissedin” gibi riya kokan sloganlardan, eşyanın mânâsından bu derece uzaklaşmaktan, eşya ve insan arasındaki ilişkinin tekdüze ve anlamsız bir hâle gelmesinden sıkıldık çünkü. Yapmadığımız şey değildi, bir kıyafete tadilat yapıp, söküğü yamayıp, beğenmediğimiz düğmeyi sevdiğimizle değiştirip giymek, moda hackerlarıyla karşılaşınca daha bir anlam kazandı.

Moda hackerı demişken İsveçli tasarımcı Otto Von Busch’dan bahsetmeden olmaz. Zira kendisi bu başkaldırının ilk temsilcilerinden. Otto Von Busch, 2007 yılında İstanbul’da yedi moda hackerını bir araya getirerek, “Hackers and Haute Couture Heretics: Moda Atölyeleri.” adlı ilginç bir sergiye imza atıyor. Bu sergi adından da anlaşılacağı üzere atölyelerden oluşuyor. Serginin bir parçası olan Vakko Vamps projesi bize dikkat çekici geldi. Bu projede atölye alanında Vakko’nun eski kreasyonlarından parçalar bulunuyor. Katılımcı istediği ve beğendiği parçaları seçerek, profesyonel tasarımcılarla birlikte atölye ortamında yepyeni kıyafetler üretiyor. Daha sonra keserek, biçerek, parçaları birleştirerek diktiği özel tasarım kıyafetini de yanında götürüyor. Kim diyebilir “Modifiye edilen bir gömlek Vakko’nunkinden daha az değerli diye?” Sırf marka diye seri üretim bir gömlek neden daha değerli olsun ki? Sahi marka ne işe yarar?

Biraz araştırırsanız bu harekete ait pek çok güzel işin olduğunu siz de görürsünüz muhakkak, hatta bizden duymuş olun refashionista.net diye bir blog var. Bloğun sahibi Jillian Owens, kendisini tasarımcı ve çevreci moda devrimcisi olarak tanımlıyor. Jillian eski ve kullanılmış, belki bizim olsa atıp satacağımız, ya da bir köşede yıllanmaya bırakacağımız kıyafetleri baştan tasarlıyor ve giyilebilir hâle getiriyor. Ayrıca kıyafetlerin bu dönüşümünü resimleyerek bizlerle de paylaşıyor. Ne diyelim, Allah Jillian gibilerin sayısını arttırsın, yoksa tüketmekten tükeneceğiz gibi görünüyor.

 

Melike Nursultan Üner
Nuriye Sultan Kostak
gencyorumsanat@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*