Bir garip hâlet

“Bu can benden geçmeden
Bu dünyadan göçmeden
Bir tek seni sevmek çok değil” diyerek bitirdiği bu şiiri, sadece “Kunâla”yı yazsa bile burada anılmaya değer bir şairdir Âsaf Hâlet Çelebi.

27 Aralık 1907’de dünyaya gelen Âsaf Hâlet, Osmanlı eğitim sistemi içine doğmuş, bu gelenekle yetişmiş, bir yandan Galatasaray Sultanîsi’ne devam ederken bir yandan da babasından Farsça dersleri almıştır. Bu beslenme kaynakları, onun Doğu ve Batı’dan etkilenmesine vesile olmuş ve dönem onu yeniden doğurmuştur. Çocukluğu Cihangir’de geçen şairin ruhuna İstanbul kültürü, inceliği sinmiştir. “Zarif” ve “Çelebi” ifadeleri onda sakil durmaz. O bu hâliyle kendinde Osmanlı kültürünün izlerini taşıyan bir harita, Batı’nınsa fikrini alan halita gibidir.

İsminin sonundaki “Çelebi” ifadesi sanıldığı gibi Hz. Mevlâna’nın soyundan geldikleri için değildir, “Çelebiler” soy ismini, Âsaf Hâlet Çelebi olarak kullanır ve fakat ailecek Mevlevî kültürünü benimsemişlerdir. Gerçekten Âsaf Hâlet Hz. Mevlâna’nın nezaket ve hoşgörüsünü taşır, fakat Mevlâna soyundan olmadığını kitaplarından birinin dipnotunda yazar.

İki kere evlenmiş şairin eşi Nermin Çelebi’den Ömer adlı bir oğlu olmuştur, 1958’de Âsaf Hâlet’in ölümünden iki yıl sonra o da tüberkülozdan vefat etmiştir.

Galatasaray Sultanîsi’nde yedi-sekiz yıl öğrenim gördükten sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiş ve Adliye Meslek Mektebi’nden mezun olup Üsküdar Mahkemesi zabıt kâtipliği yapmıştır. Osmanlı Bankası ve Devlet Deniz Yolları memuriyetinden sonra Felsefe Bölümü kütüphanesine girmiştir. Buradaki memuriyetiyle beraber çalışma fırsatı kazandığı eski kültürümüze dair el kitapları hazırlamıştır. Burada çalıştığı dönem, onun şiirinde var olan mantık ve metafiziğin ayrı bir derinlik kazanmasına vesile olmuştur.

Kendi döneminde şiirleri fazla ilgi görmemekle birlikte kişilik olarak dikkatleri üzerine çeken şair için, Betül Kadri “Portreler” dergisinin bir sayısında; “Sabahları Beylerbeyi’nden köprüye gelen vapurda, öğleyin Kapalıçarşı içindeki Çukur Muhallebbici’de, akşamları da Küllük Kahvesi’nde görebilirdiniz” diye aktarır. Bugüne kadar onun bu “garip” hâli pek çok yazılmıştır, okumak mümkündür. Biz burada şairin şiiriyle anılması gerektiğini düşünerek hayatına dair birkaç bilgiyi Mustafa Miyasoğlu’nun Âsaf Hâlet Çelebi adlı biyografi kitabından aktardık, sizi şiirleri ve şiir dünyasıyla baş başa bırakıyoruz.

1940’lı yıllarda Âsaf Hâlet garip karşılandı, sonrasında da unutuldu. Değeri ise 1980’lerde anlaşılmıştır. Hilmi Yavuz’un  “Şiir Atı”ndaki yazısı önemlidir. Âsaf Hâlet’in kıymeti, bu dergideki dosyasıyla bilinir.

Âsaf Hâlet’in şiirlerindeki yabancı kelimeler ve formüller, onun şiirinin anlaşılmasını güç kılar. Kullandığı yabancı ifadeleri ruhuna uygun şekilde ifade eder. İlgilendiği kollardan birisi de tasavvuftur. Doğu-Batı şiiri, masallar, Mevlevîlik, Budizm, Mısır-Asur etkilendiği önemli unsurlardır. Onun şiirleri kültür şiirleri adı altında anlatılır. Kültür şiiri; duygunun ötesinde kültür gerektiren, beşerî mânâda değil, tasavvufî olarak da değerlendirilebilen şiirler için kullanılır.

Tıpkı Ahmed Hâşim ve Orhan Veli gibi eleştirilere cevap vermek maksadıyla İstanbul Dergisi’nde, 1954 yılında Temmuz-Aralık sayıları arasında, “Benim Gözümde Şiir Davası” adlı poetikasını parça parça yayınladı. Âsaf Hâlet’e göre şiir, kelime tertip etme sanatıdır. Şair de ideal bir kâinatın izahını yapma sevdasındadır. Ona göre şiiri herkes anlayamaz, anlayabilmesi için de alt yapıya ve birikime ihtiyaç vardır. Ahmed Haşim gibi şiirin ve şairin kudsiyetine vurgu yapar. Kur’ân-ı Kerîm’deki şiirselliğe de değinir. Ona göre saf şiirin kaynağı İlâhîdir ve şiir; sözü sıyırma, temizleme, tasfiye etme sanatıdır.

Âsaf Hâlet’e göre şiirde kelime oyunu, kafiyenin zengin oluşu, hikâyesinin oluşu, tasavvufa uygun oluşu gereksizdir. Tüm bunları anlayan kişi şairi değil, adeta bir cambazı anlıyordur.

Renkli ve çok sesli, farklı bir şiir dünyası vardır. Hepsinde bir masal havası vardır ve dil özellikleri, masalların dil özellikleriyle eşdeğerdir. Onun için dünya hayatı geçicidir ve gerçeğe ölümle birlikte gözlerin açılacağını savunur. Şiirlerindeki sayıklamalar, dünyayı rüya olarak görüşündendir.

Asaf Hâlet’i şair yönüyle ele alırken birçok inceleme yazdığını da unutmayalım. Şairin “He”, “Lâmelif”, “Om Mani Padme Hum” şiir kitaplarına verdiği isimlerdir.

“Bakanlar bana/ gövdemi görürler/ ben başka yerdeyim/ gömenler beni/ gövdemi gömerler/ ben başka yerdeyim” der şair “Cüneyd” şiirinde. Cüneyd cübbesini açtığında, görünmeyeni gösterir aslında. Sana bana olan ona da olur ve kendi cübbesi altında Cüneyd yok olur.

“He” şiirinde: Vurma kazmayı/ ferhâaad/ he’nin iki gözü iki çeşme/ âaaahhh” diye feryat eder ve “he” harfiyle birlikte Şirin’i de ağlatır: “Kasrında Şirin de böyle ağlıyor.”

“İbrâhim/ içimdeki putları devir/ elindeki baltayla/ kırılan putların yerine/ yenilerini koyan kim”, “İbrâhim” şiirinin ilk mısralarıdır. Hz. İbrâhim’in Kâbe’deki putları devirdiği ânı hatırlatır bize. Belki de şair, putlaştırdığımız şeylere işaret eder. Yaratıcının sadece Allah (cc) olduğunu bilir ve sorar: “İbrâhim/ güneşi evime sokan kim.”

“Nurusiyah” şiirine bir masal gibi başlar: “Bir vardım/ bir yoktum/ ben doğdum/ selim-i sâlisin köşkünde.” Sebepsiz hüzün hocası olur, mektebiyse loş odalardır. Annesi bir makam adı (suzudilâra), babası enstrümandır (tambur): “Nurusiyaha ağladığım zaman/ annem suzudilâra idi/ ve babam bir tambur/ annem sustu/ babam küstü/ ama ben niçin hâlâ nurusiyâha ağlarım/ nurusiyâaah/ nurusiyâaahhh.”

“Sema-ı Mevlânâ”da ağaçlar tennure giyer ve aşk niyâz eder. “Ben dönerim/ gökler döner/ benzimde güller açar” der ve çiçeklerin yerine seslenir: “Çemen çocukları mahmur/ câaaan/ seni çağırıyorlar.”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*