Öngörü

“Basar masnuatı görüp de, basiret Sani’i görmezse çok garip ve pek çirkin düşer.” (Mesnevî-i Nuriye)

Seyyid Şerif Cürcanî, basireti şöyle tarif eder: “Kudsî nur ile nurlanmış bir kalbin kuvvetidir ki, kalp bu kuvvet ile eşyanın iç yüzlerini, mânâlarını, hakikatlerini görür.” Şu var ki, “göz görme faaliyetini icra edebilmek için ışığa muhtaç olduğu gibi, kalp de ancak iman nuruyla nurlandığı takdirde basiret sahibi olur, eşyanın iç yüzünü görebilir” deniyor.

Resulallah (asm): “Mü’minin ferasetinden kaçının, çünkü o Allahu Teâlâ’nın nuruyla bakar” buyurmuştur. Âyet-i kerîmelerde: “Elbette bunda fikr-u feraseti olanlar için ibretler vardır” ve “Sen onları yüzlerinden tanırsın” buyruluyor.

“Matematiğin üstün kesinliğini eleştiren kişi, akıl karışıklığından beslenir ve yanıltıcı bilimlerin çelişkilerini asla susturamaz; bu tür yanıltıcı bilimlerle sonsuz bir bağırıp çağırma öğrenir insan” diyordu Leonardo Da Vinci, Kısaltmacılara Karşı Konuşma’sında… Dostoyevski ise matematiğin kesinliğini eleştirenlerdendi. Bediüzzaman “mümkîn ile vücub” farkından dolayı; hesap ederken matematiğin kesinliğini, ancak neticeyi beklerken üstünde bir “kaza”yı düşünürdü. Hesapların üzerinde başka bir hesap, kaderin üstünde bir hesap vardır. Ancak, insan için kendi hesabından sorgu sual vardır. İmkân-ı zâtî ve zihnî ile reel olan, yani bir sebebe bağlı olan arasında ilişkileri doğru kurmak gerekecektir. Matematik buradaki doğru bağı kurabilir mi? Mü’min için Allah’ı bilmek olan marifet bu “özen”le donatılmıştır. Bediüzzaman’ın şu çerçeveyi çizmesi bu “özen”i tarif eder:

“Marifetullahın şahidleri, bürhanları üç çeşittir.
Bir kısmı: Su gibidir; görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkid parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım: Hava gibidir; hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut, tenkid elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüd eliyle baksan, tenkid ile el atsan, o yürür gider; senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Üçüncü kısım ise: Nur gibidir; görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyle ise kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; belki kendi kendine gelir. Çünkü nur; el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz, belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer harîs ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünki öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda da giremez, kesifi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.”
(Lem’alar) 

Bir de komplo teorileri var. Selçuk Şirin bir yazısında yeni dönemin komplo teorisi zihniyetini anlatıyordu: “İçinde yaşadığımız post-truth çağında, hakikatin artık çok bir hükmü kalmadı. Sahte haberler ve o haberlerin ete kemiğe bürünmüş duygusal arka planı olan komplo teorileri, insanlara gerçeği değil duymak istedikleri masalı anlatıyor. Sansasyonel olanın daha çok tıklandığı bir internet mekanizması sayesinde komplo teorileri hakikatten daha hızlı ve daha yaygın bir şekilde geliyor önümüze. Eskiden bir gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek için sansür uygulanırdı. Ancak iletişimin hızla merkezî kontrolden çıktığı hakikat-sonrası çağda artık sansür uygulayarak bilgi akışını kontrol etmek mümkün değil. Bu çağda sansür bir gerçeği yasaklayarak değil, o gerçeği pek çok yalan içinde kaybederek yapılıyor! Evet, eğitim seviyesi düştükçe komplo teorilerine inanç artıyor, ama bunun iki ayrı nedeni var. İlk olarak karmaşık meselelerle başa çıkmakta zorlananlar basit komplo teorilerine daha çok inanıyor. Yani zihinsel tembellik komplo teorilerine olan inancın en önemli nedeni. Etraflarında olup bitene ya da kendi hayatlarına yön verme gücü sınırlı olanlar komplo teorilerine daha çok inanıyor. Güç azaldıkça, komplo teorilerine olan inanç artıyor.”

***

“Şimdiye dek yapılmış en derin bilimsel keşiflerden biri olarak bakılan Bell Teoremi’nden önce “kuantum görüngüleri” bütünüyle esrarengiz görünüyordu. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, Newton’un deterministik evrenini mahvetmişti; artık “şimdi”nin eksiksiz bilgisiyle bile geleceği öngörmek mümkün olmayacaktı. Parçacıklar da sadece parçacık olmaktan çıkmış, bazen dalga bazen parçacık doğası sergileyen anlaşılmaz varlıklar hâline gelmişti. Bu arada dalgalar da zaman zaman parçacık gibi davranıyorlardı.”

“Eğer iki ışık parçacığı etkileşir ve ardından uzaklaşırlarsa, kuantum matematiği tarafından tek bir sistem olarak tanımlanıyorlardı. Dolayısıyla evrenin iki ayrı ucunda bile olsalar, biri üzerinde yapılan ölçüm eşzamanlı olarak diğer parçacığın durumu hakkında bilgi veriyordu. Bugün biz bu görüngüye “dolaşıklık” adını veriyoruz.”

“Bell’in konuyu ele alışı, kuantum matematiğinin kesin sonuçlar değil, olasılıklar öngörmesi gerçeğine dayanıyordu. Eğer her gün bir çift dolaşık parçacığın tekini A şehrindeki bir kişiye, diğer tekini de B şehrindeki bir kişiye gönderirseniz, bu kişilerin her ikisi de olası ölçümlerden istediklerini yapmayı seçebilirler. Yılda bir kez bu kişiler bir araya gelip ölçüm sonuçlarını karşılaştırırsa, sonuçların şansın ötesinde bir uyum gösterdiğini bulurlar. İlkesel olarak, aradaki bağlaşıklık (korelasyon) ya kuantum garipliğinden ya da gizli değişkenlerden kaynaklanır. Bell, işte bu iki açıklamanın farklı korelasyon dereceleri öngöreceğini gösterdi. Gizli değişkenler kullanılarak yapılan hesaplamada ölçümlerin % 33 oranında uyuşması öngörülürken, gizli değişkenler olmadan yapılan kuantum matematiği en fazla %25’lik bir uyum öngörüyordu.”

Bell eşitsizlikleri adı verilen bu farklar, sonunda deneycilere sınayabilecekleri belirgin bir kriter sunmuş oldu. Bunun anlamı, kuantum dolaşıklık olayındaki gizemli bağlantıya yerel gizli değişkenlerin neden olamayacağıydı.”

“Bir parçacığın ölçümü aslında diğerinin özelliğini anında belirlemiyordu. Sadece o özelliğin, ölçüldüğü zaman ne bulunacağını söylüyordu. (Bir ölçümün diğerini etkiliyormuş “gibi göründüğünü” söylemeye dikkat etmek gerek.) Yani durum şu ki, ölçümlerden birinin sonucunu biliyorsanız, hangisi daha önce ölçülmüş olursa olsun, diğerinin sonucunu da bilmiş oluyorsunuz.”

“Bu teorem sayesinde kuantum kuramına ilişkin tartışmalar önemli aşamalar kaydetti. Çok sayıda kuantum görüngüsü tanımlanıp açıklandı ve böylece kuantum bilgi kuramı, kuantum haberleşme ve hesaplama gibi farklı alanların yolu açılmış oldu. Uzmanların yine de tartıştığı noktalar olabiliyor. Bell teoremleri, hepsinin kapanıp kapanamayacağı bilinmeyen bazı boşlukları da itiraf ediyor. Örneğin belki de gizli değişkenler, eğer gerçeklik yerel değilse, kuantum parçacıklara rehberlik ediyor olabilir. Ayrıca kuantum düzeyinde anlaşmazlık da, bir parçacığın “kuantum durumu”nun basitçe öngörü yapmak için kullanılan bilgiyi temsil mi ettiği, yoksa kendisinin gerçek bir şey mi olduğu konusunda sürüyor.” (Sevkan Uzel, “Kuantum Kuramına Saygınlık Kazandıran Kavrayış: Bell Teoremi”)

Pierre-Simon Laplace bilimsel belirlenimciliğine göre, geleceği öngörmek için belli bir zamanda bütün parçacıkların konumlarını ve hızlarını bilmek yeterlidir. Ancak Walter Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre ise, konum ve hızı aynı anda kesinlikle bilemezsiniz. Öyleyse gelecekte “kuantum durumu” öngörülebilir. Hawking’e göre ise, eğer karadeliklerde bilgi kayboluyorsa, geleceği öngöremeyiz; çünkü karadelik herhangi bir parçacık dizisi yayınlayabilir. Şu hâlde kara delikten neyin çıktığı hakkında öngörüde bulunmamızın bir anlamı kalmaz gibi görünüyor. O nedenle, Richard Feynman’ın tek bir geçmiş yerine, her biri belli bir ihtimale sahip muhtemel birçok geçmiş olması fikri, Hawking için şu fikri üretiyor: Birinde içine parçacıkların düşebildiği bir kara delik var; diğerinde yok. Hawking ve arkadaşları bilginin kara deliğin olay ufkunda saklanabileceğine ilişkin kurama göre “süper-öteleme” denen süreçle iki boyutlu holograma aktarılıyor. (BBC Reith Dersleri)

“Nur ve Gül Fabrikaları’nın hademe ve sahipleri, insanın başında iki göz gibidir; zahiren ikidir, fakat bir görürler. Ahvel (şaşı) gözlü, iki görür. Lillâhi’l-hamd, bu iki cereyan-ı nuranî kemal-i ittihaddadırlar.”(Kastamonu Lahikası)

Prof. Dr. Ömer Önbaş ve ekibi Bediüzzaman’ın bu ifadesinden yararlanarak bir “doğru görme ve fikirde ittihad etmek” çalışması yaptılar. Buna göre keskin bir görme için ışık, göz ve füzyon bileşenlerinin doğru yerleşimi gerekli. Böylece, görme alanı genişliyor, kör noktalar gideriliyor ve derinlik hissi üretilebiliyor. Bu hâlde ortaya çıkan artık maddî bir görüntü değil bir “görüş”tür; manevî bir görüntü, yani işlenmiş, sanal ve “bilgi” taşıyan bir görüntüdür. Dolayısıyla Hawking’in karadeliklerde olay ufkundan bilginin kaçabileceği “öngörüsü” belki de burada ortaya çıkıyor. Görüntünün “niyet”le bir ilişkisi olduğu Önbaş ve ekibinin çalışmasında “odaklanma” ile belirleniyor. Buna göre de, “çift görme” gözlerden biri veya ikisinin istenilen noktaya odaklanmaması ile oluşuyor: “Bir göz karşıya bakarken diğer göz ufak bir açı ile de olsa başka bir alana bakarsa netlik bozuluyor.”

Aslında bu öngörülerin toplanması anlamına da geliyor. Beyin bu sayede bilgi ve “görgü” çeşitlemesi yapıyor; bakıyor, seçiyor, eliyor, eleştiriyor, bir yere koyuyor, sonunda birine odaklıyor. Matematiğin doğru “öngörebilme yeteneği” bize doğru hesabı bir kesinlik olmasa da “yakınlık” olarak değerli beklentilere kavuşturabiliyor. “Doğru beklenti” Bediüzzaman’ın cifir hesaplarında da istenen bir sonuçtur; “Her şeyin doğrusunu ancak Allah bilir” ile biten her beklenti bir “terbiye-i seniyye”de gösteriyordur.

Önbaş’a göre “mazi” ve “istikbal”, yani geçmiş ve gelecek insanı olarak iki farklı “görüş” biçimine sahip grup var. Meselâ mazi insanı; aklı gözünde, hissiyat, kuvvet, hükûmet, hissî-kalbî yapı ve heva kelimeleriyle anlatılıyor. Gelecek insanı ise; akıl, fikir, hak, hikmet, meşveret ve hüdâ ile tarif edilebiliyor. Sonuçta; görmeyi gerçekleştirecek olan ışık-hikmetle, göz-ferd ile, füzyon-meşveretle, odaklanma-ittihad ile karşılanıyor.

Brain Up adlı kitabında Dr. John B. Arden, “Beyninizi Yeniden Yapılandırın” derken bunun faktörleri üzerinde duruyor: “Yeni düşünceler ve kavrayışlar geliştirdiğinizde, beyin yeni bir dil öğrenmeye ya da mevcut bir aksanı yitirmeye kıyasla çok daha hızlı değişimler geçirmektedir. Beynin bazı kısımları, saatlerce ya da günlerce düşünmeye gerek olmaksızın kararlar verebilmeniz için bilgileri hızla bir araya getirebilme konusunda çok yeteneklidir. Meselâ “iğsi hücreler” son derece hızlı tepki veren bir nöronlar sınıfıdır. Pek çok teorisyen, iğsi hücreleri hızlı yargılamalarda bulunabilme yeteneğimizin nedenlerinden biri olarak değerlendirir.” Bundan sonra Arden, pek çok sinirbilimcinin son yıllarda meditasyon ve ibadetin beyin üzerindeki etkilerini araştırmalarından söz ediyor. Farkındalığın bu şekilde ortaya çıkması ile beynin sağlık ve esenliğini olumlu etkileyebiliyor.

Bir de inancın gücü var: İnanç ve belli düşünme şablonları ruh hâliniz üzerinde son derece etkili olabilir. Arden, beynin bu aşamada yeniden yapılandırılmakta kullanılabilecek basamaklarını sıralıyor: Odaklanma, gayret, gayretsizlik ve azim. Odaklanma kartopunun yuvarlanmaya başlamasını sağlar. Odaklanmış bir şekilde gayret göstermek, beyninizi yeni sinaptik bağlantılar kurmak üzere harekete geçirir. Beyninizi yeniden yapılandırmak için o yeni davranışı otomatik hâle gelinceye kadar uzun süre yinelemek gerekir. Bu seviyeye bir kez ulaştıktan sonra beyniniz artık eskisi kadar çok çalışmak zorunda olmayacaktır: Gayretsizlik. Azmin anlamı ise, alıştırma yapmaya devam etmektir. Azimli olmakla, beyninizi yeniden yapılandırmayı besleme sürecinde tutabileceksiniz.

Öngörülerin toplandığı bir havuz, Bediüzzaman’ın “havz-ı ekber” dediği “görüş” doğruluklarını birleştirecek ve biriktirecek bir sistem olsa gerektir. Görüş ayrılıkları, farklı öngörüler demokratik sistemin hem bir karmaşık yapı üretmesine, hem de bireysel hak ve ihtiyaçların görünür olmasına hizmet edebilir. Dolayısıyla “tek görüş”le görüş farklılıklarından doğan görme bozukluklarının birlikte bulunabilmesi de bir “etki” uyandırabilmeli. Nitekim Edgar Morin bir söyleşide şöyle diyordu: “Bilgi sadece niceliksel boyutuna indirgendiğinde kördür. Aralarında geçiş olmayan bölmeler kendilerini dayatmıştır. Egemen mantık yararcı ve kısa vadeci olduğundan, alanları, faaliyetleri, uzmanlıkları, kendimizinkinden başka düşünme tarzlarını keşfederek beslenmiyoruz artık; çünkü peşinen, hemen ve doğrudan işlevlerimizin yerine getirilmesine hizmet etmiyorlardır, oysa bu işlevleri zenginleştirebilirler.” Ona göre, kültür bir lüks değildir, patikayı andıran bir yolu kavramsallaştırarak bir anayol hâline getirme imkânı verir bize. Kendi dalında teknik bakımdan aşırı performans gösterme mecburiyeti, bu dala kapanıp kalma sonucunu doğurur; bilgiler yoksullaşır ve kültürsüzlük büyür. Tek “geçerli” bilginin kendi dalımızdaki bilgi olduğu zannedilir; etkileşimler ve geriye dönük eylemlerle eşanlamlı olan karmaşıklık mefhumunun gevezelik olduğu düşünülür.

“Karmaşıklığın basiretini reddetmek, gerçeklik karşısında körleşmektir.” (Edgar Morin)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*