Elde sensin dilde sen, gönüldesin baştasın, Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne güzel ordudur”1 diyor cihan Peygamber’i (asm).

Onun (asm) bu kutlu sözüne mazhar olmak isteyen niceleri deniyor İstanbul’u fethetmeyi.  Sahabi döneminde başlıyor bütün bu çabalar ve 1453 yılı 29 Mayıs gününe kadar sürüyor. Bu güzel müjdeye Sultan 2. Mehmed ulaşabiliyor.

Fetih hikâyesi çocukluğumdan beri tüylerimi diken diken eder. Çok küçükken evimizde fethi anlatan bir çizgi film vardı, tekrar tekrar izlediğimi biliyorum. Çocuk aklı, savaş sahnelerinde bizim ordumuzdan biri ölünce, “Nasıl olur hani savaşı biz kazanmıştık?” diyordum, kazanmışsak kimse ölmemeliydi çünkü… Bir süre sonra evde “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz anlayamazsınız” (Bakara, 154) âyetini tekrarlamaya başlayınca annemler şaşırmıştı.

O zamanlar benim için, bir çocuk için İstanbul’un Müslümanlar tarafından fethedildiğini bilmek gururumu okşayan bir durumdu. Evet, burası artık bizim şehrimizdi. Ayasofya’da artık namaz kılınıyordu. Bundan sonra, asırlar boyunca her köşeye, her sokağa en güzel mimarisinden eserler bırakılacaktı. Havası bile değişecekti belki. Padişahlar gelecek, saraylar yapılacak, bu Cennet gibi şehir bizlerin olacaktı artık. Fethin bu kısmını düşünmek hâlâ çok güzel, bir köşe başında ismini bile bilmeden girip ibadet ettiğimiz camiler, duyduğumuz ezan sesleri, şu an burada yaşamamız, bu güzellikleri görmemiz, hepsinin müsebbibi bir bakıma -Allah’ın izniyle- bu fetih.

Fakat fetih benim için başka ne ifade etmeliydi? Şimdi bunu düşünme vakti gelmişti. Artık mehter marşıyla coşkulanan o küçük kız değildim. Önümde kutlu bir söz ve o söze mazhar olabilmek için yalnızca 21 yaşındayken bu yola baş koyan atalarım vardı. 21 yaş… Neredeyse benim yaşım… Arkadaşlarıma şaka yollu “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştayız, peki, biz ne başardık?” diye sordum. “Bizle bir padişahı bir mi tutuyorsun?”, “Vizemden 95 aldım işte!” gibi cevaplar aldım.

Öyle ya, biz de 21 yaşındayız, ama kalkıp bir şehri fethedemeyiz, ne üç kıtaya yayılmış bir hükümdarlığın lideriyiz, ne de elimizde öyle güçler var.

Bizans, Sultan Mehmed’in fetih hazırlığı yaptığını öğrenince, gemiler geçemesin diye boğaza zincir taktırıyor. Peki, o ne diyor: “Karadan yürütün o zaman!”  Ve tarihte benzeri görülmemiş bir savaş hazırlığı yapılıyor, gemiler karadan Haliç’e indiriliyor.

Peki, niçin bu çaba? Geçici bir saltanat için mi? Şanını artıran bir padişah olmak için mi? Tüm dünyayı kendine hayran bırakmak için mi? Yoksa cihan Peygamberi’nin (asm) müjdesine erişebilmek için mi?

21 yaşında İstanbul’u fethetmek için değil, peygamber müjdesine mazhar olmak için, peygamberin övdüğü bir görevi yerine getirebilmek için gemileri karadan yürüten Sultan Mehmed ve 21 yaşındaki bizler…

Kimse benden bir şehri fethetmemi veya o ölçüde büyük işler başarmamı beklemiyormuş ya hu! Amaç bir şehri fethetmek de değilmiş zaten. Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta önüme “zincirler” de koyulsa, bir sünneti yerine getirebilmek için gemileri karadan yürütmem gerekiyormuş demek ki…

Bu kadar engel varken şimdi, bir sünneti uygulamak için bu kadar çabaya ne gerek var? Farz değil zaten! Ama böyle değilmiş mesele. Onun (asm) tavsiyelerinden, isteklerinden teker teker seçip başarana kadar, sonuna dek çabalamalıymışız. Gemi girmiyorsa geri dönelim, zamanın şartları uygun değilse bırakalım, toplum ayıplarsa diye vazgeçelim değil! Sıkıca bağlanmalıymışız onun (asm) sözlerine.

Ben fetihten, biz 21 yaşındaki gençler için bu dersi çıkardım, herkese ayrı pencereler açılır tabiî. Fakat Allah rızasını kazanmak için kalkışılan bir iş, bize böyle güzel bir şehirde, böyle güzel bir şekilde yaşamayı nasip etti. Elhamdülillah… Allah, Fatih Sultan Mehmed Han’dan, Ulubatlı Hasan’dan ve ismini bilmediğimiz nicelerinden razı olsun. Bizleri de önümüzdeki zincirlere rağmen gemileri karadan geçirerek onun (asm) sünnetlerini yaşamaya ve yaşatmaya muvaffak etsin! Âmin…

1) Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr, I (ikinci kisim), 81; et-Târihu’s-Sagîr, I, 341; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, II, 24; Hâkim, Müstedrek IV, 422; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, VI, 219; bk. Hadislerle Gerçekler, c. 2; s. 251-254

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*