Helâlin zikri, fikri, şükrü

İhtar: Bu yazı neyin helâl, neyin haram olduğuna ilişkin fıkhî hükümler içermez. Yazıda geçen ifadeler yalnızca yazarın fikir ve his dünyasından çıkan yansımalar, mezkûr kavram üzerine yoğunlaşmış birtakım tefekkürlerdir.
Helâlin mânâsı budur gibi bir kesinlik iddiasında olmadığı gibi, tüm ifadeler yalnızca yazarı bağlar. Her bir ifadenin değerlendirilmesi okurun aklına, kalbine ve vicdanına bırakılmıştır. Okur, bu yazıyı okuyarak, yazıda geçen ifadeleri tahkik etmeden kabul etmeyeceğini taahhüt etmiş olur.

Yaratıcının varlığına bir din dâhilinde inanmak, ağır bir iştir. Din, beraberinde bir takım yükümlülükler de getirir. İnanandan talebi, tüm hayatını bu dinin usul ve esasları üzerine bina etmesi; hayatını, duygu ve düşüncelerini en ince detayına kadar bu esaslar üzerine kurmasıdır. Dolayısıyla bu durum sürekli bir öğrenme, çabalama ve yüksek bir bilinç hâlini gerektirir. İnanan, aşama aşama dinindeki hakikatleri hayatına oturturken, bir taraftan da her bir hakikatin de mertebeleri olduğunu ve bu mertebeleri de tek tek keşfedip anlama ve yaşamaya ihtiyaç duyduğunu fark eder. İman-ı tahkikî denilen meselenin tarifi kabaca budur.

Hakikatlerin mertebeleri, yaklaşıp detaylarına inildikçe fark edilir. Mesela odanızı temizlediğinizi düşünün. Şöyle bir süpürüp sildiğinizde size gayet temizlenmiş gelebilir, tâ ki anneniz veya titizliğiyle bilinen ev arkadaşınız odaya girene kadar. Onların detaylara odaklanan, “temizlik konusunda eğitimli” gözleri, sizin farkına bile varmadığınız detayları size gösterir, sizin “bitmiş temizlik” dediğiniz onlar için “odayı temizliğe hazırlamak” bile olabilir. Hakikatleri de bu şekilde algılamak yanlış olmaz diye düşünüyorum. Hayatın detaylarına inildikçe eğitimli kalpler ve akıllar için hakikatler de detaylanır, o boşlukları dolduracak kadar incelir. Kalbimi ve aklımı hakikatleri görebilmeleri için eğittikçe, bir meseleyi daha incelikli bir surette anladıkça o hakikatlerin hayatıma nüfuz ettikleri alanlar da genişliyor, hayatımdaki kapsama alanları artıyor.

Tefekkür ettikçe fark ettim ki, su gibi, hava gibi, hatta ışık gibi, girdikleri ortamın en ince boşluklarına kadar nüfuz eden hakikatleri detaylı bir şekilde kavramanın pek çok yolu var. Bunlardan biri, benim kendi tahkik yolculuğumda, kendime başlangıç noktası olarak seçtiğim yöntem, tanımları derinlemesine düşünerek mânâyı hayatımın tamamını kapsayacak biçimde anlamaya çalışmak. İşte konumuz olan helâl kavramını da bu şekilde ele alacağım. Evvelde ihtar ettiğim gibi, fıkhî olarak bir tanım yapma işine girişmeyeceğim. Sadece bu tanımları daha derin bir şekilde anlamaya çalışacağım.

Helâl tanımını derinlemesine kavrama çabamın ardında yatan birkaç sebep var. Bunlardan biri, özellikle son zamanlarda helâlin tüketim malları üzerinden madde odaklı bir tanıma hapsedildiğine dair izlenimlerim. Diğeri ise helâl tanımını bu tüketilen-üretilen-kazanılan üçgeninden çıkarıp, kâinatla kurduğum ilişkinin içerisinde ne kadar yer kaplayabileceğini görmek arzum. Bu tahkiki ateşleyen diğer bir nokta da Birinci Söz’de geçen, “Asıl mal sahibi olan Allah bizden ne fiyat istiyor?” sorusu. Bu soru beni, bildiğimi, dahası hallettiğimi sandığım helâl kavramını daha derin bir şekilde anlamaya itti. Bu düşüncelerin ardından helâl kavramının neleri kapsadığını kendime sorduğum vakit, kâinata baktığımda ve Risale-i Nur’u okuduğumda, aklımda ve kalbimde şöyle bir ışık yanıyor; helâlin mânâsı eşya ile kurduğum ilişkinin tamamını kapsıyor. Yaratıcı ile olan ilişkimin eşya ile olan ilişkim üzerinden kurulduğunu düşündüğümde de, bu ilişkinin eşyanın hakikatine münasip bir ilişki olması gerekliliğine ulaşıyorum. Bu hâliyle çok muallâk bir noktadayım, ‘eşya nedir, hakikati nedir, nasıl ilişki kurulur’ gibi başka sorular hücum ediyor zihnime. Bu kısımda biraz lügate, biraz kendi tefekkürüme başvurarak bir takım cevaplar edindim.

Eşya kelimesinin lügat mânâlarından biri yaratılmış olan her şey.1 Bu mânâyı tahkik ettiğimde benim kast ettiğim mânâya denk düştüğü için eşyanın tanımını bu hâliyle alıyorum. Eşya, yaratılmış olan, benim de içinde bulunduğum bu dairenin tümü. Eşyanın hakikati ise eşya tanımındaki bir anahtar kelimeye bakıyor: Yaratılmış. Yaratılmış, yani kast ve irade, ilim ve hikmet sahibi bir Fail’in fiili neticesi ortaya çıkmış. Eşya olmayan, yaratılmış olmayan, yarattığına benzemeyen bir Fail diye, bu Fail’in diğer özelliklerini de eşyaya bakarak çıkartabiliyorum; Ki bu da eşya ile hakikatine uygun bir ilişki kurarak yaratıcıya ulaşmak oluyor. Bu tanımları yaptıktan sonra helâl tanımı neleri kapsıyor sorusuna yeniden bir cevap verecek olursam, şunu diyebilirim: Helâl; içine eşya ile kurduğum ilişkide yaratılmışlar üzerinden yaratıcının sıfatlarını ve vasıflarını okumayı, eşyaya mânâ-i harfî ile bakarak Yaratıcıyla aramda bir bağ kurabilmeyi, nimetlerin bedelini maddî olarak ödediğim gibi manevî bedellerini de ödemeyi içine alan, oldukça geniş ve derin bir hakikate dönüşüyor.

Birinci Söz’de geçen, Allah namına işlemek düsturu nimetlerin -nam-ı diğer ilişki kurduğum eşyanın-bedeli olan “zikir, fikir, şükür”deki fikir, bu tanımlarla birlikte zihnimde hayat buluyor, mânâları zihnime daha bir yerleşiyor. “Helâl” hakikati, tanımını şu kâinatla kurduğum bütün ilişkileri kapsayacak bir biçimde anlayınca, dolayısıyla hayatımın her noktasında görebileceğim bir hâle geliyor.

Bu kısma kadar helâl üzerine olan tahkik ve tefekkür yolculuğumun ilk basamağıydı. Henüz hitama ermemiş olmakla birlikte, şu aşamada burada daha fazla derine inemeyeceğimi hissedip bir sonraki basamağa geçiyorum: Hayatımı bu tanımlar dâhilinde nasıl düzenleyebilirim?

Bu sorunun kolay bir cevabı olmadığının farkındayım. Uykuda olmadığım, bilincimin açık olduğu ve her an eşya ile ilişkili bir hâldeyim, hiçbir şeyle olmasa kendi kendimle bir münasebetim var. Dolayısıyla aralıksız bir farkındalık hâli gerektiriyor her kurduğum ilişkide mânâ-i ismîden geçip mânâ-i harfîye ulaşmak, kâinatı ve kendimi satır satır okumak. Bu da beni yine en başa döndürüyor: Sürekli bir öğrenme, çabalama ve yüksek bilinç hâlinin gerekliliği. Tüm bunları düşünürken Cennet’in neden ucuz olmadığını anlar gibi oluyorum. Kalbimde korkuyla karışık bir umut, bir âyet tüm rahmetiyle iniyor ömür toprağıma:

“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.”2

 

Dipnotlar:
1) http://www.lugatim.com/s/esya
2) Bakara, 286

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*