Tek cümlede İslâm

Müslüman olarak size, “İslâm’ın ya da Müslümanlığın tarifi” sorulsa, ama bunun için sizden daha başka bir soruya ihtiyaç bırakmayacak bir cevap istenilse, ne derdiniz acaba?

Size böyle bir soru soruldu mu hiç bilemiyorum, ama bundan yaklaşık 1400 sene önce böyle bir soru, tam da ilk muhatabına sorulmuştu. Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’a… Soruyu soran, Sahabeden Süfyan b. Abdullah (ra) idi. Şöyle demişti:

“Ya Resulallah! Bana İslâm’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim.”

Efendimiz (asm) ne demişti dersiniz? O sahabeyi karşısına alıp, en ince ayrıntısına kadar, saatlerce ona İslâm’ı mı anlatmıştı?

Hayır, öyle yapmadı. Allah Resulü (asm) bir tek cümle söyledi ona. Ama o tek cümle, her şeye bedeldi. Şöyle demişti veciz bir şekilde:

Yani:

“Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.”1

Aslında bu cümle, biraz daha derinliğine inildiğinde, Efendimizin (asm) ve onun şahsında bizlerin doğrudan vahiyle de muhatap olduğu bir hakikat.

Hûd Suresi’nin 112. ayetini hatırlayalım: 

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”

Hz. Peygamber (asm), bu ayetle ilgili olarak “Hûd Suresi beni ihtiyarlattı” diyor. Bediüzzaman da “Çünkü ehemmiyeti azimdir; istikamet-i tâmmeyi [tam istikameti] emrediyor”2 şeklinde bir açıklama aktarıyor.

Demek ki Müslüman’ın hayatında “istikamet, dosdoğru olmak” önemli. Nitekim beş vakit namazda, en az 40 defa Allah’tan “istikamet üzere olmayı” diliyoruz.

Bana “Bugün Müslümanların en büyük imtihanı nedir?” diye sorsanız, bu anlamda bir muhasebe yapmak gerekse, “inandığımız gibi yaşayıp yaşayamamak” derim. Allah Resulü’nün (asm), “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol” demesi üzerinde hep beraber derin bir tefekkür ameliyesi yapmak durumundayız.

Nefis taşıyan kullar olarak, “inandığımız gibi yaşamazsak, yaşadığımız gibi inanmaya başladığımız” hususu, acı bir gerçek. “Kendimizi dine uydurmak yerine, dini kendimize uydurmak” da dehşetli bir vaziyet.

Bu vahim hâlleri düşündüğümüzde, Allah Resulü’nün (asm) o veciz “İslâm tarifi” büyük ehemmiyet kazanıyor. “Allah’a inandım” deyip, sonra da “dosdoğru olmak”, eğip bükmemek bu zamanda “ehemmiyetli bir takvayı” ihsas ediyor. Ve bunu başarabilmek gerekiyor mutlaka.

Zaman zaman Bediüzzaman’ın, “İnkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır”3 sözü üzerinde düşünürüm. Hemen akabinde de “Ey iman edenler! İman edin”4 mealindeki âyet gelir aklıma. Demek “İman ettim” demekle kalmamak, imanı daima tahkim etmek, hayatı iman ile hayatlandırmak gerekiyor.

İmanı kuvvetlendirmeye, dolayısıyla da imanın şekillendirdiği bir toplumsal hayatı ve medeniyeti ihyaya çalışan Risale-i Nur’un önemi de işte burada ortaya çıkıyor. Bediüzzaman’ın; iman ve İslâm’ın özü olarak ifade ettiği “sıdk (doğruluk)” esasının, biz Müslümanların bilhassa sosyal ve siyasal hayatında sarsılmaz bir şekilde yerleşmesi ve yine Müslümanlar olarak “doğru İslâmiyeti, İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti” göstermemiz gerektiğini ısrarla vurgulaması da bu açıdan mânidar.

Uzun lafı kısası, yiğit düştüğü yerden kalkar… Müslümanların ferdî, toplumsal, siyasal vs. bütün alanlarda yaşadığı sıkıntıların çaresi, yine “İslâm”da; hayatın her karesini tanzim eden İslâm’a tam bir teslimiyetle ‘sadakat elini’ uzatıp biat etmekte. “Allah’a inandım” deyip “dosdoğru olmak”ta.

“İslamiyet, teslim ve inkıyaddır” diyen ve hayatı boyunca inandığı gibi yaşayıp dosdoğru olan bir Peygamber varisi olarak Bediüzzaman’ın çağrısına kulak verelim o hâlde:

“Bizi kurtaracak, yine onun (İslâm’ın) merhametidir. Öyle ise, ey ihvan-ı müslimîn (Müslüman kardeşlerim)! Geliniz, ona tarziye (özür) vereceğiz. Elbirliğiyle dest-i sadakati (sadakat elini) uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü’l-metinine (sapasağlam ipine) sarılacağız.”5

Dipnotlar:
1) Müslim, İmân: 62
2) Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Yeni Asya Neşriyat, 2017, s. 196
3) Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, 2017, mektup no: 150, s. 238
4) Nisa Suresi: 136.
5) Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, 2017, s. 22

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*