Hürriyeti tefekkür

Son zamanlarda zihnimi ziyadesiyle meşgul eden bir mesele, hürriyet. Hürriyete insan her an ihtiyaç duyuyor, herhangi bir şekilde özgürlüğünün ihlâl edildiğini hissettiğinde şiddetli bir savunmaya geçiyor. Ancak, insana dair her meselede olduğu gibi burada da karşımıza bir kavram karmaşası çıkıyor. Kanaatimce pek çok kişisel ve toplumsal problem de özgürlüğün herkesçe farklı tanımlanmasından ve algılanmasından kaynaklanıyor. Bu yazıda, hürriyet şudur, gibi bir tanım ortaya koymak niyetinde değilim, daha işlevsel bir yaklaşımla iman ekseninde hürriyetin nerede durduğunu tartışacağım sadece.

İnsan ve hürriyet kavramlarını iman ekseninde ele almak isteyince döngüsel bir yapının içine girmiş oldum. Şöyle ki, bir insanın iman edebilmesi için hür olması gerekiyor; bununla birlikte hürriyet hakikî mânâsını ancak imanla buluyor. Bu hürriyet nasıl bir şey ki, o olmadan iman tam olmuyor? Bu sorunun cevabını bulmak için, fikir ormanında bir ava çıkıyor ve birkaç kelimenin peşine düşüyorum.

Hürriyeti başka başka açılardan tanımlamak mümkün. 5 yaşında bir çocuk için kendi seçtiği çorabı giymek bir özgürlüktür. 15 yaşında bir liseliye göre okulda lacivert değil de yeşil tişört giymek, katı bir mesai sisteminde çalışan birisi için mesainin olmaması bir özgürlüktür. Bir öğrenci için sınav veya ödev arasından tercih yapabilmek daha özgür bir ders planı olabilir. Bütün bunlar günlük hayata bakan, tabiri caizse daha fizikî bir özgürlük anlayışı olabilir, ancak hepsinde ortak bir nokta var ki o da tercih meselesi. Tercih, ilk kelimemiz.

Eğer bana sorsalardı, “Hürriyet senin için nedir?” diye, tercih kavramına ek olarak yaptığını bilerek yapmak derdim. Başka bir deyişle farkında olmak. İkinci anahtar kelimemiz de farkındalık.

Farkındalık ve tercih kelimeleri nazarımda hürriyetin temelini oluşturuyor. Üçüncü kavram olan ve hürriyeti parlatan iman, bu ikisi üzerinde yeşeriyor. Şöyle ki; iman dediğimiz bir tercihtir. Bütün iman hakikatlerine dair deliller akla kapı açan, kişinin ihtiyarını elinden almayan ve ona bir tercih hakkı sunan bir yapıya sahiptir. Kişi, iman etme veya etmeme seçeneklerinden birini seçmekte hür bırakılmıştır. Bu teklife muhatap olabilmesi ve tam mânâsıyla kendi ihtiyarıyla seçim yapabilmesi için de kendisinin ve üzerinde etkisi olan her şeyin farkında olması gerekir.1 Yoksa kişinin atalarının dini olduğu için Müslüman olması, bir başka dine inanması veya herhangi bir dini kabul etmemesi arasında bir fark yoktur.

Hürriyet ile ilgili birkaç okuma yapayım dediğimde Mesnevi-i Nuriye’de daha önce dikkatimi çekmemiş bir ifade ile karşılaştım: “Hâlbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor.” Benliğin bir kıyas aracı olması yabancı değil, ancak hürriyeti bu bağlamda ilk defa düşündüm. Yaratıcının yokluk ve varlık arasından, hiçbir mecburiyeti olmadığı hâlde varlığı tercih ettiğini ve bunun rahmetin ta kendisi olduğunu insan ancak kendisi hür ise bilebilir. Her anlamda mutlak bir yaratıcının herhangi bir şeye mecbur olması, mantığa terstir. Cenab-ı Hak, birbirine zıt vasıflara sahiptir ve bunlar arasından tercih edebilir. Kahhar olup azap verebilecekken Gafur olup affetmeyi, yok edebilecekken rahmetiyle var etmeyi tercih edebilir. Tercihinde tamamen hürdür, ezelî ilmiyle ne işlediğinin de farkındadır. Bu durumun gereğidir ki, insana da bu hürriyeti anlayabilecek bir hürriyet verilmiş, bu sayede imanın kalbinde yeşermesinde zemin hazırlanmıştır.

Hürriyet ve iman arasındaki ilişkiye, Hz. Ali’nin teklif ile karşı karşıya kaldığı zaman önce babasına sormak istemesi, ardından “Allah beni yaratırken babama sormadı ki, ben iman etmek için ona sorayım” cevabı güzel bir örnek. Dünya’ya gelmesinin belki de en büyük sebebi olan anne babasına karşı hürriyetinin farkında olarak, esbabın tesirinden kurtulmuş hür fikri vasıtasıyla Yaratıcı’nın hürriyetini kavrayabiliyor. Yaratıcı, bir insanı yokluktan varlık âlemine getirmeye mecbur olmadığı gibi, bunu yaparken kimseye ihtiyacı yok. Hiçbir sebep, O’nun iradesi karşında tesir sahibi değil. Bu hakikati kavradıktan sonra insan, imanı tercih ederek hürriyetini parlatacak nuru kabul ediyor. O zaman, ne hapishane duvarları, ne kör kuyular, ne zincirler ve zavallı firavunlar onun hürriyetini elinden alamıyor, onu esir edemiyor. Hür bir insan, o hürriyet sırrınca her koşulda yeşerecek imkânı buluyor.

Dipnot:
1) Yani sebeplerin tesirsiz olduğunu tam olarak fark etmek ve iradeyi sebeplerin tahakkümünden kurtarmak. Bu hâlin en berrak göründüğü zât ise, insan-ı kâmil olan Peygamber-i Zişan.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*