Beklemek

“Bir yolcu bekliyorum
Nasıl da hasretliyim
Adı neydi unuttum
Yıllardır kederliyim.” 

Ömür boyu bekleriz. Beklemek… “Bek” kelimesinden geliyor, sağ bek, sol bek deriz ya… Bir yolcu bekleriz, kapımızın zili çalsın isteriz… Hele gurbette isek, hele hele çook uzaklardaysak… Gerçi gurbet dediğin “bir atım” ötesi, “bir adım”… Bir taş atımı… Bir silah atımı… (Silah demeyelim, çünkü bu aralar çok kullanılıyor.)

Evet… Ölümü öldüremeyeceğiz. Tamam da… Acaba biz savaşları beklemek için mi bekliyoruz? Barışı bekleyelim! Niye savaşı bekliyoruz! Yolcuyu bekleyelim, baharı bekleyelim, kışı bekleyelim, yazı, sonbaharı, bütün mevsimleri bekleyelim, ama savaş mevsimini beklemeyelim… Savaştan savaş çıkar; barıştan barış… “Savaş savaş savaş” dersen savaş çoğalır; “barış barış barış” dersen barış çoğalır. Bir adama “iyisin” dersen iyi; “kötüsün” dersen kötü olurmuş… Hani kırk gün birine “deli” dersen deli oluyormuş ya…

Evet, biz beklemeye dönelim…

“Bir yolcu bekliyorum
Bilmiyorum nereden
Belki bir meltem gibi
Esiverir göklerden” 

İnsanın sonsuz bekleyişine bir harita açıyor Kemal Kaplancalı… Nereden olduğunu bilmiyor, bir yolcu… Meltem gibi göklerden, bir yerlerden esiverecek… Herhalde beklenen yolcu da “meltem” gibi olmalı… Bir papatya gibi kokmalı… Gelincik gibi incecik olmalı.

“Ne kadar zaman geçse
Ümit kesmedim Hak’tan
Fısıldanır belki de
Bir sihirli dudaktan”

“Korku” isimli bir şiir bu. İnsan korkuyu ve ümidi hep beraberinde götürmeliymiş… Ne kadar zaman geçse de ümidini kaybetmiyor. Bir korkusu var. Onu birazdan söyleyecek. Ümidimizi kestiğimiz anda her şey biter! Ümidini kesmeyen çekirdek, ağaç oluyor… Ümidini kesmeyen yolcu, menzile varıyor. Gerçi Yahya Kemal, “Menzile varmadan her yolcu bir yerde ölür” diyor da… Vardığın, öldüğün yer de işte menzil artık…

Dedik ya hayat dediğin beklemek… Sağda solda, orda burda bekleriz… Beklemek, ümit etmektir… Ümit etmek, beklemektir. “Beklemek” diye bir kelime olmazsa, bahar gelmeden önce sizde açmaz, değil mi? Kıştan önce üşürsünüz, yazdan önce terlersiniz, güzden önce solarsınız. Şöyle bir o soluş, o üşüyüş, o terleyiş, o bahar rahatlığı… Gelmeden önce bile onlar, sizi bir tuhaflar… “Limon” deyince ekşiyorsunuz değil mi? Dilimiz buruluyor, burkuluyor, bir şeyler oluyor. (Evet… Limon kokusu belki de geldi… Değil mi?) Bekliyoruz… (bir şeyler…)

“Bir yolcu bekliyorum
Rüyalarım dolusu
Sarıyor her yanımı
Ya gelmezse korkusu…”

Ümit ve korku ne kadar güzel yan yana getirilmiş. Beklemeyi unuttuk… Belki korkuyu da unuttuk… Acaba korkuyu unuttuğumuz için mi böyle birden dalıyoruz kavgalara? İnsana korku da gerek… İnsana ümit de gerek… Dengeyi kaybederiz yoksa… Bir tarafa ağdırırız ve toparlanamaz, yuvarlanırız… Top gibi… Atarlar bizi bir yere… Bir yolcu bekleyelim ve bir yolcu olalım birileri bizi beklesin…

Gelecek çocuk beklenir. Aylarca… O ümitle yaşanır. Hatta doğmamış çocuklara elbiseler biçilir. “Doğmamış çocuğa don biçme!” derler. “Don” eski dilde elbise. Bekliyoruz ya… Biri telefon etse, sevdiğiniz… Yarın geliyorum dese… Anneniz, babanız, başka bir sevdiğiniz… Ne kadar sevinirsiniz, artık saatler geçmez olur. Beklersiniz… Pencerelere koşarsınız. Hatta onun geleceği yeri hesaplayıp yollara çıkarsınız, onu karşınızda görür gibi olursunuz… Hasretin ölçüsüne göre bu artık…

Bir hasretiniz olmalı, bir korkunuz olmalı, bir ümidiniz olmalı, bir özleminiz olmalı, bir beklentiniz olmalı… Rüyalarınızı dolduran yolcularınız olmalı… Şiirde geçtiği gibi. Mevsimleri beklersiniz değil mi; mevsim olursunuz… Gökyüzü beklenir mi? Gökyüzü bizi bekler değil mi! Bakmamızı bekliyor. Beklemek güzeldir; gelecek biri varsa… Vardır… Birileri gelir… Beklemek güzeldir… Ölüm gelir alır sizi, sonsuza yol eder…

Giderken o cümleyi söyle, beni karanlığa terk etme… Allah’a ısmarladık!

 

 

(Hafta içi her gün saat 16.30’da, tekrarı 21.00’da İstanbul Bizim Radyo’da yayınlanan “Keyfince Lügât” programından deşifre edilmiştir.)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*