MERHABA

“Günler gelip geçmektedir
Kuşlar gibi uçmaktadır”
Aziz Mahmud Hüdâyi

Mürur-u hâl edinmiş dünyada âşinâ bir merhaba edelim şimdi: Merhabâ…

Hepimiz, her birimiz dünya denilen bu kapının eşiğindeyiz. Kişi işte burada, bu eşikte yaptıklarıyla, bu eşikten umduklarıyla kim olduğunu belirler. Bizim beklediğimiz bir eşiğin kapısı da Bâb-ı Edebiyât’tır.

Niyâzımız eşiğinde beklediğimiz bu kapıdan girmektir ki, bu da ilk vesilemiz.

Niyazımız dünya işlerine abasız, postsuz bir derviş nazarıyla bakmaktır, burası meded umulan, başa yastık, gönle sâdık bir eşiktir, fakat buradan keçe külâh olmaya gelmedik.

Yaptığımız ve yapacağımız neticede bir iz bırakma arzusudur. Beşerin her işi dünyada bu arzunun vesilesiyle değil midir?

Sizlere ilk merhabâmız gibi, Şehr-i Ramazân’a da merhaba dediğimiz şu günlerde biz bu eşiğin sâkinleri olmaya geldik. Çünkü hepimiz bir eşiğin miskiniyiz. Varalım ol âsitâna.

 

Attığımız adım ve aldığımız soluk hatrı için, geçen günleri ve uçan kuşları anarak, size Allah’ın El-Mu’în (yardım eden) isminin bir tecellisi olarak Âl-i Osmân’da gerçekleşmiş iâne geleneklerinden bahs açmak istedik. Prof. Dr. Abdullah Uçman Hocamızın vesilesiyle kendimize düstur edindiğimiz Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri’nin mezkûr sözüyle başlayıp, Gâlib Dede’yi de hatırlayarak hoşça bakın zâtınıza.

Kandil uçurmak

Ramazan veya Kandil gecelerinde halk tarafından rağbet gören eğlencelerden biri kandil uçurmaktır. Bu gösteride minareye çıkan bir kişi, şerefeden yere doğru bağlanmış bir ip üzerinde yanan kandilleri kaydırır. Birbiri ardına kayan kandiller gece karanlığında yıldız kaymasına benzer bir görünüm oluşturur. Bu görüntü de halk tarafından büyük bir ilgiyle izlenir.

 

Yılduzı düşdi siyeh-kâre-i minâ- nûşun

Sanma kandîl uçurur kayyûm-ı seyyâre-feşân

Sâbit

 

Diş kirası

Osmanlı zamanında maddî durumu iyi olan aileler, çoğunlukla Ramazan ayında verdikleri iftar yemeği davetlerinde, evlerine gelen zengin fakir herkese evden ayrılırken hediyeler verirlerdi. Verilen bu davetler, büyük konaklarda ve köşklerde olurdu. Verilen hediyeler ise, kese içinde para ya da değerli eşyalar idi. İşte bu hediyenin adı diş kirasıdır. Bu durum, ev sahibinin cömertliğini gösterir. Diş kirası denilmesinin sebebi ise, konukların ev sahibine sevap kazandırmak için zahmet buyurmuş olması ve ağızlarını iftar sahibinin damak zevkine kiralamış olmalarıdır. Kirası, ikram edilen yemeklerin girdiği ağızların bu işte kullanılmasından ötürü davetlilere verdiği hediye olarak düşünülürdü. Misafirler yemeklerini yedikten sonra diş kiraları verilirdi. Onlar da ev sahiplerine teşekkür ve bolca dua ederlerdi.

Gülnâr-ı la’li cennet-i hüsnün kirâsıdır

Cânın virirse âşık ona diş kirâsıdır

Sünbülzâde Vehbî

“Merhaba İlâhîleri”nden 

Sâye saldı ehl-i imân üstüne

Hamdülillâh geldi mâh-ı Ramazân.

Doğdu ol nûr ehl-i irfân üstüne

Hamdülillâh geldî mâh-ı Ramazân.

Bağlayıb şeytanı bende vurdular

Cümleten ağyar-ı Hakkı sürdüler

Ehl-i Hakk ol ayda Hakkı gördüler

Hamdülillâh geldi mâh-ı Ramazân.

Ehl-i cürmün Hak gözü yaşın siler

Ağlayanlar şâd olur dâim güler

Şerbet-i gufrân içerler âsiler

Hamdülillâh geldi mâh-ı Ramazân

Kıl terâvihi safâlar bulagör

Et tesâbihi vefâlar bulagör

Zikr ü tâat nûru ile dolagör

Hamdülillâh geldi mâh-ı Ramazân

Kalbi jeng-i mâsivâdan eyle ağ

Bu vücûdun zenbin andan kıl ferağ

Hakkıyâ nûr-ı Hudâdan yok çerağ

Hamdülillâh geldi mâh-ı Ramazân

İsmail Hakkı Bursevî

 

İlâhi üzerine birkaç söz:

Ramazan ayı hilalin zuhuruyla başlar. Hilalin görünmesi mü’minler için kavuşmayı simgeler ve şairler bu vuslatı âşıkla maşuğun bir araya gelişi olarak tasvir eder. Bursevî de şiirinde Ramazan hilalinin görünmesine hamd eder. Eskiden bu ayın gelişini takip etmek için, Şaban ayının son günleri hilalin görünebileceği bir tepeye çıkarak onu bekleyen bir kişi kadıya haber vermek için görevlendirilir. Daha sonrasında ise top atılarak halka duyurulur.

On bir ayın sultanı olan Ramazan’dan iman ehlinin üstüne düşen gölge, irfan ehlinin üstünde ayân olur. Bu ayda şeytan zincirlere vurulur, Hakk’a yabancı olan sürülür. Kişi günahların bilip Hakk için gözyaşı dökerse kalbin pası silinir. Allah’a asi olanlar mey yerine bağışlanma şerbeti içerler. İnsanlar bu ayda iftar ve teravih gibi vesilelerle bir araya gelerek İslâm ruhunu tam anlamıyla yaşarlar. Oruçla hem bedenî, hem ruhî arınma gerçekleşir ve nefs terbiyeye tabiî tutulur. Belki de insanın en büyük düşmanlarından biri olan nefsi terbiye edebilmek bu ayın sırlarına nâil olmak gerekir.

Modern zamanlarda ailemizle bir sofraya diz çökemezken, iftarın gönlümüzde oluşturduğu tevâzuyla bir araya gelebiliyoruz. Soframızı ve gönlümüzü diğer insanlara bu vesileyle açmış oluyoruz.

Teravih, iftarın rehavetinden uzaklaştıran, Ramazan’ın kalbe ferahlık veren ibadetidir. İsmail Hakkı, Yunûs gibi “Ahd ile vefalar, zevk ile safalar/ Bu yolda cefalar çekmeğe” davet eder. Dünya ehli nasıl maddî âleme kendini kaptırmışsa, Hakk ehli de kendini bu âlemden öyle tecrîd etmelidir. Gönlünde Allah’tan başka bir şey bulundurmayıp gökteki ve yerdeki her şey gibi Allah’ı tesbih etmelidir. Mısrî’nin “Hakkı seven âşıkların eğlencesi tevhîd olur” terennümü mü’mine şiar olmalıdır.

Allah’tan gayrı her şey mâsivâdır. Masivâyı terk edip, gönlü diğer sevgilerden kurtarmadıkça gerçek derviş olunmaz. Yalnız aşk odına yanan, gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç olmadığını bilir.

“Ey Hakkı kandilini Huda’nın nûrundan yak!”

 

Fatma Zehra Şimşek
Duygu Yüksel
Esra Yavuzyiğitoğlu
babi.edebiyat@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*