“Ben gidince nem kalır”

Ona “Evler Şairi” dense de Necatigil denildiğinde, akla dokununca insanı solgun bir güle döndürüveren “Solgun Bir Gül Dokununca” şiiri geliyor. Elbette ne yapsa şairliğinin gölgesinde kalacaktı, zira Türk şiirinin büyük ve güçlü şairlerindendir. Kendi yayımlamaya değer görmediği, ölümünden sonra yayımlanan şiirlerinde bile “büyük şairlik” iddiasındaki pek çok şairi bizce geçmiştir, kendi yaşadığı dönemde bu gibi kıyaslamalardan uzak dursa ve döneminin şiir akımlarından bağımsız yazsa da bunu söylemek mümkün.

Şiirlerini tırnaklarına yazan şairin ömrü evi ile öğretmenlik yaptığı lise arasında geçmiş, bu küçük ömre yüzlerce şiirin yanında radyo oyunları, Bile-Yazdı, antolojiler ve çeviriler de sığdırmıştır. Radyo oyunlarını geçimini sağlamak için yazsa da iyi birer hikâyedirler. Dinleyerek büyüyen radyo kuşağı çocukları için “Yıldızlara Bakmak” adlı radyo oyunu pek yabancı olmasa gerek.

“Şiir geçmişe yapılan atıflarla ilerler” diyen Necatigil, Sezai Karakoç ve Asaf Halet Çelebi gibi gelenekten faydalanan şairler arasındadır. Eski şiire yaptığı göndermeleri kendi şiirinde çağının sözcüklerini kullanarak örtülü bir şekilde ifade eder. Hatta bazı şiirlerinde kullandığı işaretler şiirlerindeki anlam kapalılığını artırır. Şair buradaki kapalı anlamı okurun tamamlamasını ister:
“Bir ışıktı yanardı yalnız gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.”

Behçet Necatigil, şiiri sloganlaştırmaz. Hatta “şiir kontrol hapı” almayan şairlerden uzak durulmasını öğütler ve der ki: “Bizim, kimi şiirleri, kimi kimseler gibi sevmeyişimiz gene sevgidendir.” Ondaki bu şiir sevgisi, çocuklarını ihmal etmesine bile sebep olmuştur. Gerçek şiir zamana karşı dayanıp sonsuzluğa ulaşabilendir. Aynı zamanda şiirler yaşanmışlığı olan eserlerdir ve “benden” geçmesi gerekir. Batılı bir şiir anlayışına dahi varmak için önce yerelle yoğrulmak gerekir. Geleneği dönüştüren şâir, “Kımıldıyor karanlıkta, ne zaman dokunsam/ Solgun bir gül oluyor dokununca” mısralarıyla doğrudan divan şiirine gönderme yapar. Esas olan şiirdeki anlam ve ses güzelliğidir. Bu sebepten ötürü şiir günlük dille yazılamaz. Eğer yazılsaydı o eser şiir değil hikâye veya romandan farksız olurdu. Oysa bir şiirin de hikâyesi olabilir. Tıpkı Necatigil’in “Gizli Sevda” şiirinde olduğu gibi: “Sokakta ayaküstü/ Konuştuk ordan burdan/ Evlenmiş, çocukları olmuş/ Bir kız, bir oğlan.”

“Saklı Su” şiiri ise kapalı anlamlılığıyla günlük dilden hayli uzaktır:
“Anla sıkıntımı geç git dost,
Nedendir sorma.
Gür bitkiler altında bir benim için akar
Alıngan, onurlu
İstemez görsünler saklı su.”

Şiirlerindeki bu kapalılık çok anlamlılığa da neden olur. Şair döneminde çok meşhur olan edebiyat matinelerini de şiirine konu etmiştir. Bu matineler şairle okuru buluşturan sosyal alanlardır. Belki de bir an bulunduğu ortama yabancılaşan şair “Hiç yeri miydi açmak kalbi/ Bu çiğ ışık altında” der ve yayvan gülüşlerden ağızların dönmesini bekler. “Başsağlığı” şiirinde ölümler karşısında donakaldığını ifade eder:
“Beni böyle kitaplar mı yaptı ne
Kâğıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben
Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.”

Ona göre şair bir duyguyu, düşünceyi, bildiriyi, şiirde doğrudan vermek yerine onu şiirle kaynaştırarak ve eriterek vermelidir. Böylece ortaya koymak istediği düşünce ve duygu şiirde sırıtmaz. Bu süreç bir çaba işidir ve güçlü şiir yazmak isteyen şair rahatına düşkün olamaz. Ama bazen şiirin üstüne düşmek boşunadır. Çünkü şiir sizi istemiyorsa gelmez. Böyle zamanlarda ondan uzaklaşın, der şair. “Tedavi klinikleri gibi, şiir klinikleri de olmalıydı” sözlerinden anlaşılır ki, Necatigil şiiri deva olarak da görür.

Necatigil, şiirde burçların ihtimallerinden öte, az değişir bazı gerçeklerin göstergesi olduğu görüşündedir. Ona göre üç burç vardır: Gurbet, hasret, hikmet. İlki gurbet burcudur; ona göre şair önce bir süre gurbet yaşar. Hatta Robinson gibi, ıssız bir adaya düşmüş olarak betimler şairi. Gurbet burcundayken şairlerin beğendikleri iyi şairler de olabilir, kötü şairler de. Günün ustalarına rastlamışsa bu onun için şanstır. Necatigil’e göre şairlerin bu dönemdeki ürünleri özentidir, taklid ve kendini arayış ürünleridir. İkinci dönem ise hasret burcudur. Bu dönem, şairin şiire yoğunlaştığı ve bilinçli hareket ettiği dönemdir. Âdeta gerçek şiiri özlediği dönemdir. Şair, hasret burcunda önleyemediği bir güçle kendini, kendi dünyasını aktarır okuyucuya. “Gizli Sevda” şiiri, Necatigil’in hasret dönemi şiiridir, Üçüncü burç ise hikmet burcudur. Hikmet ona göre çapraşıktır ve çok az değişir. Bu burç değişme, kabul etme, benimseme ve vazgeçiştir. Geçmişin büyük şairleriyle kendisini özdeşleştirmiştir. Ona göre insanın en şaşmaz falını hikmet burcu gösterir; çünkü gurbetler geçici, hasretler geçici ve ebedî insan hikmet burcunda yaşamaktadır. İnsan önceleri “gurbette yabancı”, sonra “hasrette güzel” şiirler yazar. Bir ömrün muhasebesi niteliğinde şiirlerse “hikmette faydalı” şiirlerdir. “Nilüfer”, “Ölü” ve “Yün” şiirleri hikmet dönemine aittir.

Behçet Necatigil, “Doğu’nun İslâm klâsiklerine bakarsak, gurbetler, o hasretler; düzenli yanıp sönüyorlar, karanlıkta deniz fenerleri gibi. Kurdukları hisarların harcında mıcır yok, hikmet var; hikmetlerle kalmışlar” der. Şiir kaleleri bir bir çöküp yıkılırken gerçek şiir, kolay kolay dişleri düşmüş, sırıtan bir sur kalıntısı olmaz.

Bu ay sizlere evlerin, odaların, sevgilerin şairinden Behçet Necatigil’den bahsetmek istedik:
“O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis
Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki
Öldürebilirsiniz.”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*