Dünya Mü’minin Zindanı, Kâfirin de Cennetidir*

İnsan yaratılışı gereği derinlikli bir mahlûktur. Ona eş yaratılmış bir varlık yoktur ki ruhun çıkmazları anlaşılabilsin. Tefekkür edebilen, inzivaya çekilen insanoğlu, ilk çağlarda mağaraları barınak olarak kullanmış olsa da, mağara duvarlarındaki resimler insanın estetik anlayışını gözler önüne serer. Nitekim mağaraların daha büyük olanlarına galeri adı verilir. Büyük sanat eserlerinin (master piece) sergilendiği yerlere de. Belki de felsefe tarihinin miladı sayılan o meşhur alegoriyi Platon bizatihi bir mağarada deneyimlemiştir. Mağara her ne kadar karanlığı anımsatsa da Türk mitolojisinde yeniden doğuşun sembolüdür.

Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, Efendimiz’e (asm) Hira Mağarası’nda indirilmeye başlanmıştır. Bozulmamış tek vahiydir ve bizler için kurtuluşu ifade eder. Günümüzde sıkıntı çekmemizin tek sebebi Allah’la yalnız kalamayışımızdır. Oysa kitabımız Efendimiz’e (asm) yalnızken gönderilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte zindan gibi mekânların da sanata ve edebiyata mutlak katkısı olmuştur. Bazen okuduğumuz şiirlerin dört duvar arasında nasıl yazılmış olduğuna şaşırırız. Anlarız ki, insan hapsedildiğinde dahi sanat dürtülerini susturamaz.

Hz. Yusuf kardeşleri tarafından kuyuya atıldığında Allah ona zemzemi akıtmıştır. Dilek dileyip kuyulara para atmamız belki batıl inançlarımızdandır, fakat bu davranışımızın altında Allah’a sonsuz güvenimiz vardır. Bir mağarada saklansak bizi Ashab-ı Kehf gibi uyutabileceğini biliriz. Kuyuya düşsek bize bir kervancı yollayacaktır. Zindana atılsak biliriz ki iftiradır. Onun için mağara, zindan, kuyu bize karanlığı değil; nuru, aydınlığı ve kurtuluşu ifade eder.

Biz de Bâb-ı Edebiyât olarak köşemizde bu unsurların edebiyatımıza katkısından bahsedelim, bazı kaynaklara değinelim istedik. Her kuyuya düştüğümüzde, Allah ellerimizden tutacaktır. Biz yeter ki Yusuf (as) gibi olalım inşaallah.

Klasik Türk Edebiyâtı, sevenlerine her iki dünyadan da hakikati sunan, bunu mecazlar ve remizlerle yapan bir edebiyâttır. Bu meyânda şiirin, kapalı, karanlık, derin unsurlardan bahsetmeyişi düşünülemez. Öyle ki dîvân şairine dünya, güzellikleriyle bile ona zindandaymış gibi hissettirebilir ve şair dünyayı hapsolduğu bir yer olarak görebilir, özellikle mutasavvıf şairler için bu böyledir. Onların ‘dâr-ı dünyadan garaz’ı ‘âhiret kesbeylemektir’. Dolayısıyla fânî olan bu dünyanın güzeli ona zindan gibidir.

Kapalı ve karanlık unsurlar arasında mağaralar da vardır. Mağaralar özellikle dinî unsur ve anlatılarla kullanılır. Mesela Peygamber Efendimiz’e (salât-u selâm onadır) vahyin nüzul ettiği sığınak yeri Hira Mağarası ve yâr-ı gârı Hz. Ebûbekir (ra) ile sığındığı Sevr Mağarası bu ilgilerle kullanılmıştır. Mağara insanın sığınağı bir yerdir ve burada olmak kişiye anne karnındaymış gibi huzur veren bir inziva hâlidir. Buna, Hz. Musa’nın (as) gece bir mağaraya sığınmak isteyip burada Allah (cc) ile konuştuğu, ona “Erînî” dediği, Allah’ın dağa tecelli ettiği hâdiseyi de ekleyebiliriz.

Yedi Uyurlar olarak da bilinen Ashâb-ı Kehf’in de 309 yıl boyunca bir mağarada uyuyuşu, mağaraların korunaklı bir sığınak olma özelliğini gösterir ki, bu da klasik edebiyâtımızda oldukça fazla işlenmiş bir kıssadır. Tüm bunlarla beraber kapalı, karanlık unsurlar bahsinde sayabileceğimiz çâh, çeh ya da bi’rde denilen kuyular vardır ki, bu da Hz. Yûsuf’un (as), Kur’ân-ı Kerîm’deki Ahsenü’l-Kısâs’ının anlatılarına dayanır ve şiirimizde çokça bahsi geçer. Hz. Yûsuf’un kuyuya atılması, daha sonra zindana kapatılması ve Mısır’a sultân oluşu şâirler tarafından her nev’den ilgiyle şiire konu edilmiştir.

Bu güzergâhta karşılaşabileceğimiz bir kapalı unsur da kuyulardır. Bunlar; İran kahramanı Bijen’in aşkı yüzünden yedi yıl tutsak edildiği çâh-ı Bijen, Harut ile Marut’un Zühre tarafından kandırılıp Allah tarafından kıyamete kadar baş aşağı tutsak edildiğine inanılan ve genellikle büyü ile ilgili unsurlarla anılan çah-ı Bâbil, İbn-i Muknî diye bilinen bir büyücünün bu kuyunun içerisinden ay yükseltebildiğine inanılan çah-ı nahşeb, eskiden gökyüzü ve gök cisimlerini izlemek için kullanılan âletlerin gömüldüğü çâh-ı rasad ve âşıkların kendilerini sevgilinin çene çukuruna hapsettiği çâh-ı zenehdân olarak şiirlerde karşımıza çıkabilir.

Şimdi bu minvalde bazı şiir parçalarına göz atalım:

“Yûsuf dahi olsan düşürürler seni çâha

Ebnâ-yı zamânın işi ihvâna cefâdır”     

(Yûsufda olsan seni kuyuya düşürürler,

Zamane çocuklarının işi dostlara cefa etmektir [sıkıntı vermektir])                                    

Şeyhülislâm Yahyâ

 

Şair zamane oğullarının vefasızlığından Hz. Yûsuf’u kuyuya atan kardeşlerini hatırlatarak bahsediyor.

“Gamze-i fettânını koydun ki yıktı âlemi     

Bahse dalmışken çeh-i Bâbil’de câdûlarla sen”

(Sen fitne saçan bakışını koyup Bâbil kuyusunda

Cadılarla bahse dalmışken [bu yan bakışın] âlemi yıktı)                                                                      Nedîm

 

Nedîm, Bâbil kuyusunda tutsak edilen Harut ile Marut’un büyücülüğüne gönderme yaparak, büyücülerle bahse daldığı sırada fitne saçan bakışın da âlemi büyüleyerek yıktığından bahsediyor, bu elbette şairâne bir söylemdir.

 

“Hayalî Kâ’be-i derdem libâsım dûd-ı âhumdur

Gözüm yaşıyla dolmuş âsitînüm Çâh-ı Zemzemdür”

(Ey Hayâlî, [benim] derdim Ka’be, elbisem [çektiğim] âhın dumanıdır,

Gözümün yaşıyla dolmuş eşiğim de zemzem kuyusudur.)                                                        Hayâlî   

 

Şâir burada Kâ’be’ye gitmek, kavuşmak arzusuyla ağladığını ve ahlar ile inlediğini anlatmaktadır. Öyle ki elbisesi ahının dumanındandır ve eşiğine akıttığı gözyaşları da öyle çoktur ki, sonu gelmeyen Zemzem kuyusu gibidir.

Edebiyatımızda karanlık unsurlar olarak geçen zindan, kuyu ve mağara konularının günümüzde de işlendiğini görmekteyiz. Yedi Uyurlar’ın anlatıldığı, “Divan şiirinde Ashâb-ı Kehf ve Râşih’in Ashâb-ı Kehf Mesnevisi / Hasan Yekbak“ ve “ Ashab-ı Kehf/ Sinan Yıldız” eserleri mevcuttur. Ayrıca Ashab-ı Kehf’i anlatan mesnevi sahiplerine örnek olarak; Raşih, Muhammed Emin, Fakîri, Şükri, Kâtip Kemal, Ahdi verilebilir. Süruri, Nâfi’i ve Meftûni’nin gazellerinde konu olarak Ashab-ı Kehf işlenmiştir.

Hârut ile Mârut‘a ise  bazı divanlarda rastlarız: Nedim, Ahmedî, Zati, Ahmet Paşa, Şeyh Galip, Necati Bey, Hayali, Nef’i, Fuzuli, Nesimi ve Naili.

 

*Hadis-i Şerif

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*