Başkasının ayakkabısını giymek

İngilizce’de “kendini başkasının yerine koyma” anlamına gelen bir deyim vardır: “Put oneself in another person’s shoe”. Birebir çevirecek olursak, kendini başkasının ayakkabısına koyma gibi bir anlamı var. İki dildeki bu ifadeler aslında empati kavramının tam karşılığı. Empati, yani kendini başkasının yerine koyma, onun deneyimini anlayabilme, yaşadığı hâli, durduğu pozisyonu fark edebilme insanı insan yapan önemli özelliklerden biri. Bu yazıda empatinin işlevi ve gereklilikleri, sempati ile arasındaki farkı ve empati olmazsa ne oluru konuşacağım biraz.

Empati, insanın sahip olduğu becerilerden biri. Empati becerisinin yoksunluğu aslında ciddî bir rahatsızlık belirtisi. Sosyopatlık, narsisizm ve psikopatlık gibi patolojik sıkıntıların özelliklerinden birisi empati becerisine sahip olamama hâli.1 Bu becerinin genetik bir altyapısı olduğu gibi, nörolojik temelleri de var.2

Peki, nedir bu empati? İlk paragrafta dediğimiz gibi, empati başkasının hâlini, hissini, deneyimini kavrayabilme becerisi. Başkasının gözünden bakabilme yetisi. Bu yazıya İngilizce bir deyimle başlamamın bir sebebi var, çünkü deyimde geçen ayakkabı kelimesi empatiyle alâkalı anahtar bir noktayı gösteriyor. Kendinizi başkasının ayakkabısında düşünebilmeniz için, önce ayakkabının ne olduğunu, ayakkabı giymenin nasıl bir his olduğunu bilmeniz gerekir. Aynı şekilde, empati yapabilmeniz için de karşınızdaki insanın yaşadığına benzer bir deneyim yaşamanız gerekir. Daha önce pek çok yazımda söylediğim gibi, insan bilmediği şeyi, ancak bildiğiyle kıyas yaparak anlar.

Tam bu noktada içinizde “Yoo, bilmeden de anlayabiliriz o insanın nasıl hissettiğini. Birini anlamak, ona şefkat etmek için illa ki onun yaşadığını yaşamamıza gerek yok” diye bir ses yükselebilir. İşte burası, empati ve sempati kavramlarının karıştığı nokta. Sempati Yunanca paylaşılan acı anlamına gelen bir kelime. Sempatide, empatide olduğu gibi deneyimi anlamak yoktur, sadece karşıdakine duyulan acıma, üzülme gibi hisler vardır. Risale-i Nur’da geçen rikkat-i cinsiye kavramı, sempatiye güzel bir örnek olabilir. Birine sempati duyduğunuzda onun hissettiğini hissetmez, karşınızdakinin yaşadıkları sebebiyle ona karşı şefkat ve/veya acıma hissedersiniz. Empatide ise karşınızdaki insanın yaşadığı durumun ne olduğunu ve hislerini kavrama ve hissetme vardır ve bu sebeple sempatiye göre çok daha derin bir histir.

Bir örnekle toparlayacak olursak, soğukta ince bir gömlekle sokaklarda kâğıt toplayan birini gördüğünüzde içinizde kabaran acıma ve hüznün adı empati değil, sempatidir. Soğukta kaldığınız bir anı hatırlayıp, üşümenin nasıl bir his olduğunu düşünüp o çocuğun deneyimini anladığınızda empati kurmuş olursunuz.

Empati ve sempati arasındaki ayırımı da gördükten sonra, bir sonraki meselemize geçebiliriz. Empati kurmak için deneyime ihtiyacımız var dedik, peki ya hiç deneyimimiz olmayan bir konuda nasıl empati kurabiliriz? Ya da başka bir şekilde soracak olursak, insan sadece kendisi gibi olanla mı empati kurabilir?

Bu sorunun cevabı hem evet, hem hayır…Kanaatimce empatinin sınırları kişinin benzerlik kurabilme becerisine göre çiziliyor. Empati yapabilmek için bir bağ kurmak zorundasınız, bu doğru. Bir noktada benzerlik kurmanız lâzım ki, deneyimi anlayabilesiniz, ancak bu bağı kurmak kişinin becerisine kalmış. Akıl ve hayâl, öyle muazzam iki enstrüman ki insanın elinde, insana tüm yaratılmışlarla benzerlik kurduruyor.

Bir pratik yapalım anlamak için, ama örneğimiz biraz uzak olsun. Bu sayfayı okuyan hiç kimsenin olamayacağı biriyle empati yapmayı deneyelim. Mesela bir kediyle empati kurabilir miyiz, biraz düşünelim.

Empati kurmak için, tanımı benzer bir deneyim yaşamış olmamız gerekiyorsa eğer ve ben hiç kedi olmayı deneyimlemediysem, bir kediyle empati kurmam nasıl mümkün olabilir? Eğer gözlemler ve dikkat edersem, kediyle aramdaki benzerliği ve farkları bulabilirim. Mesela, kedi de bir bedene sahip, ben de sahibim. Dolayısıyla her ikimizin de ortak bedenî ihtiyaçlarımız var. Kedinin açlığıyla, üşümesiyle, korkmasıyla bir bağ kurup bu konularda empati yapabilirim. Çünkü ben de açlığın, korkmanın ve üşümenin ne demek olduğunu biliyorum. Ancak doğru empati yapabilmek için kediyle aramdaki farkları da bilmem gerekir, yoksa kediyle değil, kafamdan uydurduğum bir canlıyla empati yaparım ve bu bir işe yaramadığı gibi zarar verici de olabilir.

Şimdi aynı pratiği kendimizden her yönüyle farklı bir insanla yaptığımızı hayâl edelim. Farklı cinsiyette, başka bir dil konuşan, farklı giyinen, farklı yaşayan, farklı düşünen, farklı inanan, aklınıza ne geliyorsa, kendinizi tanımladığınızda söylediğiniz her noktada sizden tamamen farklı birini hayâl edin. Bu insanla nasıl empati kurarsınız? Bir kediyle empati kurabildiğimize göre, bir insanla da kurabilmemiz gerekir, öyle değil mi? Üstelik bu çok farklı insanın çok önemli bir özelliği var: KONUŞABİLİYOR!3

Bir kediyle empati yapmanın en zor yanı, kediyle konuşamıyor olmak. Aynı dili konuşmasanız bile bir insanla bir şekilde iletişim kurma ve onun hâlini anlama imkânınız var. Yeter ki merak edin, anlamak isteyin. Empatinin anahtarı merak ve istek. Birebir aynı deneyimi yaşadığı hâlde birbirini anlamayan insanların ve farklı tecrübeler yaşadığı hâlde birbirlerini dinleyerek aralarındaki benzerlikleri bulan ve bağ kuran insanların farkı bu.

Merak etmek, dinlemek, anlamaya çalışmak, karşıdakiyle bir ortak payda bulup bağ kurmak, insanın karşısındakine insanca davranabilmesi için elzem. Başka bir terimle tanıştırmak istiyorum sizi: insanlıktan-uzaklaşma (dehumanization). İnsanlıktan-uzaklaşma, bir grup insanın başka bir grup insanı bir takım farklı özellikleri (inanç, dil, ırk vs.) sebebiyle daha az insan olarak nitelendirmesine verilen ad. Yüzyıllarca siyahîleri köle olarak kullanan, alıp satan, eziyet eden, veya insanat bahçeleri’inde sergileyen kafa, siyahları daha az insan olarak tanımladı. Kadının fikirlerini, reyini, duygularını, hayatını, ibadetini değersiz bulanlar, kadını hayvandan biraz üstün, çocuktan aşağıda gördü. İnsan, ötekini ne kadar kendisinden uzaklaştırdıysa, insan olmasından gelen becerileri de o kadar kaybetti. Tarih boyunca yaşanan bunca zulüm, empati becerisinden yoksun ruh hastalarının değil, bu beceriye sahip olduğu hâlde merak etmeyen, karşısındakini dinlemeyen, ne yaşadığını sormayan, anlamaya çalışmayan, normal insanların eliyle yükseldi ve devam ettirildi. Anladıkça ve hissettikçe insanın merhameti de artıyor. Empati, merhametle birleştiğinde, ancak kişinin harekete geçmesi ve karşısındaki için işe yarar bir şeyler yapması mümkün hâle geliyor.

Zaman zaman kendi rahat ayakkabılarımızı çıkartıp, başkalarınınkini giymek, kulaklarımızı ve kalbimizi açıp onları dinlemek gerekir. Empati kurmak, kendi deneyimlerimize zarar vermez veya yaşama tarzımızdan taviz vermemizi gerektirmez. Kendimizi daha iyi anlamamızı ve kendimizden yola çıkarak başkalarını da anlayabilmemizi sağlar. Birlik noktalarını buldurur. Kâinatla ve tüm kendi cinsimizle bağ kurdurur. Bana sorarsanız bu hâl, insana kendini daha insan hissettirir.

İnsan, başkasının gözünden bakacak bilişsel kapasiteye ve akıl, hayâl, kalp gibi enstrümanlara sahip. Bunları kullanmayı öğrenmek ve geliştirmek ise kendisine kalmış.

Dipnot:
1) Her insan tecrübe ve bilgi eksikliği sebebiyle karşıdakiyle empati yapamadığı durumlarla karşılaşabilir. Bu hâl kişinin patolojik bir sıkıntısı olduğu anlamına gelmez. Burada kast edilen, kimi durumlarda bazı insanların biyolojik olarak da bu yetiye sahip olmamaları, empati kurma becerisinden neredeyse her durum ve kişi için mahrum olmaları.
2) Bedenle kayıtlı olan insanın neredeyse her hissinin bedenî bir karşılığı olduğu gibi empatinin de bedende bazı karşılıkları var. Ayna nöronlar, empati hissini sağlayan temellerden biri olarak görülüyor. Ayna nöronların ne olduğunu da belki bir ay Çay Saati’nde okuruz. 😉
3) Konuşmaktan kastım, bir takım anlamlı sesler çıkarabiliyor olmak değil, kendini ifade edebilmek.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*