ORUCA SADAKAT

Aaah ah, havalar da ne sıcakladı ama. Bu sene de epey soğuk oldu gerçi. Bitmek bilmedi kış günleri. Sabah üşüyerek kalın giyinip evden çıktığımız, öğleden sonra sıcaktan pişerek eve geldiğimiz günler de geçti ya, çok şükür. Haydi varın secdeye.
Tabî her mevsimin farklı güzelliği var elbet. Bu zamanların da Rabbimin Cemil tecellisini gösterdiği, rengârenk mis gibi çiçekleri, bahar meyveleri, çilekleri, erikleri var. Mmm, bahsedince bile ağzım sulandı. Yine gitti aklım yiyeceklere, terbiye etmek gerek şu nefsi, hazır Ramazan da gelmişken…
Sahi üç aylar da geldi geçiyor bile. Ama nasıl geçti? Söylesene dostum! Valla ahirzaman işte, hıphızlı geçti anlamadık mı diyorsun? Haklısın tabî, hizmetin içinde de olunca insan… (Elhamdülillah diyip şurada bi nebze şükrümüzü eda edelim.) Kandiller de pek bi coşkulu ve yoğun; Kur’ânlar, dersler, cevşenler, münacatlar, celcelutiyeler vesaire vesaireler. Sabahlar bir anda oluveriyor tabii. Ve Ramazan’a eriştik. Cidden ne güzel aylar ya hu; onlar da olmasa zamanlarımızı nasıl kıymetlendireceğiz ki? İyi ki varsınız be üç aylar…
Hele bir de Ramazan’da umre olsa ne iyi olur de miii? Eee gidemiyorsak da napalım? Otursak da ağlasak mı, yoksa külliyat bitirme mi yapsak, dedik, tabî ki ikinci şıkkı seçtik. Ne de iyi ettik. Düşünsene, sabahtan akşama, akşamdan sabaha sürekli Risale oku, dur. Yeme içme derdin de yok uzun bir süre. Sen düşün ahvali artık!
Eee bu kadar ruhumuz, kalbimiz, aklımız, latifelerimiz Nurlar ile dolmuşken, Ceziretü’l-Arab’a gitmemiz için gözümüzü kapatsak yetmez mi? Üstad, yol haritamızı da çizmiş, elimize vermiş, Bismillah’ı da takın lisanınıza dememiş mi? Şimdi hangi şaki yolumuza taş koyabilir ki?
Peki, ne yaparlarmış ki sahabeler Ramazan’da? Gündüzleri kendileri oruç tutmakla beraber çocuklarına da oruç tuttururlar; geceleri de öyle ibadet ederlermiş ki, sahura zor yetişirlermiş. Aslında tüm hâl ve tavırlarıyla yaşarlarmış Ramazan’ı; sadece midelerini aç bırakarak değil… Üstadımız da ifade etmiş ya hani Ramazan Risalesi’nde: “Orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayâli, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani muharremattan (haramlardan), mâlây’aniyâttan (faydasız meşguliyetlerden) çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevk etmektir.”
Gel gelelim onlardan bir zatı ziyareteee… Avf b. Ebu Hayye’yi. Nefsini Allah rızası uğruna satan, dünyasını verip ahiretini satın alan ihlâs kahramanı, ihlâs timsali… Nerde peki şimdi? Hadi bulalım.
Hıh, al işte! Sen o kadar Ramazan de, sahabe de yine gel savaşın ortasına. Buna bir hâl çare bulmak lazım dostum, hatlar karışıyor hep. Neyse vardır bir hayır. Nereye mi geldik? Nihavend Savaşı’nın ortasına. Birçok şehid vermişiz yine, bak bunlardan birisi orada işte, yerde yatıyor. Ah, hiç kalbim dayanmıyor şu sahnelere. Nasıl da suya muhtaç şuan. Koş, koş, koş. Yetiştirelim suyu.
Ama baksana kabul etmiyor kiii. Arkadaşları uzatıyor, “Hayır, içmeyeceğim.” diyor büyük bir kararlılıkla. “Oruçluyum çünkü, içmeyeceğim.” Ve içmiyor da. Oysaki suya en muhtaç olduğu, yandığı, kavrulduğu an; hem savaşta hem de ölüm anında…
Kevser havuzundan kana kana içmeye gitmiş olsa gerek şimdi. Bu ne ihlâs, bu ne bağlılık… Ancak nefsini terbiye eden gösterebilir bu sadakati. Ne diyelim bu hâle; Rabbim bizleri müthiş tehlikelere, ahir zaman da ne kadar muztar kalmış olsak da, düşürmesin. Ramazan’ı hakkıyla ihya edebilmeyi; nefisleri, akılları, kalpleri terbiye edebilmeyi nasip etsin… Amin.

 

Şüheda Kale

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*