Düşünmeyi düşünmek

Bir olguyu anlamanın yolu izlemekten ve sormaktan geçiyor. Şu dünyaya akıl sahibi olarak gelip, hitaba muhatap kılınan insanın da içinde bulunduğu âlem hakkında, hele de kendisine dair hiçbir şey sormaması abes olurdu.
“İnsan nedir?”, “Neden konuşur?”, “Nasıl konuşur?”, “Niye onu değil de bunu tercih eder?”, “Niçin sever, üzülür, öfkelenir?”, “Nasıl düşünür?”, “Neden birbirinden bu kadar farklıdır ve nasıl bu kadar birbirine benzer?” gibi yüzlerce, binlerce soru dolaşıyor zaman-ı Âdem’den bu yana insanın ve insanlığın zihninde. İşte insanın kendisine dair sorduğu soruların ve bulduğu cevaplarının toplamı psikoloji.

Herhangi bir psikolojiye giriş kitabını açacağınızda karşınıza ilk çıkan tanım şudur: insan zihnini ve davranışlarını inceleyen bilim dalı. Aslında insana dair ne varsa, yukarıda saydığımız sebeplerden ötürü, bir yerde psikolojinin de konusu. Bu yüzden psikoloji tam şu tarihte başladı demek çok mümkün değil. Okuyacağınız bu yazı da psikolojinin tarihiyle alâkalı değil. Psikoloji hakkında kısaca bilgi verdikten sonra psikoloji okumanın bana ne kattığı konusunda şahsî tecrübelerimi belki size de bir faydası dokunur gayesiyle anlattığım bir yazı olacak. Hazırsanız başlıyorum.

Psikolojinin bir bilim olarak mahiyeti üzerine

Psikoloji; duygu, düşünce, ruh gibi konuların ağırlıklı olarak irdelendiği zihin odaklı felsefeden ve davranış bozuklukları ve anormalliklerin incelenip tedavi edilmesi üzerine yoğunlaşan, insan biyolojisi odaklı tıptan gelişerek gelmiş. Zamanla bu iki alanın birbiriyle alâkalı olduğunun anlaşılmasıyla müstakil bir alan olmuş. Psikolojinin artık bir bilim olarak sistemleştirildiği 19. yüzyıldan itibaren insan davranışlarını birbirinden oldukça farklı şekillerde açıklayan pek çok ekol ortaya çıkmış. Günümüzde ise psikologlar daha eklektik bir yaklaşım benimseyerek, bu ekollerin neredeyse hepsini insanı anlama çabasında birer araç olarak kullanıyorlar.

Psikoloji, deney ve gözlem yoluyla elde ettiği verileri kullanarak bir takım sonuçlara ulaşmasıyla bir bilim dalı olma özelliğinde. Ancak insan gibi oldukça karmaşık ve yalnızca maddeden ibaret olmayan bir canlıyla uğraşması sebebiyle o kadar bilimsel olmayan bir tarafı da var. Bu iki yön de, bana kalırsa çok da haklı olmayan birçok eleştiriye maruz kalıyor. Bir yanda “bilimsel olduğu için maddeye çok odaklandı, ancak mânâyı ihmal etti”ciler, diğer yanda da “mânâyla uğraştığı için bilimsel olamaz”cılar. Oysa anlamak için bu sınırları çizmeye ihtiyacımız var. Sayısız paradigmanın işin içinde olduğu durumları, bir şekilde yapay bir ortamda, her paradigmayı tek tek inceleyerek anlayabiliriz. Devasa bir bütünü anlayabilmek için, ya yeterince uzaklaşıp tamamını görüş alanımızın içine alacağız ya da küçük parçalara bölüp, adım adım detaylarına dikkat ederek bakacağız. En isabetli olanı bu iki yaklaşımı bir arada kullanmaktır diye düşünüyorum. Psikoloji de insanı anlamaya çalışırken, birçok alana ayrılıp farklı açılardan inceler. Hiçbiri de tek başına yeterli değildir. Hem diğer alanlarla hem de farklı bilim dallarıyla birleşerek bir mânâ ifade ederler.

En temel beş alana şöyle bir göz atalım:

Klinik psikoloji, psikolojinin bilim, teorik ve pratik kısımlarını birleştiren bir kolu. Depresyon, kaygı bozukluğu, şizofreni gibi patolojik durumların tanısı ve tedavisiyle ilgilenen klinik psikoloji, kendi içinde pek çok farklı ekol ve yaklaşım barındırıyor. Elbette ki bu tanı ve tedavi sürecinin geliştirilmesi ve sağlıklı işlemesinde klinik psikoloji, psikolojinin diğer alanlarından destek alıyor. Yani, bir psikolojik şikayet sebebiyle gittiğiniz, terapi aldığınız psikolog, aslında bu alanda özel eğitim almış bir klinik psikolog olmalıdır.1

Gelişim psikolojisi, insanın anne karnında başlayan gelişim sürecini ve hiçbir ihtiyacını kendisi karşılayamayan, konuşmaktan bile aciz bir bebeğin hangi aşamalardan nasıl geçerek yetişkin bir birey olduğunu inceler. Gelişimin pek çok boyutu olduğundan, gelişim psikolojisinin de farklı gelişim süreçlerini farklı yaklaşımlarla inceleyen alt dalları mevcut: dil gelişimi, sosyal gelişim, bilişsel gelişim gibi…

Psikolojinin parlayan yıldızı bilişsel (cognitive) psikoloji var sırada. Bilişsel psikoloji, insan davranışlarında zihnin rolü, beynin nasıl çalıştığı, hafıza, algı, problem çözme, öğrenme, karar verme gibi mekanizmaların işleyişi üzerine çalışılan bir alan. Gelişim psikolojisi ve nöropsikoloji gibi psikolojinin farklı alanlarıyla yakından ilgili olmasının yanı sıra bilişsel psikolojinin felsefe, dilbilim (linguistik), yapay zekâ gibi farklı branşlarla kuvvetli bir ilişkisi var.

Nöropsikoloji, adından da çıkarabileceğiniz gibi nöronlar, yani beyin, beynin fizyolojik yapısı ve bunun insan davranışlarına etkisi üzerine çalışan bir alan. Ciddi bir biyoloji ve biyokimya bilgisi isteyen bu alanda genetik mühendisleri, mikrobiyologlar, biyokimyacılar ve nöropsikologlar güçlerini birleştirerek birçok çalışmaya imza atıyorlar.

Sadece beyin veya sadece anormal davranışlara odaklanmak elbette çok şeyi eksik bırakır. İnsan tek başına yaşayan bir canlı değil, her daim diğer insanlarla ilişki içerisinde. Sosyal psikoloji bu ilişkiyi inceleyerek toplum ve insan davranışları arasındaki bağlantıyı göz önüne alıyor. Sosyal psikoloji, grup dinamikleri, sosyal algı, şiddet, itaat, liderlik, önyargı gibi kavramlarla çalışması sebebiyle sosyoloji, tarih ve antropoloji gibi diğer sosyal bilimlerle geniş ortak çalışma alanına sahip.

Psikoloji bu saydıklarımla sınırlı değil elbet. Endüstriyel psikoloji, adlî psikoloji gibi faklı alanlara yönelik pek çok branş var, ama burada hepsini anlatmaya ne sayfalar yeter ne de benim hepsi hakkında bilgim var. O yüzden ilgilenenleri Google’a yönlendirip, ben Google’da bulamayacağınız başka kelimelerle devam edeyim.

“İlim kendin bilmektir”

Psikoloji, insana kendisini anlattığı için çok kıymetli bir alan benim gözümde. Kendime bu alanı seçmem de bu sebepleydi. İki temel kazanımım olduğuna inanıyorum psikoloji okumuş olmakla: eleştirel düşünme ve insanı anlamaktan gelen özgürlük ve merhamet.

Psikolojinin deney ve gözleme dayanan bilim kısmı, her bilim gibi temelinde eleştirel düşünmeyi (critical thinking) barındırıyor. Eleştirel düşünmek; her “bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre” cümlesine inanmadan2 önce, “Nasıl bir araştırmaymış?”, “Ne zaman, nerede, kimlerle yapılmış?”, “Hangi yöntem kullanılmış?”, “Ne sonuç elde edilmiş?” gibi sorular sormak demek. Sistemli bir akıl yürütmeyle bir neticeye varmayı ve varılan neticenin mutlak gerçek olmadığını, zamanla, farklı veriler ve düşünce metotlarıyla yanlışlanabilir olduğunu öğrenmek; günlük hayatta da meseleleri tahkik ederek hakikate ulaşmayı kolaylaştıran ve zihne yerleştiren önemli bir beceri hâline geliyor. Bu kısım yalnızca psikoloji ile değil, herhangi bir bilimle resmî veya gayriresmî olarak, ama ciddi bir şekilde uğraşan her insanın elde edebileceği bir kazanım.

İnsanı anlamaktan gelen özgürlük ve merhamete gelecek olursak, işler daha da güzelleşiyor. Yazı boyunca anlattığım gibi, psikoloji yalnızca “anormal olan” ile değil, her yönüyle insanla ilgileniyor. Psikoloji okumak, yalnızca bir takım psikolojik rahatsızların neler olduklarını ve nasıl tedavi edildiklerini öğrenmek demek değil. Hatta bazen en az öğrendiğiniz şey bu oluyor. Psikoloji okumak, insanı öğrenmek3 demek. İnsanın doğasına, sınırlarına, duygularının, düşüncelerinin, kabiliyetlerinin nihai noktalarına ve zaaflarına uzanan bir alan psikoloji. Bu durumdan nasıl bir özgürlük ve merhamet kazandığımın hikâyesi ise şöyle:

Şu ana kadar yazdığım yazıların pek çoğunda insanın kendini bilmesinin ona özgürlük sağlayacağından bir şekilde bahsettim. İnsan bir irade sahibi, ama bu irade oldukça cüz’i. Ancak bu cüz’iyetin sınırlarını bilmemek, insanın iradesi dâhilinde olan ve olmayan meseleleri bilmemesi demek. Duyguların, davranışların, düşüncelerin nasıl ve hangi koşullardan etkilenerek şekillendiğini öğrendikçe insan, iradesinin sınırlarını ve mahiyetini de anlamaya başlıyor. Bunu bir alet kullanmak gibi düşünebiliriz. Mesela bilgisayarla neler yapabileceğinizi öğrendikçe, bilgisayarın başına geçtiğinizde kendinizi çok daha özgür hisseder, rahat hareket edersiniz. Çünkü neler yapabileceğinizi ve daha da önemlisi neler yapamayacağınızı biliyorsunuzdur. İnsanın kendi sınırlarını bilmesi de onu bu sınırlar içerisinde çok daha özgür kılıyor. Zaaflarını bilerek kendi yararına kullanabileceğini de anlıyor.

Peki ya merhamet? İnsan en çok anlamadığı zaman öfkeleniyor. En son ne zaman birine gerçekten çok öfkelendiğinizi düşünün. Muhtemelen “Bunu nasıl yapar?” ya da “Neden böyle yaptı?” diye sordunuz öfkeyle. Bu bilinmezlik ve öfke, insanların birbirine merhamet duy(a)mamasının belki de en önemli sebebi. Ancak insanın kendi sınırlarını, zaaflarını bilmesi, davranışlarının altında yatan olası sebeplerin farkında olması, aynı durumun başkaları için de geçerli olduğunun farkına vardırıyor. Bu bilinçte olunca insan, muhatap olduğu kişinin de bir insan olduğunu tam kavrarken, öfke, yerini merhamete bırakıyor.

Bu saydığım kazanımları elde etmek için, ‘illaki psikoloji okumak mı gerekir’ sorusunun cevabı elbette ki hayır. Üç farklı okumakla da bilmek mümkün.

Birincisi, hiçbir bilim sadece bir kısım insanların kâinatı anlaması için değil, tüm insanlık içindir. Bu sebeple bilim insanları yalnızca akademik makaleler değil, yaptıkları çalışmalarla kavradıkları neticeleri, ulaştıkları sonuçları ve kâinata dair anladıklarını, o alandan olmayan insanlara anlatmak için de kitaplar yazar. Popüler bilim dediğimiz bu kategoride psikolojinin farklı alanlarında da yazılmış, temel bilgi veren yahut insanı anlamaya dair ulaşılan neticeleri anlatan yüzlerce güzel ve aydınlatıcı kitap bulmak mümkün.

İkinci olarak, yazının başında psikolojinin başlangıcını insanlığın başlangıcıyla eş tuttuk. Bu yüzden insanlığa dair okuduğunuz her şey aslında bir psikoloji eseri oluyor. Mitolojiler mesela, bize insanın zaman, mekân fark etmeksizin aynı sorunlarla boğuştuğunu, kendi fantastik dünyaları içinde çıplak bir gerçek olarak önümüze seriyor. Peygamber kıssaları bize yalnızca o peygamberin ve etrafındakilerin hâlinden değil, kendi hâlimizden haber veriyor. Tüm o aklı, düşünce biçimlerini, duyguları, değerleri irdeleyerek huzursuz eden filozoflar, bize düşünmeyi düşünmekten bahsediyor.

Üçüncü yol ise, bu konuda yazılmış en kapsamlı kitabı okumak. Bu diğerlerine göre daha zor, çünkü bahsedeceğim kitap gerçekten çok kapsamlı ve okumak için o kitabın dilini ve okuma üslubunu öğrenmek zorundasınız. Dahası, belki başka başka kitapları okumanız bile gerekebilir bu kitabı anlamak için. Evet, insandan bahsediyorum. Bizzat kendimizi okumaktan. Psikoloji insan kitabını okumanın akla dayanan bir yolu. “Mü’min mü’minin aynasıdır” hadis-i şerifiyle gelen, birbirimizin kalbinden, ruhundan geçen başka bir yolu da var, hep hüşyar olup, kendinin farkında olarak yapılan bir enfüsî tefekkür yolu da.

Bu okumalar birbirinden ayrılmıyor, hatta ilk ikisi aslında üçüncü okumaya, insan kitabını okumaya yardımcı oluyor, farkındayım. Mesele şu kâinattan insan kitabını okumadan geçmemek. Zira, bu kitabı okumadan başka kitaplar okunmuyor.4

Dipnotlar:
1) Doktorluk gibi düşünün. Yalnızca tıp fakültesini bitirmiş, uzmanlık yapmamış biri cerrahlık yapabilir mi? Aynı şekilde klinik psikoloji üzerine uzmanlaşmamış bir psikoloğun da tanı koymak, terapi yapmak gibi bir yetkinliği yoktur.
2) Ki zaten şahsi kanaatime göre bilime inanılmaz, bilim bir alettir.
3) Tabi ki burada kastımız, psikoloji ilmi insanı çözdü, her şeyini biliyoruz, değil. Bir süreçten, insanı anlamak yolunda olan bir çabadan bahsediyoruz.
4) bkz: Ene Risalesi.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*