Bizim istikbalimiz gençlerin elinde

Yeni Asya Medya Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Yavuzyiğitoğlu ile Yeni Asya’nın 50. yılı münasebetiyle bir röportaj gerçekleştirdik. Yavuzyiğitoğlu ile Yeni Asya’nın 50 yıllık geçmişini, yapılan fedakârlıkları, ikinci 50 yıl hedeflerini, cemaat-gazete ortak hizmetlerini ve bu hizmetlerde gençlerin önemini konuştuk.

50. yılına giren, yarım asra damgasını vurmuş olan Yeni Asya gazetesinin Yönetim Kurulu Başkanısınız. Gazetenin ilk yıllarında, kurucu kadro ile beraber bu işin içindeydiniz. Gazete ile irtibatınız nasıl gelişti?

Kuruluş sırasında ben 16 yaşında bir delikanlıydım, Karadeniz Ereğli’de oturuyordum. Dolayısıyla fiilen kuruluşun içerisinde değildim, ama bir süre sonra dâhil oldum. O zaman iletişim vasıtaları şimdiki kadar yaygın değildi, ama biz bir şekilde günlük olup biteni takip edebiliyorduk. Kendine mahsus bir iletişim durumu vardı cemaatin. Hatta o zamanlar bizi kestirmeden tarif edenler hakkımızda, “Edirne’deki adamdan Diyarbakır’ın Kulp kazasındaki adama, Sinop’taki adamdan Mersin’deki adama kadar, nasıl oluyor da aynı kelimeleri kullanıp, meseleyi hemen hemen aynı şekilde izah ediyorlar” derlerdi. Böyle müfritane bir irtibat vardı. Tabiî Yeni Asya’nın öncesinde İttihad gazetesi vardı, o dönemde bir şekilde hafızamızda yer etmeye başlamıştı gazete meselesi. Bulunduğum yörede de Yeni Asya’yı sahiplenenlerden birisi olmuş oldum. Tabiri caizse gazetenin ilk yıllarını aldığımız her nefese yansıyan bir faaliyet olarak yaşadık.

1971’den itibaren İstanbul bizim birinci adresimiz oldu. Orada hizmetlere dâhil olduk O zaman Cağaloğlu’ndaydı gazete. Hizmet içerisinde özel olarak bir işimiz gazete ve yayın meseleleri oldu. Takip eden yıllar da böyle devam etti. Gazete kurulduktan 5-6 ay sonra ilk röportajımız yayınlanmıştı, iki arkadaş beraber yapmıştık. Sendika faaliyetleri, toplumsal meselelerle ilgili seri röportajlar yapıyorduk. Bunların çoğu birinci sayfadan yayınlanıyordu.

“Gayemiz vatan sathını bir mektep yapmaktır”

Gazetenin ilk yıllarında teknolojinin ve imkânların eksikliğine rağmen bu işi başaran bir kadro var. O dönemlerden bahseder misiniz?

O zaman Türkiye’nin her tarafında olduğu üzere, bulunduğum mahalde de cemaat seferber olmuş durumdaydı. Biz talebeler okula giriş-çıkış saatinin bir an önce bitmesini bekler bir vaziyette meseleye dâhil olmaya çalıştık. Yediden yetmişe hemen herkes elinden gelenin fazlasını yapmaya çalıştı duyurulması, tanıtılması için. Mesela benim o zaman bulunduğum yörede demir çelik fabrikası vardı, işçiler 3 vardiya şeklinde çalışıyordu. İşe gitmeden önce dershaneye gelirlerdi, iş dönüşü hangi saatte olursa olsun tekrar dershaneye gelirlerdi ve sonra evlerine giderlerdi. Bu 10 yıllar boyunca böyle sürdü, eksiksiz bir şekilde ve hizmetlerin merkezinde de gazete vardı Cuma günleri cuma namazından sonra cami çıkışlarında -İttihad’dan kalan bir gelenekti bu- o bölgedeki cemaate mensup yaşlısının, gencinin kendilerine addettikleri özel bir görevdi, gazeteyi ve çıkan kitapları tanıtmak, satmak.

Özellikle şunu ifade etmek isterim. Gazetenin kurucu kadrosunda yer alıp gazetecilik faaliyetlerini sürdürenlerden biri hariç hepsi amatördü. İçlerinde profesyonel olan tek kişi merhum Mustafa Nezihi Polat idi. Erzurum’da Yeni İstiklal, İstanbul’da da Yeni İstanbul gazetelerinde çalışmıştı kendisi. Daha sonra bir slogan olan “Gayemiz vatan sathını bir mektep yapmaktır” sözünden hareketle bir mektep oluşturmuştu bu ekip ve çok uzun bir zaman geçmeden, profesyonel olan pek çok gazeteye taş çıkartacak şekilde gazetecilik yapmaya başlamıştı. Bu çok olağanüstü bir şeydir. Burada şunun altını çizmek lazım. Gerek İttihad gerekse Yeni Asya’nın banisi Zübeyir Ağabey’dir. Zübeyir Ağabey ile beraber bu işin organizasyonunda olmuş insanlar tam bir dikkat, ciddiyet ve fedakârlık içerisinde bu işi yürüttüler. Gazetenin başyazarlarından biri de merhum Avukat Bekir Berk’ti. Nur hizmetinin sembol isimlerden biridir.

Üstelik pek çok ilkler ve başarılar söz konusu.

Evet. Gerek gazete gerekse cemaat olarak Türkiye’deki birçok ilke imza atmış bir geçmişimiz var, siyasî ve sosyal hayatı alâkadar eden birçok konuda. Muhafazakâr kesimde doğru dürüst bir gazete de yoktu zaten. Dolayısıyla bu yönüyle hem İttihad hem de Yeni Asya başlı başına bir ilkti. Zübeyir Ağabey’in bu gazete 80 bin tiraja ulaşırsa her şeyin rengi değişir dediği meseleyi Yeni Asya’nın öncüsü olan İttihad başarmış bir gazetedir.

Hatta İttihad’ın bir sayısı Arapça olarak 150 bin adet basılmıştı. Yeni Asya olarak da, o günün şartlarında en yüksek tirajı olan gazetelerin 60-70 bin olduğu dönemlerde biz o rakamlara yaklaşmıştık. Yeni Asya’nın değişmez hedefi hâlâ 80 bindir. İlklerden bahsederken Kutlular Ağabey’i anmadan geçemeyeceğim. Bütün bunlara dirayetle öncülük etmiş birisidir. O dönemde gazete çıkarmakla kalmadık, neşriyatın da ilk adımlarını attık. Kutlular Ağabey’in gayreti ve öncülüğüyle Yurt Ajans kurulmuştu. Muhafazakâr kesimdeki gazeteleri bir araya getirdi, onların ortak bir kuruluşu oldu Yurt Ajans. Diğer ajanslar içerisinde bizim gibi gazeteler yer almıyordu zaten, dolayısıyla Yurt Ajans bir ilk olma özelliğine sahip. Paneller, konferanslar, sempozyumlar bizim kesimde ilk bizim yaptığımız işlerdi. Hatta sempozyum kelimesi oldukça yabancıydı bizim kesimde. Hâl böyleyken 1974 senesinde, o zaman İstanbul’un en büyük salonu olan Spor ve Sergi Sarayı’nda ilk sempozyumumuzu gerçekleştirdik. Müstehcen Neşriyat ve Türkiye konulu bu sempozyumda Türkiye’nin bütün kesimleri temsil edilmişti. Yanlış hatırlamıyorsam 11 kadar panelist vardı; Türkiye’nin önde gelen ilahiyatçısından sinema sanatçısına ve yazarına kadar çeşitli kesimlerden kişilerdi bunlar. Çok büyük ses getirmişti.

Gençliğin, genç kadroların rolü neydi?

1970 ortalarında cemaat, meşveret kararıyla kendini yeniden yapılandırma yoluna gitti ve gençlik teşkilatları kurulma kararı alındı. Bunların ilki Sakarya Gençlik Teşkilatı’dır. Şu an yayın hayatını sürdüren Zafer dergisi orta öğretime hitap etmek maksadıyla bu teşkilat adına çıkarılmıştır. O faaliyetin içinde bizzat bulunanlardan biri de benim, o günleri iyi biliyorum. Onu takip eden haftalarda da İstanbul Gençlik Teşkilatı kurulma kararı alındı ve Köprü dergisi de İGT adına çıktı. Ben de 9. sayısına kadar genel yayın müdürlüğünü yaptım. Köprü dergisi üniversite gençliğine hitap etmek üzere çıkarılmıştı. Aynı dönemde, şu an da yayın hayatını sürdüren ve ilköğretim öğrencilerine hitap eden Can Kardeş dergisi çıkarıldı. Bu dergilerimiz de dindar kesim içerisinde bizler tarafından başarılan ilklerdendir. İlk defa sesli yayını yapan, piyes, tiyatro yapan, müzik faaliyetlerini yapan gene biziz. Senede 8-10 kez 5-10 bin kişinin iştirak ettiği geceler tertip ettik. Tepebaşı’nda bir gazino vardı neredeyse bizim mekânımız olmuştu, Nurcuların mekânı diye bilinirdi. Vatan Caddesi’nde de gene aynı şekilde. Çok ses getiren faaliyetlerdi. Buralarda piyesler tiyatrolar da yapılırdı, sazlı sözlü geceler de. Ki Âşık Hizanî bizim içimizden çıkmıştır. Gene ilk defa kaset işini biz yaptık, araştırma merkezini biz kurduk.

Kadınların yazı yazması, söyleşilere katılması, göz önündeki hizmetler içerisinde bulunması da sanırım ilklerden?

Aynen öyle. İyi ki hatırlattınız. Bunun altını çizmemiz lâzım. Çünkü bugün Türkiye’de nüfusun yarıdan fazlası kadın. Bu konuda da gene bizim ağabeylerimiz, başta Zübeyir Ağabey olmak üzere, son derece demokrat bir tutum içerisinde oldular. Mesela rahmetli Zeynep Münteha Polat, Hayriye Hanım, Mümine Güneş gibi, başka isimler de var, bunlar bulundukları şehirlerde çok aktif olmalarının yanında bir de seminer ve konferanslar yoluyla Anadolu’yu taramış, ses getirmiş insanlardır. Kendi çocukluğumda hatırlıyorum, bulunduğum yerde yazlık bir sinema vardı, fevkalâde geniş bir parkın içerisindeydi. Bizim hanım kardeşlerimizin orada verdiği bir konferansta, sinemanın içi tıka basa doldu, yetmedi parkın da önemli bir kısmını dolduran insanlar sesin dışarıya hoparlör ile verilmesiyle konferansı dinledi. Bu hanımların tamamının bilgi dağarcıkları Risale-i Nur merkezlidir. Ve çok da etkili olmuşlardır. Böylece Risale-i Nur Anadolu’nun en ücra noktalarına kadar yayılma zemini bulmuştur.

Cemiyetin kılcal damarlarına kadar nüfuz ettik

Yeni Asya büyük bir medya grup. Gazetesiyle, kitaplarıyla, dergileriyle, radyosuyla. Bu hizmetlerin hepsini uzun yıllardır çeşitli zorluklara rağmen sürdürüyor. Bunu nasıl başarıyor?

Bu amelî olarak Üstadımızdan aldığımız bir miras ve vasıf evvela. Ve biz bunları herhangi bir taşkınlığa, alayişe-nümayişe meydan vermeden, kendimizi tarif ederken dediğimiz, dilimiz de icraatımız da müsbettir, çizgisinde bu işleri sürdürdük. Yani sloganlaştırırsak dediğimizi, dikleşmedik, ama her dönem dik durduk. Bizi tarif edenler şöyle derdi: Nasıl oluyor da bu adamlar bir olay olmadan 3-5 sene evvel teşhis koyuyorlar ve onların dediği gibi gerçekleşiyor? Biz zaten bu yönümüzle kendimizi deniz fenerine benzetiriz. Deniz feneri basit bir aygıttır, ama gecenin zifirî karanlığında, tonlarca ağırlıkta bir geminin karaya vurmasını önler. Biz öyle çok büyük sayılara ulaşmadık, ama cemiyetin kılcal damarlarına kadar nüfuz ettik. Toplum içerisindeki gruplar bizi sevmeyip, bize karşı bile olsalar, her zaman ne yaptığımızı izlemişlerdir. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz ve battığı zaman hepimiz batacağız. Başta Üstadımız olmak üzere mazideki büyüklerimizden Allah razı olsun, toplumla sağlıklı bir diyalog kurabildiler. Bu duruşumuz, nasıl başarılıyor, sorunuza temel bir cevaptır diye düşünüyorum.

Bu hizmetlere yokluklarla başladık tabiî, gazete kurulduğu zaman elde herhangi maddi bir imkân yoktu. Süleymaniye’de Kirazlı Mescit diye tabir ettiğimiz ilk dershanemizde -Zübeyir Ağabey’in de kaldığı- bir öğlen yemeği şöyleydi; Kutlular Ağabey yere bir örtü sererdi, bir miktar suyun içerisine şeker karıştırırdı ve herkesin önüne bir parça ekmek koyardı. Şartlar buydu yani. Bütün hizmetlerimiz bu şartlarda başladı. Yardımlarla, fedakârlıklarla vücut bulmuş şeyler bunlar. Maddi imkânlar haricinde her bir tarafımız zengindir. Bir bakıma, bunun kader noktasında Allahu a’lem şöyle bir karşılığı var; böyle olduğu için biz kimsenin tesiri altında kalmadan, kimseye minnet etmeden, müstakil vaziyetimizi muhafaza edebiliyoruz. Maziye baktığımız zaman paralı pullu meselelerin çok da kıymeti olmadığını örnekleriyle görebiliyoruz. Bunun sağlık ve sıhhati belki de bu.

Gençlerimizden istikbalde çok şey bekliyoruz

Şimdiki genç okur ve yazarları değerlendirmenizi istesek? Onlardan nasıl bir enerji alıyorsunuz? Gazetede ve dergilerimizde yazıp çiziyorlar.

Şöyle başlayayım cevaplamaya. Ben 68 kuşağı diye bilinen, onun son yarısında, ama yetmiş kuşağını kâmilen yaşamış bir insanım. Bu iki kuşağın ortak özelliği, gerek sağda gerek solda, hangi kesimde olursa olsun herkesin idealist olduğu, idealizmin olmazsa olmaz olduğu bir dönem olmasıdır. Bu dönemde göstermelik bir şey yoktu yani. Sonra 80 İhtilali birçok şeyi tahrip etti. Yani kıyaslamam doğru mu bilmiyorum, ama Türkiye’de 80 hadisesi bir nevi Nuh Tufanı gibidir. Niye öyledir, çünkü evvela siyaseti biçmiştir. Sağduyunun sesi her zaman demokrat çizgide tecellî etmişti. Bunu 60 İhtilali bir ölçüde kırdı. 71 Muhtırası bir ölçüde kırdı, ama yok edemedi. Fakat 80 İhtilali keenlemyekün yaptı. Tabiî dolayısıyla bizim cemaatimizi de çok fazla etkiledi. Bizim gençlerimiz her ne kadar 70’lerin çok uzağında olsalar da olabildiğince derli toplu durdu. 28 Şubat hadisesinde sıkı bir tornadan geçme ameliyesini biz de yaşadık gençlerimiz de yaşadı. Başımıza gelen birtakım badireler hep oldu. Bunları Allah’ın izniyle atlattık.

Şimdi bu son dönemde, özellikle son birkaç yıldır hakikaten gençlerimiz güzel çalışmalar yapacak şekilde kendilerini konumlandırıyorlar. Biz bunları izliyoruz, son derece de memnun oluyoruz. Biz bu gençlerimizden istikbalde çok şey bekliyoruz. Sadece biz beklemiyoruz, toplum da bekliyor. Mazimizde olduğu üzere bu son yıllarda da zifiri karanlığın olduğu yerlerde bizim her zaman karanlığı yaran bir vasfımız oldu. Geçen 19 seneden olabildiğince, imkânlarımız ölçüsünde, hatta imkânlarımızı aşacak bir biçimde aynı şeyi yapıyoruz. Böyle şeylerin bedelleri ağır oluyor. O bedelleri de ödeyerek geliyoruz. 3 yıldır hafta sonları İstanbul’da bulunmuyorum. Bölgelere gidiyoruz. 3 ayda bir bölge toplantılarımız oluyor.

Gençlik meselesi 3 senedir bölge toplantılarının değişmez maddesi hâline geldi. Oralarda söylediğimiz şey şu, bizim en etkili olduğumuz yıllarımız 70’li yıllardır. Bu da o günki yaş ortalamamızın 25-40 kırk bandında olmasından kaynaklanıyordu. En gencimiz olan Mustafa Nezihi Polat vefat ettiğinde 29 yaşındaydı. Zübeyir Ağabey vefat ettiğinde 51 yaşındaydı. Kutlular Ağabey de 30’lu yaşlardaydı o dönem. Şimdi bundan bir miktar uzaklaştık. O yılların enerjisini bugünkü şartlara uygun olarak yeniden ihyâ etmemiz lâzım. Bunu derken şunu da gözden ırak tutmamamız lâzım, Hz. Mevlana şöyle diyor; “Gencin aynada görmediğini tecrübe tuğlada görür.” Tecrübeyi ihmal etmiyoruz. Mazi ile ilişiğin sürmesi için tecrübe de lâzım.

Gayemiz Allah’ın rızasını kazanmaktır

Gençlik, akıldan ziyade hissiyatın dinlendiği bir dönem. Bu dönemde bir gaye edinmiş olmalısınız ki bugüne kadar bu hizmette sebat ettiniz?

Ben 16 yaşındayken, bulunduğumuz yörede cumartesi-pazar günleri sinema günlerimizdi. O zaman bahsettiğim yörenin nüfusu 30 bin civarındaydı. Buna mukabil 12 tane sinema salonu vardı. Sosyal faaliyetlerin yüksek olduğu bir yerdi. Biz cumartesi günleri soluğu orada alırdık. Matineler sabah saat 10’da başlar, akşam saat 9’a  kadar sürerdi. O filmden bu filme gidildiği dönemler. Yine öyle bir gün sinemanın önündeyiz, arkadaşım Hüseyin bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Benim gözüm sinema afişinde. Kolumu tuttu çekiyor, bak bu akşam bir yere gideceğiz, bir sohbet var, diyor. Filmin başlama saati geliyor, kendimi kurtarmaya çalışıyorum. İnat etti bırakmadı kolumu. İyi ki de bırakmamış, Allah razı olsun.

Sonra bizi aldı götürdü, tek salonlu bodrum katında bir yere. İnsanların duvar diplerindeki minderlere oturduğu bir yer burası. İnsanı ilk çarpan tarafı, evvela ruhanî bir hava. İnsanlara bakıyorsun nuranî bir sima. Birisi vardı, sonra öğrendik ki Zübeyir Ağabey tarafından vakıf olarak gönderilmiş bir kişi. Kitap okuyor, insanlar onu dinliyor huşû içerisinde. Ne diyor da bunlar böyle etkileniyor, diyoruz. Gerçi ilkokul 3’ten beri namazını kılan biri olduğum için biraz aşinalığım var tabi, ama kelimeler farklı geliyor. Bir de şu tarafı var, orada bulunan insanların geneli fabrikada çalışan işçiler. Yani bunlar bunu anlıyor da biz niye anlamıyoruz? Biz mektepliyiz, tabiî o zamanlar ortaokul, lise falan bayağı itibar görüyordu. Biri üniversitede okuyorsa kendisine protokol uygulandığı dönemler yani. O çarpma, o etki bizim vazgeçilmezimiz oldu o günden sonra. Bazen dershaneye gitmek için okulu kırdığımız zamanlar olurdu. Bir an evvel gidelim diye. Öyle başladık. İstanbul’a geldikten sonra çetin mücadele ediyoruz, o devrin özelliği. Dediğim gibi 68 kuşağı, 70 kuşağı falan, fikir mücadelesinin zirvede olduğu dönemler. Velhâsıl-ı kelâm Nurculuk dediğin hadise hayatın ta kendisi. Liseden sonra üniversite yılları, 24 saat hizmetle yoğunlaşılan, bir koltuk altında 8-10 karpuzun taşındığı yıllar. İyi ki de öyle olmuş. Ben o yıllarda okuduğum kitabı bir daha okuyamadım. Namaz ve zarurî ihtiyaçlar haricinde hiç uyumaksızın 48 saat kitap okur, münazaralı dersler yapardık. O dönem her yerde böyleydi durum.

Sadece fîsebîlillah iman hakikatlerinin insanlara ulaştırılması meselesi var. Kutlular Ağabey’in tabiriyle, “Gazetecilik bu işin dümeni, aslında bizim yaptığımız Nurculuktur.” Nurculuk nedir? Şu anda bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu iman hakikatlerinin anlatılmasıdır. Nasıl anlatılması, çağa uygun anlatılması. Bizim Risale-i Nur Külliyatı’nı çağın tefsiri olarak söylememizin sebeb-i hikmeti bu. Çünkü şu anda insanlar olur olmaz işlerin içerisine girebiliyor. Adama diyorsun ki, “Bak o Müslüman’dır” hemen tepki koyuyor, “O Müslüman ise ben değilim” demesi gibi can yakıcı bir hadise var. O bakımdan kısaca bütün bu faaliyetler evvela Allah rızası için yapılan faaliyetler. Saniyen insanların imanlarının kurtuluşuna vesile olmaktır. Özet olarak edindiğimiz ve sürdürmeye çalıştığımız gaye budur.

Bir cemaatin gençleri yoksa istikbali sıkıntılıdır

Yeni Asya’nın ikinci 50 yıl için hedef ve programında neler var? Özellikle gençlerle ilgili planları nelerdir?

Çok büyük hedeflerimiz var. 3 seneden beri yaptığımız bölge toplantılarında ısrarlı bir şekilde altını çizerek ifade etmeye çalışıyorum. Evvela cemaat olarak İstanbul’da kısa vadede bir külliye yapmak istiyoruz. Biz 70’li yıllarda 8-10 tane büyük toplantı yapıyorduk. Şimdi uzun zamandan beri senede 1 kere yapıyoruz. Hem salon izinleriyle hem de maddi imkânlarla alâkalı. En son geçen sene kongre yaptık. Bizim senede en az 8-10 tane büyük çaplı toplantı yapmamız lâzım. Toplumun da buna çok ihtiyacı var. 70’lerdeki nüfusumuz şimdiki nüfusun yarısı kadar. Şimdi çok daha elzem. O nedenle bu külliyenin asgari 2500 kişilik salonu olması lâzım. Her sene kongrelerimizde 5-10 masa kuruyoruz, gençlik kongrelerimiz oluyor, onda da masa çalışmaları yapılıyor. Bu çalışmalara elverişli şekilde salonlarımızın olması gerekiyor. İstanbul’un en büyük derdi trafik. Diyelim ki, senin yapman icab eden 3-5 tane iş var. İstanbul şartlarında bir günde birini yapabiliyorsun. Dolayısıyla gazeteyi de o külliyeye taşımamız lâzım. Yeni Asya Vakfı var biliyorsunuz, hem yurt içi hem yurt dışında faaliyet gösteriyor. Dergilerimiz var. Risale-i Nur Eğitim Merkezlerimiz var. Risale-i Nur Enstitüsü var, İstanbul Bizim Radyo var. Bunların hepsi o külliyede olmalı. İnşaallah ilerisi için televizyon fikrimiz var, olursa o da orada olmalı.

Daha önemlisi, biliyorsunuz biz Yeni Asya Meşveret Sistemi altında faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Haftada bir mahallelerde, ilçelerde mahal meşvereti oluyor, sonra ayda bir il meşvereti, sonra 3 ayda bir bölge meşvereti oluyor, sonra senede 2 defada da umumî meşveret olarak tanımladığımız, cemaatimizin yurt içi ve yurt dışındaki tüm temsilcilerinin iştirak ettiği toplantılarımız oluyor. Dolayısıyla insanlarımızı İstanbul’da çok iyi ağırlayamıyoruz. O sebeple bu külliyede 150 kişinin konaklayabileceği bir bölüm olması lâzım ki burada istirahat edilebilsin, ertesi gün de zinde bir kafa ile müzakereler yapılabilsin. Bazen bu zaman darlığı, mekân eksikliği nedeniyle 3-5 gün sürmesi icab eden bu toplantıları 1 güne sıkıştırmaya çalışıyoruz, bu da meselelerin kâmilen görüşülmesine yetmiyor.

Merkezî bir yerde bu işi yapmak ve bu işin itici gücü olarak da gençleri bu işin içine adapte etmek ikinci 50 yıl için temel hedefimiz. Şimdi ben 65 yaşına girmekte olan bir adamım. Buralarda benim gibi adamların çok fazla bulunması doğru değil. Özellikle gazete, dinamizmi olması gereken bir faaliyet. 20’li, 30’lu yaşlardaki gençlerin burada olup bu dinamizmi sağlaması gerekiyor. Son olarak söyleyeceğim mesele şudur: Bir cemaatin gençleri yoksa istikbali biraz sıkıntılıdır. İstikbal onlarda çünkü. Bizim istikbalimiz onların ellerinde, onun için gençler ne kadar donanımlı olursa, sayıları da hem kemiyetten hem keyfiyyeten ne kadar fazla olursa biz de onlarla o kadar iftihar ederiz.

Fotoğraflar: Tuğba Karakurt

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*