Maziden gelen ses

Mazinin derinliklerinden gür ve kararlı bir ses geliyor. Asırlar ötesine tesir eden ve zaman ve mekân ile sınırlandırılamayan mutlak bir ses. Gençliğin şahikasında bir dimağın, asrın en parlak yıldızının, yüz deha derecesinde bir zekânın istikbale hitaben söylediği cümleler…

Bunlar öyle cümleler ki; temas ettiği kulağın sahibini gafletten uyandırıyor, içinde yer edindiği dimağın hamiyet ve gayret ruhunu tahrik ediyor. “Başlarınızı kaldırınız” diyor. “Sadakte deyiniz” diyor. “Neden dünya herkese terakkî dünyası olsun da sadece bize tedennî dünyası olsun” (Tarihçe-i Hayat) diyor. Bu cümlelerin sahibi Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, gelecekteki nesiller için gayret ediyor. Hem de geleceğin gençleri için. Müstakbeldeki gençlere bir borç yüklüyor. “Sadakte demek sizlere borç olsun” diyor. Peki, tâ asırlar öncesinden bizler için gayret eden ve asırların debdebe ve dağdağasına rağmen Zamanın Sesi’ni asrımıza kadar duyuran Üstadımıza karşı bu borcumuzu nasıl öderiz? “Sadakte” demek nasıl olur? Bu borca ve bu vazifeye nasıl lâyık olunur?

“Sadakte” sırrını bu sesin sevkiyle aramaya başlıyoruz ve bu arayış bizi Üstadın zikrettiği isimlere sevk ediyor. “Said, Hamza, Ömer, Osman, Tahir, Yusuf, Ahmed”. Bu isimler istikbalde malûm ve bedihî olan müşahhas zatlara değil, bu isimlerin yüklendiği vasıflara, sıfatlara sahip olan gençlere işaret ediyor. “Said olunuz” diyor. “Hamza olunuz” diyor. “Ömer, Osman, Yusuf, Tahir ve Ahmed olunuz” diyor. Ancak ondan sonra başlarınızı kaldırınız ve asırlar ardından size hitap eden Üstadınıza “Sadakte” demeye lâyık olunuz diyor. Tâ ki Cennetâsâ baharın meyvelerini yememize bedel Üstadımız da bize “henîen leküm” (afiyet olsun) desin ve bizlere o meyveleri helâl etsin.

Evet, Said olmalıyız. Risale-i Nur’u kendi eserimiz gibi bilmeli, Genç Said gibi bir ruhu ruhumuzda ve vicdanımızda hissetmeliyiz. Üstadımızın hissiyatı ile mütehassis olmalı, onun derdi ile dertlenmeliyiz. Maişette de Said olmak için iktisat düsturuna tam riayet etmeli, minnet altına girmemeli, istiğna düsturunu bozdurmamalıyız.

Evet, Hamza olmalıyız, hakikî şecaatten ayrılmamalı, Hz. Hamza gibi en zor zamanda hakikate taraftar olmaktan çekinmemeli, iman ve Kur’ân hizmetinden vazgeçmemeliyiz.

Evet, Ömer olmalıyız, en dar dairemiz olan enfüsî daireden, kalp ve mide dairesinden başlayarak hayatımızda adaleti tesis etmeliyiz. Hz. Ömer Faruk gibi hak ve hakikati bâtıldan ayırabilmeli. Ehl-i tahkik ve ehl-i adalet olmalıyız. Hakikati ve adaleti muhafaza konusunda taviz vermemeli ve kararlı durmalıyız.

Evet, Osman olmalıyız, kendi aramızda, kardeşlerimize karşı merhameti olmalı ve şefkat düsturunu elden bırakmamalı, Uhuvvet Risalesi’nin düsturlarını hatırdan çıkarmamalıyız. Hz. Osman gibi şefkati dem ve damarlarımıza karıştırmalıyız.

Evet, Tahir olmalıyız, ism-i a’zamın altı nurundan birisi olan “Kuddüs” ismi gereğince maddî ve manevî temizliğimize dikkat etmeli. Cesedi temiz tuttuğumuz gibi manevî hayatımızı ve kalbimizi de tövbe ve istiğfar ile devamlı temizlemeliyiz.

Evet, Yusuf (as) olmalıyız, dünyanın nimet ve lezzeti, bizi ihlâsla hizmetten ayırmamalı. Hz. Yusuf (as) gibi dünyanın en üst mertebesine dahi çıksak Rabbimize, “Benim canımı Müslüman olarak al” (Yusuf Suresi, 101) diyebilmeli, dünya gafletine dalmamalıyız. Hz. Yusuf (as) gibi, tezkiye-i nefs etmemeli, “Rabbimin merhameti olmasa nefis her türlü kötülüğü emreder” diyebilmeli, nefse itimad etmemeliyiz. En önemlisi de; Hz Yusuf (as) gibi gençliğimizde iffetimizi muhafaza etmeli, harama hiçbir şekilde meyletmemeliyiz.

Son olarak, Ahmed (asm) olmalıyız. Yani Resul-i Ekrem’in (asm) Sünnet-i Seniyye’sine tam ittiba etmeliyiz. Öyle ki, artık Sünnet-i Seniyye’nin adat ve muamelatını nefsimizde kendi fıtrî adetlerimiz gibi yerleştirmeli ve beşeriyet cihetiyle Hz. Ahmed (asm) gibi olmalıyız. Zaten bunun üstüne yerleştirilecek, bunun ötesinde hiçbir mükemmel vasıf yoktur. Bu artık ulaşılabilecek nihayet noktadır.

Yani Üstadımıza “Sadakte” diyebilmek için, mazi cihetine maddî ve manevî terakki ile başımızı kaldırıp bakmak ve “henîen leküm” sadâsını işitebilmek için bizler; Said, muktesid, cesur, adil, kararlı, tavizsiz, şefkatli, temiz, iffetli, ihlâslı ve sünnete uyan, sadakatli Nur Talebeleri olmalıyız. Bu sıfatlara layık olmalı ve bu sıfatları ömrümüzün sonuna kadar da muhafaza etmeliyiz. Ancak o zaman bu cennetâsâ baharın meyveleri bizlere helâl olur ve ancak o zaman hakkıyla istifade edebiliriz.

Bu sıfatların tamamını üzerimizde taşıyamıyorsak bile en azından öyle olmaya gayret etmeli ve asırların arkasından gelen bu sese kulak tıkamamalıyız. Bu sesi duyup itaat eden ve kemiyeten az da olsa keyfiyeten çok kıymetli olan “Genç Saidler”e dâhil ve lâyık olmaya gayret göstermeliyiz. Tâ ki, on üçüncü asrın minaresinin başında duran Üstadımızın tabiri ile “hakikat-i İslâmiye’yi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek (dalgalandıracak) olan nesl-i cedid” (Tarihçe-i Hayat) unvanına lâyık olalım.

Çizim: Gülsena Yıldırım

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*