Zihinlerimiz Dünyevîleşirken Biz Neredeyiz?

Her asrın mergup bir metası vardır. Bu asrın rağbet edilen metasını Bediüzzaman şu şekilde açıklar: “Siyaset metaı, hayat-ı dünyevîyenin temini, felsefenin revacı”. Dünyevîleşmeyi, özelde “Müslümanların dünyevîleşmesi” bağlamında düşündüğümüzde, hayat-ı dünyevîyenin temini vazgeçilmez bir unsur olarak hayatımızın merkezinde yer almıştır (aldırılmıştır). Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, kişiye ancak çalıştığının karşılığı vardır. (Necm Suresi, 39)

Hadislerde de bunu destekleyen ifadelere rastlamak mümkündür. Fakat burada söz konusu olan ‘dünyevî hayatı temin etmek’; sadece rızkı elde etmekten çıkmış olup, ‘daha geniş dairede yaşama’, ‘daha rahat hayat sürme’ emelinden kaynaklanmaktadır.

Dünyevî hayatı kazanma sevdası uğrunda ise kayıplarımız çok fazla olmaktadır. Bunlardan en basiti hırstır ki, sebeb-i hasaret olarak geçmektedir. Bir diğeri sıdkın hayatımızda yok olma derecesine gelmesi, sünnet-i seniyyeye ittibada hissemizin azalması ve bu uğurda tesettür hakikatinden uzaklaşmamız.Dahası sosyal hayatın temelini teşkil eden hürmet ve merhametin ortadan kalkma tehlikesi gibi birçok kayıptan bahsedebiliriz. Bunların hepsini ve daha birçoğunu, Müslümanların zihniyetinin uhrevî olmaktan çıkıp dünyevî olmasının sonuç tablosu olarak da görebiliriz.

Mesela sıdk hakikatini ele alalım. Peygamberimizin muhatap olduğu ve bu âyet beni yaşlandırdı dediği “Emredildiğin gibi dosdoğru ol” (Hud Suresi, 112) âyetinde Cenab-ı Hak, peygamber özelinde aslında tüm mü’minleri muhatap almıştır. Sıddîkiyet, İslâm toplumunun temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Hatta bunun içindir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de hususî olarak sıddîkiyet özelliği için dua etmemiz istenir ve şöyle denir: “Ve de ki: Ey Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi, çıkacağım her yerden de doğrulukla çıkmamı nasip et.(İsra 80)

Bununla beraber Üstad Hazretleri; İslâmiyet’in esasının, imanın hassasının, bütün kemâlâta ulaştıran yolun, ahlâk-ı âliyenin menşeinin, dahası Ashâb-ı Kiram’ın bütün insanlara üstün gelme sebebinin “sıdk” olduğundan bahsetmektedir.

Kâinatta boşluk yoktur ve zıtlar bir arada bulunmaz. O zaman hayatımızda ya bu kadar hakikati ifade eden sıdk bulunacak veyahut sıdk kaybolmuşsa kural gereği boşluk olmayacağından zıddı yerleşecek, yani kizb. Müslüman bir bireyin sıdkı elde etmekten başka çaresi yoktur. Eğer sıddîkiyet Müslüman toplumunda yok olmaya başlamışsa, onun yerini artık tasannular, riyalar, şeytanın hoşuna gidecek malzemeler almış demektir.

Peki, dünyevîleşen zihinlerimizde sıddîkiyeti nerede kaybediyoruz? Evimizin içine girip baş köşeye geçen televizyonlarda mı, yoksa avuç içimize yerleşen sosyal medya hesaplarımızda mı? Olmayan, yaşanmayan durumları olmuş gibi paylaşıp beğenme rekorları kırılmasını beklemek, sıddîkiyetin kaçıncı kilometresinde yer alıyor? Müslüman bir birey sekülerleşen dünyaya ayak uydurmak uğrunda nelerden taviz veriyor, neler kaçırıyor? Her Müslüman bireyin bu soruların cevabını afakta aramaktansa enfüsî âleminde bunlara cevap bulması gerekiyor.

Üstad Hazretleri, İman Küfür Muvazeneleri’nin başında iki dehşetli hâlden bahsetmektedir. Bunlardan biri akıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ilerde bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insanîyedir. Bu hissiyattır ki, kişiye kırılacak cam şişelerini bâki elmaslara tercih ettirir. Bu da gerçekten dehşetli bir hâldir. Cenab-ı Hak bu gibi şeyleri imtihan vesilesi kılmış, kim daha iyi işler yapacak diye tecrübe meydanı açmıştır. Rabbimizi bize tarif eden küllî muarrifler çokken hâlâ onu unutur, oyalayıcı hevesata kurban gidersek eğer, korkarız ki şu âyete mazhar oluruz: “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi akıbetlerini unutturdu” (Haşr, 19) Belki de zihinlerimiz Allah’ı unutturacak pek çok meşguliyet içinde kendini kaybetmeye, yolunu şaşırmaya başladı. Çünkü onun yaratılış amacında esasen şu vardı; Tezahür-ü Rububiyet’e karşı ubudiyet-i küllîye ile cevap vermek.

Peki, zihinlerimiz dünyevîleşirken biz neredeyiz? Neyi ya da nereyi âli maksat yapmışız da fark edemiyoruz? Dünyanın bir oyun ve oyalanma yeri olduğunu fark etmekte zorlanıyoruz… Anlamlandırmalarımız dünyanın üç yüzünden üçüncüsünde kalmış. Nazarlarımız sathî olmuş. Mânâ-ı harfînin yerini mânâ-i ismîler almış. Zihnimizi kime ya da kimlere teslim ettik de fark edemiyoruz?  Neden, “niçin bu dünyaya gönderildik” sorusu ile muhatap olamıyoruz? Oluyoruz belki, ama iptal-i his yapıp cevap vermekten mi kaçınıyoruz?

Zihinlerimizi tekrar Müslüman yapmak istiyorsak, nazarlarımızı dünyalık olmaktan çıkarıp uhrevî yöne çevirmek istiyorsak, reçetemiz o cihazatlarımızı; “İslâmiyet suyu ile imanın ziyasıyla, ubudiyet toprağı altında terbiye ederek, emavir-i Kur’ânîye’yi imtisal edip cihazat-ı manevîyesini hakikî gayelerine tevcih” (23. Söz) ederek inşaallah âlem-i bâkiyede mübarek ve nurlu bir meyve hâline getirmekle olacaktır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*