Masumiyet mi tecrübe mi?

Selamlar! Yeni senemizin ilk ayında vermiş olduğum kısa bir moladan sonra, yeniden kalemi elime alma vakti…

Bu ay sizlere, tanıştığımdan beri fikir dünyamı zenginleştiren, insanın iç dünyasını epey sorgulamama sebebiyet veren bir şairden ve onun bazı eserlerinden bahsedeceğim. William Blake, İngiliz şair ve düşünce adamı. Kendisinin hayatını ve eserlerini incelemenizi kesinlikle tavsiye ederken, konumuzu uzatmamak adına onun, “Masumiyet Şarkıları ve Tecrübe Şarkıları” adlı yapıtına geçiş yapıyorum. Blake, insanın ruhundaki zıtlıkları -sevgi/nefret, çekicilik/iticilik, akıl/enerji- ifade etmek için, her duyguyu bir sembolle anlatarak bu şiirleri yazıyor. Masumiyet Şarkıları kısmında bir kuzuyu sembol olarak kullanıp, onun ne kadar sakin, uysal bir hayvan olduğunu anlatırken, Tecrübe Şarkıları kısmında bir kaplandan bahsedip onun haşmetini, gazabını anlatıyor. Böylece insanın duygularına atıfta bulunuyor. Kuzu insanın uysal taraflarını temsil ederken, kaplan ise insanın daha sert yönlerini temsil ediyor.

Ve bir sonuca varıyor: “Küçük Kuzu seni kim yarattı? Bilir misin seni kim yarattı?” sorularını sorarak.

Haşmetli, kuvvetli, öfkeli kaplanı yaratanla, uysal kuzuyu yaratanın “bir” olduğuna değiniyor.

Bundan hareketle hadi biz de biraz tahayyül edelim. Ne kadar karmaşık duygular iç içe geçmiş ruhumuzda, içimize hem nefret derc edilmiş hem sonsuz bir muhabbet.

Sakin olamayacağımızı sanırken öfkeden, merhamet duygusuyla dinginleşiyoruz bazen.

Kimi zaman hırsımızın içinde kayboluyoruz, sonra birden tevekkül yetişiyor yardımımıza.

Hatta isimlendiremedğimiz yüzlerce duygumuz yok mu içimizde? Nasıl oluyor da bu kadar karmaşık, birbirine bu kadar zıt yüzlerce his, her insanın ruhuna derc ediliyor? Hayret verici değil mi?

Fakat bu kâinatta hiçbir şey sebepsiz değil. William Blake’in şiirlerinin birine Masumiyet, diğerine ise Tecrübe ismini koyması da öyle bence. Küçük bir çocukken hepimiz masumuz, hissettiğimiz duygular bile sınırlı, büyüyüp belli bir olgunluğa erişince farklı duygularımızı keşfediyoruz. Sonra birden hayatımızın dönüm noktası diyeceğimiz bir imtihan “tecrübe” ediyoruz. Bununla da çocuk masumiyeti kalkıyor üzerimizden. Artık yetişkin ve tecrübeli oluyoruz.

Fakat hayıflanacak bir şey yok bu düzende. Değil mi ki, “O bize sevinci veren, masumiyeti yaşatan, kederi veren de O” diyoruz.

Bize merhameti de vermiş, öfkeyi de, sevgiyi de nefreti de.

Fakat bitmedi! Onları nasıl itidalli kullanacağımızı da göstermiş, Hiçbir duygu “kötü” değil yerinde kullanıldığında. Hem rehberimiz de var önümüzde.

Herkesin başına gelen bir ilk imtihanı vardır, sonucunda artık çocuk olmadığını hissettiği. Önceleri, başıma bazı sıkıntılar geldiğinde ve bunların benliğimi yavaş yavaş değiştirdiğini hissettiğimde çok hayıflanıyordum. Ben eskisi gibi “masum” olmak istiyorum diyordum. Hâlbuki insanoğlu ömür boyu çocuk gibi hissedemez değil mi?

Onun (asm) rehberliğiyle masumiyetimizi kaybedip tecrübeli bir insan olduğumuz sürece tecrübeli olmakta hiçbir kötülük yokmuş aslında.

Duygularımızı nasıl ölçülü kullanacağımızı bildiğimiz sürece hiçbir duygunun kötü bir tarafı da olamazmış aslında…

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*