Ey ruhunun karanlığına bir ışık arayan genç!

Sen kıymetli bir varlıksın. Yaratılmışların en şereflisisin. Kâinatın en güzel bir meyvesisin. Fakat sadece insan olmak mıdır seni bu kadar kıymetli kılan? Diğer varlıklara kıyasen insan olmak bir şeref vesilesi, ancak insan olarak değerimizi, kıymetimizi ölçebilmemiz her ne kadar mümkün olmasa da, bir ölçü mevcut ve ölçüyor.

İnsanın düşüncesi, yaşantısı yine çevresine ve ortamına bağlı olarak değişiyor. Hayatımız da yine meşguliyetlerimiz etrafında şekilleniyor. Çoğu şeyi tecrübe etmeden anlamak istemiyoruz ya da farkına varmıyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi kendimizi kaptırmışız dünya menfaatlerine. Ne zaman bir şeye kalben bağlandıysam, ne bende kaldı, ne de bana menfaati dokundu. Dünya için ne kazandıysam onların sonsuza dek benimle gelemeyeceği gerçeğinin farkına vardım. Acı bir gerçek aslında. Yirmi dört saatimizin neredeyse tamamını bu dünya uğruna sarf ediyoruz. Gençlik gibi bir elmas var elimizde ve biz onu kömür yapıyoruz yine kendi ellerimizle.

Akıl ve mantığımızın oturmaya başlaması ve doğru düşünebilecek, karar verebilecek yaşa gelmemiz artık çocuk olmadığımızın, yani gençliğe adım attığımızın göstergesi. En güçlü en dinamik ve en enerjik bir potansiyele sahibiz. Zihnen ve bedenen altın çağımızdayız yani. Peki, bu altın çağı dediğimiz çağ ne şekilde ve nasıl bir yaşayışla altın hâlini alıyor, düşündün mü hiç?

Ebedî kalmak istediğim bu hayatta, ebedî bir gençliği kazanmak da tamamen benim elimde demek ki. Farkında mısın, kâinatta sürekli bir değişim ve hareket mevcut. Durmadan devam eden bir yolculuk, bir döngü var. Kışın yerini yaza bırakması gibi, gecenin sabaha ve şüphesiz gençliğin de kendini ihtiyarlığa bırakması kâinatın ve hayatın bir gerçeğidir. Sen de, ben de bu hayatta bir yolcuyuz.

Sonsuzluk istiyorum! Fakat ölüm gerçeğiyle yüz yüze bir hayat sürüyorum. Ölümü bir yok olma olarak düşünürsem hayatımdan nasıl zevk alabilirim ki? Yaşadıklarımız ve bunca uğraşımız bir hiç hükmünü mü alacak yani? Ölüm, bu âlemden başka daha güzel bir âleme geçiş kapısı hâlbuki. Asıl sonsuzluk ise o kapının ardında. İnanıyorum, sonu olmayan bir yaratıcımız var. Ve yine inanıyorum ki bu âlemdeki hiçbir şey boşa değil ve olamaz. Boş olduğunu düşündüğüm anda anlıyorum ki bende boşunayım. Kıymetim kalmıyor o zaman. O nedenle geriye bir seçenek kalıyor. Bu seçenek benim hayata bir anlam katmama sebep oluyor. O da Yaratıcımın beni bir amaç için bu dünyaya gönderdiğidir.

Ölümle birlikte bir yeniden diriliş olacak muhakkak, gecenin gündüze kavuşması gibi. Sonrasında ise sonsuz âlemden önce son bir dönemeç çıkacak karşımıza. Cevapsız kalmayacak şekilde sorular sorulmaya başlanacak. Rabbin kim? İnsanın Yaratıcısını tanıması gerekir elbet. Zamanını ne ile meşgul olarak geçirdin? Zaman da bir nimettir ve önümüze sunulmuş. Pişman olacak şekilde değil de dolu dolu ve İslâmiyet dairesinde sarf etmek gerek. Gençliğini nerede, nasıl kullandın? Tabiî cevap vermesi zor olan sorular olacak bunlar hepimiz için. Fakat doğru kaynaktan hazırlandıktan sonra cevabını veremeyeceğimiz soru kalmaz muhtemelen.

Gencim, gençsin… Elimize ikinci bir kez geçmeyecek bir fırsat ve imkân sunulmuş. Pek çok şeye farklı açılardan bakabiliyoruz. Fakat gençlik döneminde akılla hareket etmek de bir o kadar zor oluyor. Akıldan ziyade hissiyatı dinliyorum genelde. Çoğu zaman neyin doğru, neyin yanlış olduğunu da ayırt ediyorum. Ancak hisler devreye bir girdi mi, işte o zaman işler istediğim bir şekilde yol almıyor. Yoldan çıkıyor yani. Bir dizginleme mekanizması gerekiyor bana, gençliğimin zararlı bir hâle dönüşmemesi için. O mekanizma da yine İslâmiyet’te mevcut. Bir padişah düşün ki, koyduğu kanunlar insanların hakkını gözetsin, halkının doğru yolda olmaları için onlara liderler tayin etsin, çok affedici ve cömert olsun. İşte Allah, İslâmiyet’i sana, bana bir lider aracılığı ile göndermiş ve yine bize bu dini tanıma fırsatı sunmuş. Sen de, ben de bu kanunlar ile hislerimizi dizginlediğimiz takdirde toplum anarşiden, serserilikten korunacak ve bu şekilde topluma faydalı bireyler olma mutluluğunu yaşayacağız.

İslâmiyet üzere bir hayatı, bu dünyanın geçici lezzetleri için bir mani olarak düşünme. Öyle bir daire var ki, tüm dünya lezzetlerine karşılık geliyor. Ve tabiî ki acı son yok. Mutlak huzur, daimî mutluluk. Ruhumu aydınlatan bir fener buldum. Anladım ki, bunca zaman hiç ilgilenmemişim, bununla birlikte huzura kavuştum, tâ ruhun gıdasını temin edip ihtiyacını karşıladığım zaman. Gel şu gençliğimizi, hayatımızı bir gözden geçirelim, yaşantımızla birer altın gibi parlayalım, kıymetli olalım. Ruhu da mideyi de gıdasız bırakmayalım. Bunu hepimiz yaşıyoruz, ama önemli olan zamanında müdahele ve farkındalık. Dünya namına olan lezzetler birer zehirli bal gibi, yeriz ve ilk başta gayet lezzetli ve tatlı gelir, fakat neticesi zehir hükmüne geçip acıdan başka bir şey bırakmaz geriye.

İslâmiyet güneş gibidir üflemekle sönmez. Gözünü kapama! Yalnızca kendine gece yaparsın. Gel, şu aç bıraktığın ruhunun gıdasını esirgeme ondan. Çıkar karanlıktan, sil tozunu. Aydınlatalım İslâmiyet güneşiyle. Gençliğin de zayi’ olmasın ebedî hayatın da. Aradığın şey, aslında tam olarak huzur değil mi? Bunca zaman pek çok yola başvurdun belki, ama bulabilmiş olsan şimdiye kadar çoktan itiraz ederdin, susturmak isterdin beni. Yani en azından vicdanını. Şuan aklında pek çok soru işareti oluşmuş olabilir. Fakat hiçbiri cevapsız değil, emin ol. Yeter ki doğru yerde, doğru zamanda doğru kaynaktan cevap arayalım. Seninle kardeşiz ve bilirsin ki kardeşler birbirinin kötülüğünü asla istemezler. Öyle bir yol var ki, orda gidenler kavuştukları yerlerde de huzurlu, mutlu ve güvende oluyorlar. Gel bırak inadı, aklını başına al. Birlikte adım atalım, adı İslâmiyet olan bu yolda verelim omuz omuza. Ben bu yolda sonuna kadar yanında olacağım. Peki ya sen?

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*