Hakkı Hakk’a sormak

Risale-i Nur okurken yahut Kur’ân’ın konuşmasını dinlerken muhakkak “hak” kavramının farkına varmışsınızdır. Hak kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık 300’e yakın âyette yer alır. Risale-i Nur’da ise gerek hakikat kavramıyla birlikte, gerek farklı terkiblerle pek çok şekilde kullanıldığını görürüz. Ancak konu sık gördüğümüz, aşinalık duyduğumuz kavramlar olunca, onları ilk anlamlarına hapsetme, üzerine yeterince düşünmeme gibi bir hataya düşüyoruz. Bu davranış modeli, derinleşmenin önündeki büyük bir engel olmasının yanı sıra “okuduğumuzu anlamama” gibi bir sonuca bile neden olabiliyor. Öyleyse “Hak nedir, neye denir, ne için kullanılır, hangi bağlamda ne anlama gelir?” sorularını cebimize koyalım ve araştırmamıza başlayalım.

Kökü Arapça olan hak, “yasaya, hakikate veya bilgeliğe uygun olma; doğruluk, hakikat, yasallık” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük, İbranice “taşa veya metale oyulmuş şey, yasa, ferman, kural” sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük İbranice ve Aramice/Süryanice “oyma, taşa veya metale yazı yazma, hakketme” kökünden türetilmiştir.

Hak lügatta “gerçek, sabit ve doğru olmak: gerekmek; bir şeyi gerçekleştirmek” mânâlarında mastar,  “bir hükmün vakıa mutabık (realite) olması hâli” anlamında isim olarak tanımlanır. Zıddı ise batıl ve cehl-i mürekkeptir. Ayrıca “hakikat” de haktan türemiş bir kavramdır. Kelâm ve felsefede hak, “dış dünyada (zihnin haricinde) mevcut olan, mevcudiyeti sabit ve devamlı olan varlık; gerçeğe uygun bilgi, hüküm ve söz” anlamlarına gelir.

Bu genel tanımlarının devamında “hak” sözcüğünün, Kur’ân’da farklı farklı mânâları karşılar biçimde geçtiğini görüyoruz. Hak Kur’ân’da Allah için kullanılır. Hak ismi zatî isimler içerisinde yer alır. “Bir nesneyi hikmetin gerektirdiği şekilde var eden” mânâsıyla Allah için “Hak”tır denilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık tekrarlanan “hak” kavramı Allah’tan başka Hz. Peygamber’e, Kur’ân’a ve dine de nispet edilmektedir.

Hakkın bir diğer kullanımı yaratılmışlar içindir, “Hikmetin gerektirdiği şekilde var edilmiş olan” mânâsıyla kullanılır. “Allah’ın bütün fiilleri haktır” denmesinin sebebi budur. Ölüm haktır, tekrar diriliş haktır gibi…

Bir başka mânâda, “Bir şeyle ilgili, onun kendi özünde bulunduğu durumla mutabık, uygun olan inanca” hak denir.

Hak fiiller ve sözler için “Gerektiği şekilde ve gerektiği zamanda gerektiği kadar, yapılan iş ve söylenen söz” şeklinde tanımlanmıştır. Bu mânâya örnek olarak Secde Sûresi 13. Âyet zikredilebilir: “…lakin benden şu söz hak oldu: elbette ve elbette Cehennemi dolduracağım.”

Enfal Sûresi’nde Cenab-ı Hak “…hakkı gerçekleştirsin…” diye buyuruyor. Rağıb El İsfahanî Müfredat’ta bunun iki şekilde olacağını söyler. Birincisi “delilleri ve âyetleri, açık alâmetleri izhar etmek, açığa çıkarmak” suretiyledir. İkincisi ise “şeriatı ikmal etmek ve onu insanlara yaymak” suretiyledir. Saf Sûresi 8. Âyet’te bu mânâyı görebiliriz: “Oysa kafirler hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlayacaktır.”

Hak yine Kur’ân’da “kıyamet”e işaret edecek şekilde kullanılmıştır. Amellerin karşılığının verilmesi o gün hakikat bulacaktır. Ayrıca hak sözcüğü; vacip, lâzım, gerekli, caiz, uygun anlamlarına gelecek şekilde de kullanılır: “Zira inananlara yardım etmek uhdemizde bir hak oldu…” (Rum Sûresi: 47)

Risale-i Nur’da “hak” kavramının ardından iz sürdüğümüzde pek çok kullanıma rastlıyoruz. İsm-i Hakk’ı içeren “Cenab-ı Hak” tabirinin sıklıkla kullanıldığını görüyoruz. Risale-i Nur’da Cenab-ı Hak ismi 1000’i aşkın yerde geçiyor. Bunun dışında Hak ismi ile bağlantılı olarak el-Hak, Mabud-u Bilhak, Rahman-ı Bilhak, Âdil-i Bilhak ve Hâkim-i Bilhak şeklinde isimlendirmeler bulunuyor.

Risale-i Nur üzerinde iz sürmeye devam ettiğimizde hakkın en büyük tecellîlerinden biri ve hak olanın Kur’ân olduğunu görüyoruz. Bediüzzaman Kur’ân’ı şu şekilde tavsif ediyor; “Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Hak’tan gelip Hak diyen ve hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.” Hak kavramını Kur’ân’daki mânâlarıyla düşündüğümüzde bu tarif oldukça anlaşılır bir hâle geliyor. Hak’tan gelmesi, Yüce Allah’ın Hak olması mânâsını içeriyor; Hak olması Cenab-ı Hakk’ın kelâmının da hak olması gerektiğini gösteriyor. “Hak demesi” ise kelâmının hakka dair olmasının altını çiziyor. Yine bu tanımı destekler nitelikte “Kur’ân haktır ve Hakk’ın kelâmıdır” ifadesiyle karşılaşıyoruz. 12. Söz’ün 2. Esası’na baktığımızdaysa, Kur’ân’ın verdiği derste nokta-i istinadın “hak” olduğunu, felsefenin nokta-i istinadının ise “hak”ka karşılık kuvvet olduğunu görüyoruz.

Hz. Muhammed’in (asm) vasıflarında “hak” kullanımının bulunduğunu fark ediyoruz: Bürhan-ı hak, Hakk’ın bürhanı ve hak bir bürhan-ı natık. Böylece ism-i Hakk’ın en zahir tecellîlerinden ve bürhanlarından birisinin de Hz. Muhammed’in (asm) olduğunu anlıyoruz.

Hak isminin tecellîlerini ve bu tecellîler üzerinden Cenab-ı Hakk’ı tanımak için araştırmamıza devam ediyoruz. 10. Söz’ün 11. Hakikati’nde, insaniyet İsm-i Hakk’ın bir cilvesi olarak anlatılıyor. İnsan, ona verilen cihazat, isti’dadat ve câmi’ mahiyeti itibariyle ebedî bir âleme müstaid ve müştak bulunuyor. Dar-ı Ebedî’nin olmaması insaniyetin hakikatine bir haksızlık oluyor. Dolayısıyla haşir ve ahiret haktır, diyebiliyoruz. Çünkü Hak ismi haksızlık kabul etmiyor ve bu sebeple ebedî bir âlemin yaratılması gerekiyor.

Yine aynı risalede bulunan hikmet ve adalet babında şöyle bir hakikat dillendirilir: “Hem her hak sahibine istidadı nispetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levazımatını, bekâsının bütün cihazatını en münasip bir tarzda vermek; nihâyetsiz bir adalet elini gösterir.” Bu bize anlatıyor ki, hak, adalet ve hikmet birbirleriyle kardeş ve birbirlerini istilzam eden kavramlardır. “İstidadı nispetinde hakkını vermek” ifadesi ayrıca bir nazarı gerektirir. Hak sahibine hakkını verirken onun istidadı göz önünde bulundurulur. Bu; hikmetin, adaletin ve İsm-i Hakk’ın hakkıdır.

Bediüzzaman adaleti ikiye ayırarak tanımlar; Müsbet ve menfî. “Hak sahibine hakkını vermek” müsbet adalet iken, “Haksızları terbiye etmek. Yani haksızların hakkını, tazip ve tecziye ile vermek” menfî adalettir. Müsbet adaletin bu dünyada ihatası göz önündeyken menfî adalet bu dünyada tamamıyla tezahür etmemektedir. Bu sebeple ahiret ve haşir, kıyamet haktır. Hak ismi insana yüklenen sorumluluğun bir getirisi olan mükâfat ve mücazatı gerekli kılmaktadır.

Hikmet “hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinap eder”, hidâyet ise “insan için en büyük hidâyet; hakkı hak, batılı batıl görmeye engel olan sebep perdelerinin kaldırılmasıdır” şeklinde tarif edilir. Bu cümleleri birbirleriyle ilişkilendirerek okuduğumuzda belli başlı mantık bağlarını fark edebiliriz. İnsanı insan yapan aklın vasat mertebesi olan hikmet, hakkı hak, batılı batıl bilmeyi gerektirir. Bu hâlin tezahür etmesi, hidâyet olarak tanımlanır. Hakkın hak bilinmesi ise, İsm-i Hakk’ın tecellîsi olmasından ötürü; “Hikmet, hidâyet ve dahi insaniyet İsm-i Hakk’ı gösterir, istilzam eder” sonucuna ulaşabiliriz.

Hakkı arayışımız, hakkın izini sürüşümüz bizi Bediüzzaman’ın Muhakemat adlı eserine götürüyor: “Mükerrem olan insan, insaniyetin cevheri itibariyle daima hakkı satın almak istiyor ve daima hakikati arıyor ve daima maksadı saadettir. Fakat batıl ve dalal ise, hakkı arıyorken haberi olmadan eline düşer. Hakikatin madenini kazarken, ihtiyarsız batıl onun başına düşer. Veyahut hakikati bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan haib oldukça, asıl fıtratı ve vicdanı ve fikri; muhal ve gayr-ı makul bildiği bir emri, nazar-ı sathî ve tebai ile kabulüne mecbur oluyor.”

Aslında batıl meslekler bile bir anlamda hak arayışının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hak isminin tecellîsi o derece kuvvetli ve ihatalıdır ki, batıl meslekler dahi bunun dışında değildir. Batıl mezheblerin bile dayandığı bir hak vardır. İnsanın hak arayışı, hakkı arayışı insaniyetin cevherindendir. İnsaniyetin tahakkuk etmesi İsm-i Hak ile kaimdir.

Kaynakça:
el-İsfahânî, R. (2016). Müfredât. (Y. Türker, Çev.) İstanbul: Pınar Yayınları.
Hak. (2018). Etimoloji Türkçe. adresinden alındı.
Nursi, B. S. (2006). Muhakemat. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.
Nursi, B. S. (2006). Sözler. İstanbul: Yeni Asya Neşriyat.
Topaloğlu, B. (1997). Hak. T. D. Vakfı içinde, İslam Ansiklopedisi (Cilt 15, s. 152-153). İstanbul: İSAM Yayınları.
Topaloğlu, B., & Çelebi, İ. (2017). Kelâm Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İsam Yayınları.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*