“Davam!”

Selamunaleyküm Sevgili Keçeli;
Şşştt, acele et. Ama dikkat et de ayağın kaymasın. Çabuk ol azıcık, bak yetişemiyorsun bana. Hah, nihayet. Galiba zirveye ulaştık. Manzara nasıl? Yahu, nasıl bir şey bu? Gördüğün güzelliği tarif edebilir misin? Buna kelimelerin yeter mi? Tamam tamam, sessiz ol da şu sükûtu dinleyelim, mis gibi havayı teneffüs edelim…

Nasıl? Beğendin mi Van’ı, kalesini? Ne o, şaşırdın mı? Van’dayız tabiî. Daha da iyisi, Van Kalesi’ndeyiz.

Duyuyor musun, bir sesleniş var bize? Üstad Bediüzzaman, kendisine “İfrat ediyorsun, hayâli hakikat gösteriyorsun” diyenlere aldırmıyor ve “İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım” diyerek bizlere hitap ediyor. Diyor ki:

(Kalın yazılmış kelimelere ekstra dikkat et olur mu Keçeli?)

 

“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler, vesaireler!… Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin (Haşiye) mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız…”

Ne güzel söyledin Üstad. Mazi kıt’asına geçmek için geldiğimiz vakit bu kalenin başına bahar hediyelerinden birkaç tanesini takmamızı istiyorsun. Bununla neyi kastettiğini anlamaya ilmim yetmiyor, ama “Sadakte ya Üstad”, doğru söyledin.

Gel şimdi de Üstad’ın menzillerini gezelim Keçeli. Hani fotoğraflarda gördüğümüz demir parmaklıklı bir yer var ya Van Kalesi’nde. Oraya gidelim. Üstad’ın ayağının kaydığı, düşerken “Davam!” dediği ve Allah’ın izniyle kurtulduğu yere…

Ana kayaya oyulmuş asırlık merdivenleri iniyoruz önce. Her nasılsa sol tarafa nazarımız ilişiyor. O da ne! Tüm duvar, boydan boya çivi yazılarıyla doldurulmuş. Acayip bir merak sarıyor beni. Ne yazıyor burada? Merdiven bitince mağaranın girişi beliriyor. Tamamen kayaya oyulmuş bir ana salon ve ona bağlı dört oda. “İnsanlar bir kayayı nasıl böyle oyabilir”in şaşkınlığını yaşarken, duygularımı ancak şu cümle teskin ediyor: “Nev’imle iftihar ediyorum”.

“Van da nereden çıktı şimdi?” diyecek olursan sevgili Keçeli, geçen ayki Van Mevlidi’ni hatırlatmam gerekir. Elhamdülillah Trabzon cemaatiyle gitmek nasip oldu bizlere de. Ve ben Van’ı çok sevdim. Gezerken araştırmaya çok fırsatım olmadı, ama eve döndüğümde heyecanla araştırmaya başladım. Neymiş biliyor musun sevgili okur? Üstad’ın zaman zaman tefekkür ettiği o mağara aslında bir kaya mezarıymış. Urartu Kralı I. Argiştin mezarı. Mağaraya inerken gördüğümüz o çivi yazıları da yine Argişti’nin yıllıklarıymış. Vaay bee! Ey “araştırma”, ne güzel şeysin sen.

Araştırmanın ne kadar heyecanlı ve eğlenceli bir süreç olduğunu anlaman için sana bir ödev versem, yapar mıydın Keçeli? Acaba Üstad için Van Kalesi neyi ifade etmiş, “Horhor toprağının kapıcısı olan kale” derken ne kastedilmiş, araştırabilir misin? Gerçekten bak, garanti veriyorum araştırarak öğrenmenin zevki anlatılmaz yaşanır. N’olur yap ödevini. 🙂

 

 

1)  Haşiye‘yi  de siz kendiniz mi okusanız, nasıl olur?

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*