Kelime Aydınlığı

Ve çiçek. Ve kış. Ve yaz. Ve güz. Ve bahar. Ve bulutlar. Ve yağmur. Ve çamur. Ve kar. Ve kâr. Ve zarar. Ve can. Ve canan. Ve ışık. Ve karanlık. Ve kuşlar. Ve nefesler. Ve gece. Ve gündüz. Ve tebessüm. Ve zelzele. Ve çöl. Ve su. Ve adımlarım. Ve gözlerim. Ve sofralar. Ve seher vakitleri. Ve yıldızların keyfi. Ve umutlar. Ve korkular. Ve unutuşlar. Ve hatırlayışlar… Hepsi, hepsi! Her şey. Kelime değil mi? Ve benim için değil mi! Ben, niçin?

Evet, kelimeyi konuşacağız. Kelimeyi konuşacağız ama nasıl? Kelime o kadar derin ki! Ne yana baksak kelime… “Elma” bir kelime değil mi? Ah, o da nereden çıktı? Okulda bize nasıl tarif ettiler: Anlamı olan, tek başına veya cümle içinde kullanılan ses veya sesler topluluğu… Derse döndü şu anda burası değil mi! Yani kelime… Ya bir anlamı olacakmış ya da bir görevi olacakmış. Mesela “elma” bir kelime dedik değil mi! Mesela “mesela” bir kelime, “gökyüzü” bir kelime, “can” bir kelime… İşte az önce bir kısmını saydık fakat “elma” da bir kelime… Elmanın bir anlamı yok mu! Sen de bir kelimesin, bir cümlesin, bir romansın, bir şiirsin. Allah’ın yazdığı bir kelime insan, bir cümle… Her kelime bir cümle aslında. “Ve” dersin, bir cümle olur; o kadar… “O” dersin bir cümle olur. Bir şey anlatmak…

Cümle ne peki? Meramımızı anlatmak değil mi! Derdimizi anlatmak değil mi! Maksadımızı anlatmak değil mi! Geliyorum. Seviyorum. Gidiyorum. İnanıyorum. Okuyorum. Görüyorum. Arıyorum. Buluyorum. Bunların hepsi cümle ve kelime. Cümleye kelimeden gidiyoruz, romana kelimeden gidiyoruz. Kelime “yaralamak” demekmiş. “K-l-m” kökünden geliyor ve saire… diyorlar da onu siz araştırın; biz o kadar derinine dalmayacağız. Anlayacağımız şekilde konuşacağız yani sizin benim anlayacağımız şekilde… Yani biraz sathî… Sathî mi? Öyle şey olur mu! Evet, neden olmasın, yani yüzünden… Yüzeysel… Hani bazı şeyler vardır ya “çok sathî olmuş…” Peki, onu anlamaya çalışalım. Oradan içeriye doğru dalalım. Aslında “sathî” de “sathî” değil eğer içine dalarsak… Anlamı olmayan bir şey var mı! “Ve” için “anlamsız” kelime derler. Vaktimiz olursa bunları konuşmak hoş olacak. Ve’yi konuşmak mesela bir 10 dakika… “Ve” nedir? İşte köprüdür “ve” saire… Bakın yine “ve” var. Evet… Bak bu ses “ahh” bir kelime. Aldığım nefes… Ağzımızdan karbondioksit çıkıyor; kelime oluyor.

Bir gün bir öğrencim bana demişti ki: “Bu adam kelimeliyor.” Kelime üretmeyi, kelime yakalamayı, kelime bulmayı seviyorum. Hatta internete de “oyuncakları kelimeler” yazdım, kendimi tanıtırken. Evet, kelimeler benim oyuncağım… Bir çocuk oluyorum kelimeler önüme gelince… Önüme atılınca kelimeler… Kitabın şöyle bir yapraklarını çevirirsiniz ya, rüzgârlandırırsınız yelpaze gibi, işte hoşuma gidiyor. Birkaç kelime ile göz göze gelmek… Yıldızlar… Her biri bir kelime. Güneş… Işıklı bir kelime. İnsanda bütün bu kelimeler içi içe… Durdum. Devam edeyim mi durmaya? Yani kendi kelime aynamızı seyredelim diye durdum. Sen de dur. Geç bir aynanın karşısına; kaç kelime olduğunu gör. “Çiçek” bir kelime, “papatya” da bir kelime. Canlı kelimeler… Cansız kelimeler seninle canlanır. Mezarlıklardan geçerken okur üfleriz değil mi? Kelimeler ne kadar canlı, ne kadar heyecanlı…

Daha geçen gün annemin mezarında okudum, beni duyar mı acaba! Duyar, duyar. Biliyor musunuz; güzel ruhlar, Cennetlik ruhlar yıldızlardan seyrediyormuş buraları. Kelimelerin içine daldıkça nice aydınlıklara, karanlıkların nasıl aydınlandığını görerek yolculuklarımızı çoğaltacağız. Fakat okullarda bize kelimeyi sadece işte; gelmek, gitmek, buluyorum, oynuyorum, koşuyorum… şeklinde anlattılar, ama bana hiçbir öğretmenim söylemedi gökyüzünün bir “kelime” olduğunu. Kaç kelime olduğunu. Şunu sormak gerekir. Yani elmayı yazıyoruz: E-L-M-A. Peki bu yazı “kelime” olur da buna kelime diyoruz da elmanın kendisine neden “kelime” demiyoruz? Kelime “hedefine” giden bir şey… Ben de bir kelimeyim ve hangi hedefime gidiyorum acaba? Aaa, var mı bir hedefim?! Her kelimenin bir hedefi var; koşmak kelimesi koşar, okumak kelimesi okur, okutur. “Oku” diyoruz birisine ve okuyor. Kelimeyi gördünüz mü! Yaa, kelimeler canlı varlıklardır, heyecanlı… Hisli… Hayattan hisseli… Hisse kapar, hisse kaptırır bizlere. İşte bak açayım bu kitabı okuyayım. Denk gelen, rast gelen şiiri okuyayım. Sivas Yollarında… Kimin bu şiir? Cahit Külebi’nin

“Sivas yollarında geceleri”

Bak; neler düşündünüz. Üç kelime var değil mi burada: Sivas, yol ve gece. Neler canlandı; Sivas canlandı, yol canlandı, gece canlandı. Gece olunca yıldızlar olur, -varsa- bulutlar, ay olur. Karanlığı görürsünüz. “Karanlık” da bir kelime…

“Katar katar kağnılar gider.”

Katar katar… Bir yol böyle art arda… Kağnıları gördünüz.

“Tekerleri meşeden.”

Tekerleri meşeden… Ses çıkarmasın diye. Demir yıpranmasın diye meşeyle kaplıyorlar. Aslında “modern” şehirleri, “modern”i tırnak içinde söylüyorum, biz modernizme falan ulaşamadık. Hâlâ savaşlar konuşuluyorsa, hâlâ vurdan kırdan bir ümit bekleniyorsa modernize olmamışız demektir. İlkelize hâller devam ediyor.

“Ağız dil vermeyen köylüler…”

Ağız dil vermemek, bir deyim… Yani sır vermemek, ne kadar hoş değil mi! Ağız dil vermeyen köylüler… Bir sır taşıyorlar sanki… Ne taşıyorlar acaba o kağnılarda:
“Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler! Ağır ağır kağnılar gider, Sivas yollarında geceleri. Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde. Ne, sevdayla dolar taşar gönüller. Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi; El ayak şişer. Sivas yollarında geceleri, Ağır ağır kağnılar gider.”

Kelimeler… Kelimeler çoğalmalı içimizde, dışımızda… Her şeyin bir kelime olduğunu görerek yaşamak temennisiyle, isteğiyle, dileğiyle, duasıyla hoşça kalın…

Giderken beni karanlığa terk etme; o kelimeyi söyle: Allah’a ısmarladık…

 

 

(Hafta içi her gün saat 16.30’da, tekrarı 21.00’de İstanbul Bizim Radyo’da yayınlanan “Keyfince Lügât” programından deşifre edilmiştir.)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*