Güzeli seçme kabiliyeti

Merhaba Sevgili Okur;

Bazı kelimeler var ki, onlara yüklediğimiz olumsuz anlamlar sebebiyle arkalarına saklanmış hakikati göremeyebiliyoruz. Hele de bu olumsuz telakki ettiğimiz kelimeler, duygu cinsindense, o zaman durum biraz vahim, çünkü tüm duygular bize bir amaç doğrultusunda kastî olarak verilmiş. Bunlardan birini anlatacağız bu sefer, hayatımızın çok içinde ve sanatın da ortasında bir kavramdan, “zevk”ten bahsedeceğiz.

Zevk alabilmek, çoğu zaman kıymetini bilmediğimiz bir nimet. Hatta bazen, nimet olduğunu bile fark edemeyip nikmet olarak gördüğümüz bir duygu. Hâlbuki insandaki her özellik gibi zevk de kendi başına kötü değil, amaçsız değil. Zevk, hayatı korumak ve kalitesini yükseltmek için verilmiş duygulardan biri. Hayatı korumak kısmı biraz tuhaf gelebilir, ancak zevkin en temel işlevi belki bu. O lezzet olmasaydı yemek yemek, uyumak gibi bir sürü temel ihtiyacımızı ancak ölecek duruma geldiğimizde gidermek aklımıza gelirdi, hatta belki de gelmezdi bile. Hayatî faaliyetleri devam ettirecek isteği ateşlemesinin yanında bir fonksiyonu daha var, o da hayatı daha kaliteli hâle getirmek. Zevkin lügat mânâlarından birisi “lezzet” diğeri ise “güzeli seçme kabiliyeti”. Kimi insanlar için kullandığımız “zevk sahibi” ifadesi bu ikinci anlamdan geliyor. Zevkin sanatla ilişkisi de buradan çıkıyor zaten. Zevk sahibi kimse, isterki hayatını güzel şeylerin içinde geçirsin. Güzel müzikler dinlesin, lezzetli yemekler yesin, hoş manzaralar seyretsin, dostlarıyla keyifli, lezzetli sohbetler etsin. İyi şeylerden iyi istifade etsin. (Sözler, 8. Söz)

Burada bir not düşmekte fayda görüyoruz. Zevk dediğimiz meselenin de iki ciheti var: bedensel arzuları tatmin etmekten gelen hayvanî lezzet ve insanî ihtiyaçların karşılanmasıyla tecrübe edilen üstün zevk.

Zevk eğer bir kabiliyet meselesi ise, kabiliyetler de geliştirilebilen şeylerse o zaman zevk dediğimiz olay da öğrenilip geliştirilebilir demektir. Asıl insanî olan kısım da budur, çünkü insan diğer canlıların aksine her anlamda ilerlemeye müsait bir yaratılıştadır. Dolayısıyla, dünyaya geldiğinde karnının doyması, altının temizlenmesi, korktuğunda, üzüldüğünde sarılıp sarmalanmasından ibaret bir zevk sahibi olan insan, zaman ilerledikçe başka lezzetlerin olduğunu da fark eder.

Rafine zevk sahibi olmak diye bir ifade vardır; rafine, yani elenmiş, damıtılmış, ince bir zevk sahibi olmak. Gurmeleri düşünün mesela. Yemek yerken lokmaları bütün bütün yutmazlar da dakikalarca çiğneyerek tüm tadı almaya, yemeğin içindeki tüm malzemeleri ve birbirleri ile olan uyumunu tatmaya çalışırlar. Bu, yapılan yemeğin hakkını vermektir. Müzik dinlerken her önüne geleni dinlemeyen, seçen, dinlediği müziği yalnızca “kulağına hoş geldiği” için değil, tekniğini, hikâyesini, hissettirdiklerini tek tek fark ederek dinleyen insanlar vardır. Buna baktığımızda şunu görüyoruz: insanî zevk, yalnızca bedenle alınan değil, akıl, kalp, ruh, vicdan gibi hassaların hepsiyle alınan bir duygu oluyor. Tattığımız lezzetin hikâyesi, kimin elinden çıktığı, bize ne ifade ettiği aldığımız lezzeti etkiliyor.

Tüm bunları, insanın dünya yolcuğu içerisinde anlamlı bir yere oturtmaya çalıştığımızda şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz: İnsan, bu dünyaya terakkî etmeye gelmiş bir canlı olarak, her kabiliyetini geliştirip amacı doğrultusunda kullanmayı öğrenmeli. Bu sebeple, kendisine verilmiş zevk duygusunu da geliştirmeli, her önüne gelenden kaba ve vahşi bir lezzet almamalı, güzeli seçmeyi öğrenmeli. Yalnızca bedeniyle değil, aklı, kalbi, ruhu ve vicdanıyla lezzet alabilmek için kendisini eğitmeli.

Peki bunun bize ne faydası olacak, diye sorabilirsiniz. O zaman şöyle diyelim:

Ruhu letafeti görmeyen, aklı ince yazıları okuyamayan, vicdanı umursamaz, bedeni önüne geleni yutan, nasıl zevk alsın Sani’in sanatından? Ya lezzet almadığı sanatı nasıl takdir etsin?

2 Yorum

  1. İnsanı, bu dünyaya amaçla gelen bir varlık olarak görmemekle birlikte yazınızı çok hoş olmuş 🙂 Sade ve anlaşılır, teşekkürler…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*