Nur’un nurlu avukatı

Eveet, bu ay mikrofonumuzu okuyucularımıza tuttuk, “Acaba Kasım’da nereye gitsek?” dedik. Muhtelif cevaplar aldık; “Mersin’e gel Keçeli” diyen oldu, başka şehirlere davet eden de. “Biraz da kendine gel!” diye espri yapanı mı dersin, güldük geçtik artık. Sorumuza gülücükler saçan oldu, olsun en azından tepki verdi dedik. Bir de, “Otur oturduğun yerde, azcık nefes al” sözlerine muhatap olduk. Bu böyle olmayacak dedik ve yine düşüncelere daldık.

Ben ve kuvve-i hayâlim sizlere teşekkür ediyor, saygılar diliyorum bu güzel cevaplarınız için. Ama en güzel cevap neydi biliyor musunuz? Kendime hâlâ bir yol bulamamışken, duvardaki tabloda gözüme ilişen o ifade, “Bu insan ebed için halk edilmiş ve ebede gidecektir. Bu dünya bir misafirhanedir ve ahirete bir intizar salonudur.”

Rabbim, sen şu seyyah kuluna ne güzel cevaplar gönderiyorsun! Bana hakikî yolculuğumu hatırlatıyorsun ve idrak ettiriyorsun. Hakikaten ne muazzam!

Demek insan sürekli şu sualleri sormalı kendine: “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” İnsan, hayvandan farklı olduğunun idrakine varmalı. Hızla elinden kayıp giden ömür sermayesini dünyanın geçici zevklerine vermemeli. Yani aslında hepimiz bu dünya seyyaresinde seyahat eden seyyahlarız, farkına varalım.

Ammaaa ben vazifemi yapayım daa, sonra böyle kaçmaya çalıştığımı da düşünmesin birileri. Şimdiii, bu dünya hanında bir diğer misafirimiz Nur’un Avukatı Bekir Berk. Hayatını davasına adayan adam, lügâtinde mazeret yok! Mesela bir gün Malatya’dan İstanbul’a seyahat için uçağa binmek üzereyken namaz için izin ister ve uçağın kanatları altında namazını kılar seyahatten önce. Davaya abdestsiz girmez, adeta bir ibadet vecdi içinde savunurdu. Çünkü o davasının adamıydı, Risale-i Nur’la tanıştıktan sonra da Bediüzzaman Said Nursî’nin ve Nur Talebeleri’nin avukatı olmuştu; yani hakkın ve hakikatin, Kur’ân davasının avukatı…

“Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, üstünden yol geçer” diyerek aştı bütün yolları ve o karanlık mahkemeleri. Hedefine doğru ilerlerken de ihtiyatla yürürdü. Hani derler ya, ‘Binde bir hata yaptım’ diye; o, binde bir hatayı yapmamak için bin bir kere dikkat ediyordu. Aynı zamanda şevk adamıydı. İnsanları minibüslere doldurur, mahkemelere götürür, marşlar okutturur, gittiği yere heyecan katardı.

Sadece mahkemelerde hak aramaz, sosyal ve siyasî hayatta da hakkın mücadelesini verirdi. Özellikle Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, onda küçük yaştan itibaren büyük bir arzuydu. Bu arzudan kaynaklanan bir idealle avukat olduğu ilk yıllarda da Ayasofya’nın açılmasını talep etti.

Kefeni cebinde tabiri vardır ya, tam da o isme masadak bir insan işte. Bir gün mahkemede “Neye güveniyorsun Bekir Bey!” tehdidine karşı çantasından kefenini çıkardı ve gür bir sesle “İşte buna güveniyorum!” diyerek konuşmasına devam etti. Bütün davalara tek başına yetişir, kar kış dinlemezdi. Bütün sebeplere sonuna kadar riayet eder, kat’iyyen ümidini yitirmezdi.  İşte bunlardan bir örnek, Balıkesir-İzmir arası sürecek bir hadise. Bakalım neler olacak bu sefer.

Balıkesir’de mahkemeden çıkar çıkmaz bir koşturmaca. Hayatı böyle davadan davaya koşturmaca. “Hayırlı işlerin muzır mani’leri olur” denir ya, işte böyle bir olay. Manisa’yı geçtikten sonra bir trafik, bir trafik. Büyük kayalar yolun üzerine devrilmiş. Geçmek imkânsız.

“Ağabey, bu iş tamam. Burada kalıyoruz!”

“Tamam değil kardeşim, devammm!”

“Ağabey görmüyor musun? Yol kapalı. Grayder çalışıyor.”

“Git şoförüne söyle, yolu açsın!”

Haydaa, nasıl olcak bu iş, öyle yolu aç deyince açılacak mı sanki(!), yanındaki ağabey de n’apsın, baksana gidiyor adamın yanına. Bakalım n’olacak.

O da nesi? Şoför bey tanıdık mı çıktı yani?

“Sen ne arıyorsun burada? Rabbim çıkardı seni karşıma kardeş, yanımdaki şu avukat var ya, bir duruşmaya yetişmesi lâzım ama. Yol nasıl açılacak da geçeceğiz burdan?”

“Ne demek ağabey, düş peşime”

Bak sen işe, demek hak yolda olunca koca kayalar bile suhuletle önünden kalkıyor. Muhteşem bir sır! Bir de şantiye şefinden izin bile almadan halloldu iş. Eee ne de olsa hizmet bu, Rabbin inayeti altında. Tabiî işin içinde Bekir Ağabeyimizin kararlılığı, rıza-yı İlahî ile hareket etmesi de var. Aşılmaz denen yolları aştı bu sırla, geçilmez denen denizlerden yüzdü de geçti. Hayatı bunun örnekleriyle dolu. Avukat olan veya olacak olan insanlara en güzel örneklerden. Her Nur Talebesi’nin de gözden geçirmesi gereken bir dava serüveni.

Rabbim bizlere de onun gibi olabilmeyi nasip eylesin Keçeli. Selametle kalasın.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*