Şakadan Gerçeğe: Bir Karadeniz Seyahati

Hani bazen bir şeyleri şaka olarak söylersiniz, ama gün gelir gerçeğe dönüşür. Bir süre önce biz de aynen öyle bir hadise yaşadık. Bizim de bir şakamız gerçeğe dönüştü ve çok güzel bir Karadeniz seyahati yapmak nasip oldu.

Anlatalım:
Efendim, bizim bir Faruk Abimiz var. Karadenizli, Rizeli Çakırlar’dan… Sizler onu Yeni Asya gazetesindeki “Fark” köşesinden de tanırsınız. Sürekli memleketine gidip gelir ve fotoğraflar paylaşırdı. Biz ona, “Abi bizi hiç davet etmiyorsun. Gelelim görelim o güzel yerleri” diye takılırdık ve o da bize “Her zaman… Ne zaman isterseniz!” minvalinde cevaplar verirdi. (Di’li geçmiş zamanla ifade ettiğimize bakmayın, Allah uzun ve hayırlı ömürler versin Çakır Abimiz hâlâ var ve isteyenleri ağırlamaya/mihmandarlık yapmaya hazır. ?)

Neyse efendim, bu abimiz bir gün yine indirimli bilet bulmuş ve bize de haber verdi. Biz de kaçırır mıyız fırsatı… Hemen harekete geçtik ve Karadeniz’e bir adet otobüs gidiş bileti fiyatına gidiş geliş iki uçak bileti aldık.

Böylece, 13-16 Kasım tarihleri arasında Trabzon ve ağırlıklı olarak Rize’nin meşhur yerlerini ve yaylalarını gezme yolunda ilk adımımız atmış oluyorduk. Tabiî ki, bu kadar yeri birkaç sayfada anlatmanın ve aktarmanın imkânı yok. Biz kısaca seyahatimizin ana duraklarından kesitler sunacağız.

 

1. gün

UzungölTrabzon Havalimanı’nda aracımızı kiraladıktan sonra yaklaşık 80 km uzaklıktaki Uzungöl’e doğru yola çıkıyoruz. Uzungöl’e varınca o meşhur camide hemen namazlarımızı kılıyoruz. Ardından bir şeyler atıştırıyoruz. Sonra Uzungöl’ü gezmeye ve tabiî ki iki fotoğrafçı olarak fotoğraf çekmeye koyuluyoruz. Önce gölün etrafında bir tur atıyoruz. “Betonlaştı-betonlaşmadı” tartışmaları hatırımıza geliyor. Kanaatimiz, yapılaşmada her ne kadar coğrafî yapıya uygun olarak ağaç/ahşap kullanılmış gözükse de gölün etrafında çok fazla bina olduğu ve bölgenin tabiîliğini yitirdiği yönünde. Çektiğimiz fotoğrafları eski fotoğraflarla karşılaştırdığımızda bu kanaatimiz iyice pekişiyor.Uzungöl, 40 yıl içinde inanılmaz bir değişim geçirmiş, plansız ve çarpık büyümenin kurbanı olmuş. Ne kadar faydası olur bilinmez, ama göl kenarındaki günübirlik tesislerden 30 tanesinin yıkılacağı söyleniyor.Ayrıca gölün temizlenmesi için borular döşendiğini görüyoruz. Fotoğraflarda görüntü kirliliği yapacağı için biraz üzülüyoruz, ama yapacak bir şey yok, nasip…

Akşam Uzungöl’ü çevreleyen dağların eteklerindeki kafelerden birine çıkıp odun ateşinde pişmiş mis gibi çayımızı yudumluyoruz, bir yandan da tripodlarımızı kurup uzun pozlama fotoğrafları çekiyoruz. Akşamın ve yüksekliğin etkisiyle hava soğuk, ama manzaranın güzelliği, çayın sıcaklığı ve lezzeti soğuğu katlanılır kılıyor.Uzungöl’e bir de seyir terası yapılıyormuş. İnşaat halinde olan terasa çıkıyoruz ve buradan da kareler çekiyoruz. Kanaatimiz terasın yanlış tepede yapıldığı yönünde… Mümkün olup olmadığını bilmiyoruz, fakat teras karşı tepelere yapılsa manzarayı daha net tefekkür etmek ve fotoğraflamak mümkün olurdu, diye düşünüyoruz. Şehir planlamacıları düzenleme yaparken mutlaka fotoğrafçılara danışmalı…

 

 2. gün

Ayder Yaylasıİkinci gün sabah namazından sonra erkenden yola koyuluyoruz. Ne demişler “Erken kalkan yol alır.” Yanımızda mihmandar olarak Faruk ve Nimetullah Çakır ile Yücel Kantar var. İstikamet meşhur Ayder Yaylası… Oradan da Çat Yaylası’na geçeceğiz…Ayder Yaylası’na varınca hemen gezmeye ve fotoğraflamaya devam ediyoruz. Zira günler kısa, gidecek başka yerler de var. Sezon bittiği için yaylada fazla kimse yok. Yayla zamanla turistik mahiyet kazandığı için yapılaşma da hâliyle artmış. Artmaması da mümkün değil. Fakat yapılaşmanın doğal dokuya uygun ve ihtiyaç duyuldukça planlı bir şekilde yapılması gerekir. Son günlerde TOKİ’nin Ayder ve Uzungöl’de kentsel dönüşüm başlatacağına dair haberler alıyoruz ve bu yerlerin selameti için dua ediyoruz.
Yaylanın içini gezdikten sonra üst taraflarındaki ormanlık kısımlara geçiyoruz. Orada çam ağaçlarından çam sakızı topluyoruz. Nimetullah ve Yücel Abiler bu işi iyi biliyorlar. İlk defa çam sakızı çiğnemek nasip oluyor. Sakızda hâliyle Çam tadı ve kokusu var, fakat rahatsız edici değil… Manzarayı ve evleri çekerken bir köpekçik bizi görüp yanımıza geliyor. Biraz tedirgin oluyoruz, ama kuyruk salladığını görünce dostane olduğunu anlıyoruz. Gelip yakınımıza uzanıyor ve adeta bize poz veriyor…Seyahatimiz esnasında dağların arasındaki vadilerden akan dereler boyunca yol aldığımız için, bu tür manzaraları bolca tefekkür ettik ve fırsat buldukça durup uzun pozlama fotoğrafları çektik.Hatırımıza Üstadımızın şu satırlarla ifade ettiği mânâlar geldi:

“Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara: Yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir.” “Çünkü onlara terettüp eden, âsâr-ı rahmet olan faydaların ve semerelerin şehadetiyle ve dağlarda bir mizan-ı hâcetle iddiharlarının ifadesiyle ve bir mizan-ı hikmetle gönderilmelerinin delâletiyle gösteriliyor ki, bir Rabb-i Hakîmin teshiriyle ve iddiharıyladır.”

“Ve kaynamaları ise, Onun emrine heyecanla imtisal etmeleridir.”

(33. Söz)

 

Bir müddet sonra Çat Yaylası’na doğru yola çıkıyoruz.

Vadi içlerinde akan derelere paralel uzanan ağaçlarla kaplı yollardan geçerek Çat’a varıyoruz. Coğrafî şartlar yüzünde yollar yer yer bozuk bir hâl alıyor, ama aracımız çok iyi, tam bu yollar için yapılmış…Bu da seyahatimiz boyunca bize eşlik eden 4×4 düldülümüz… İlk gün Trabzon Havalimanı’ndan, yine sezon itibariyle çok ucuz bir fiyata kiraladık ve çok memnun kaldık. Zira, gideceğimiz yerleri normal binek aracıyla gezmemiz pek mümkün değildi.

 

ZilkaleBölgenin en dikkate değer yapılarından birisi de Zilkale. Çamlıhemşin’de yol ikiye ayrılıyor. Soldan Ayder’e sağdan ise Zilkale’ye gidiliyor. Kale, Çamlıhemşin ilçe merkezine 15 km. uzaklıkta, Fırtına Deresi’nin yamaçları üzerine kurulu. Kalenin, üzerine inşa edildiği sarp kaya kütlesi denizden 750 m, dere yatağından yaklaşık 100 m. yükseklikte. Zilkale’nin ne zaman yapıldığına dair kesin bir bilgi yok. 14-15. yüzyıllarda yapıldığı tahmin ediliyor.
Geçmişte Zilkale, kentteki diğer Varoş Kale, Ciha Kale ve Kız Kaleleri gibi hem yörenin, hem de Bayburt’a ulaşan önemli bir Ortaçağ kervan yolunun güvenliğini sağlıyormuş. Osmanlı bölgeyi fethettikten sonra da kale kullanılmaya devam etmiş. 1. Derece Arkeolojik sit alanı içerisinde yer alan kale, 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyondan geçirilmiş ve ziyaretçilere açılmış.

 

TaşköprülerKaradeniz’de dağlar arasında çağlayan dereler üzerinde pek çok kemer taşköprü var. Sadece Rize’de 90 civarında taşköprü bulunuyormuş. Bunların çoğu Osmanlı döneminde yapılmış. Büyük bir kısmı hâlâ sapasağlam, bir kısmı ise restorasyondan geçirilmiş ve kullanılmaya devam ediliyor. Son sel taşkınında yeni köprüler ve yollar tahrip olurken bu köprülere hiçbir şey olmaması onların ne kadar sağlam yapıldıklarını gösteriyor. Harçsız taş yapı şeklinde olan ve Bizans dönemi mimarî özelliklerini taşıyan bu köprülerin kültür varlığı olarak tescil edildiğini de belirtelim.

 

Çat Yaylası Çat köyü, Fırtına Deresi üzerinde, sahilden 55 km içeride Çamlıhemşin ilçe merkezine 35 km. uzaklıkta bulunuyor. Çat düzü itibariyle rakımı 1200 m, Çat Köyü’nün rakımı ise 1350 metre. Elevit ve Hemşin derelerinin birleştiği yerde bulunduğundan adına “ÇAT” denilmiş.Yakın tarihlerde köylerin yabancı olan isimleri değiştiği hâlde Çat’ın ismi değişmemiş…

Sıraköyler olarak bilinen Hemşin’in köyleri. Köylerin sakinleri kışı geçirmek için şehre inmişler. Köylerin camileri kapalı, musluklardan su akmıyor… Abdestlerimizi çok az akan köy çeşmesinden alıp cami avlusundaki bankın üzerinde kılıyoruz namazları…

 

3. gün

Senöz Vadisi ve köyleri

3. gün yine erkenden yola çıkıyoruz. İstikamet Faruk Abilerin köyü Ormancık ve Senöz Vadisi ve yaylaları. Köye varınca Faruk Abi’nin fotoğraflarını paylaştığı o meşhur balkonda muhteşem bir manzara eşliğinde kahvaltımızı yapıyoruz. Sonrasında vadideki yakın köyleri ve mahalleleri geziyoruz. Oradan Faruk Abilerin tanıdıklarına merhaba diyoruz. Fotoğraflar çekiyoruz.

Faruk Abi’nin balkonunda kahvaltı yaparken…

 Ormancık Köyü’ne giderken üzerinde Risale-i Nur’dan vecize yazan bir çeşmeyi görüyoruz. “Zaman gösterdi ki, Cennet ucuz değil Cehennem dahi lüzumsuz değil.” Durup bu çeşmenin suyundan içiyoruz. Ve Allahın, bize gösterdiği bu nimetlerin asıllarını ve menbalarını Cennet’te de göstermesi duasıyla yola devam ediyoruz.

 

Köyün tarihî şirin ahşap camisi…

Tamamen ahşap olarak yapılan Ormancık Köyü Camii minberi, ağaç işçiliği ve ahşap oyma bakımından döneminin en güzel örnekleri arasında yer alıyor. Cami ilk önce Başköy’de bir hanım tarafından yaptırılmış. Daha sonra da “Hemşinli Zeliha Hanım” tarafından şimdiki yerine taşıttırılmış. Ormancık Camii eskiden medrese ve mektep olarak da kullanılmış. Caminin içindeki bir yazıda inşa tarihinin Hicrî 1242, Milâdî 1826 olduğu belirtiliyor.



Köyün muhtelif yerlerinde dinlenme, sohbet ve okuma odaları bulunuyor. Duvarlarına hikmetli sözler asılmış. Aklımıza hemen köyde okuma programı yapılıp yapılmayacağı sorusu geliyor. Faruk Abi istendiği takdirde mümkün olduğunu belirtiyor…

 


Fatma ve Saadet Beyaz teyzeler, kendi çocukları da dâhil köydeki herkes şehre döndüğü hâlde evlerini bırakamamışlar. Hâl hatırlarını soruyoruz ve dualarını alıyoruz.

 

Cenlipos YaylasıNihayet 2440 metre rakımlı Cenlipos Yaylası’na ulaşıyoruz. Yaylanın ismi Cinlipos olarak da telaffuz ediliyormuş. Hakikaten de yaylaya vardığımızda in-cin top oynuyordu… Yayla mevsimi bittiğinden kimsecikler yoktu. Sadece sararmış çimenler, biraz kar ve bulutlar…

Bir de biz…

Belli bir yükseklikten sonra hava şartları sertleştiğinden yaylada ağaç bulunmuyor, sadece bodur bitkiler var. Bahar ve yaz zamanı ise yaylanın yemyeşil çimenler ve rengârenk çiçeklerle donandığını, muhteşem bir tenezzüh ve tefekkür atmosferi kazandığını öğreniyoruz. Ve fırsat bulduğumuzda yazın da gelme kararı alıyoruz…

Yaylada uçurumun kenarında yüksek bir kayalık bulunuyor. Bu kayanın adı Cenlikaya. Herhâlde yayla da ismini bu taştan almış olmalı. Dikkatle tırmanarak tepeye çıkıyoruz. Manzara muhteşem…


Yaylada gezerken bir süre önce yağan karın kalıntıları üzerinde büyük ayak izleri görüyoruz.

İzlerin kış uykusuna yatmadan önce yiyecek aramaya çıkan bir Ayı ve yavrusuna ait olduğunu öğreniyoruz. “Karşılaşsak ne yapardık?” diye fikir teatisinde bulunurken en iyisinin hiç karşılaşmamak olduğuna karar veriyoruz…

 

Yaylayı gezdikten sonra yanımızdaki nevaleyi yayladaki piknik masası üzerine serip iştahla yemeye koyuluyoruz. Sürekli hareket hâlinde olmamız ve temiz hava bizleri kısa sürede acıktırıyor. Yediklerimizden her zamankinden fazla lezzet aldığımızı fark ediyoruz.

Buz gibi suyla abdestlerimizi aldıktan sonra ikindi namazlarımızı yaylada eda ediyoruz. Yanımızda seccade yok, fakat “sath-ı arz bir mescid” hükmünce namazlarımızı sararmış otlar üzerinde kılıyoruz.

 

Bu gördüğünüz, üzerinde rengârenk bitkiler bulunan çok büyük bir kaya parçası… Bitkiler ve otlar yumuşacık kök ve damarlarıyla sert kayayı delip geçmişler ve kaya âdeta devasa bir saksı hâlini almış…

 

 

Yolda bir keçi sürüsüyle karşılaşıyoruz ve hemen durup “keçileri kaçırmadan” fotoğraf çekmeye başlıyoruz.

 

4. gün Batum’a gitmeyi planlarken 3. gün akşamı dönüş biletimizin yanlışlıkla bir gün önceye alındığını fark ettik. “Vardır bunda da bir hayır!” diyerek İstanbul’a döndük.

Seyahatimiz esnasında verdikleri bilgiler ve hoşsohbetleriyle bize mihmandarlık eden Faruk ve Nimetullah Çakır ile Yücel Kantar ve Hasan Çiftçi’ye; Çayeli’nde bizimle ilgilenen Ali Kasırga Abi’ye de çok teşekkür ediyoruz.

 

Bonus:

Çayeli kurufasulyesiSeyahatimiz esnasında fırsat buldukça yöresel lezzetleri de tatmayı ihmal etmedik. Bu da Çayeli’nin meşhur tereyağlı kuru fasulyesi… Kuru fasulye Erzurum/İspir’den geliyormuş. Şimdiye kadar yediklerimizden çok daha lezzetli olduğunu belirtelim. “Lütfen hesabı masada ödeyiniz!” ikazı, “Lütfen şükrünü dünyada eda ediniz!” cümlesini çağrıştırıyor. Bu nimetleri bizlere ikram ettiği ve “şükür nimeti”ni bahşettiği için Rabbimize hamd-ü senalar ediyoruz.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*