İnsandır, hata yapar

İnsan hiçbir zaman tek parçalı bir yapıda olmamıştır. Onun insan olmasını etkileyen, ona fert olma özelliği kazandıran, onu görünür ya da görünmez kılan birçok dinamiğin bir araya gelmesi ile oluşur insan.

İnsanın fert olmasının temeli olan şahsiyet ve kişilik bile tek parçadan ibaret değildir. Aynı insan farklı makamlarda ve farklı durumlarda farklı kişilik özellikleri sergileyebilir ve farklı şahsiyetlerde görünebilir. Yüksek kademeli bir memur işinin başında gayet vakur ve ciddi duruyorken, evinde çocukları ile çocuklaşabilir. Bir anne özünde çok sinirliyken evladına karşı çok şefkatli ve merhametli olabilir. Tahakküme tenezzül edemeyen bir insan ubudiyet, Allah’ın emirlerine uymak noktasında oldukça itaatkâr olabilir. Bu farklı tavırları farklı makamlarda ve yerlerde sergileyen insanların her biri aslında kendilerini temsil etmektedir. Temsil ettikleri ve göründükleri her şahsiyet kendilerinden bir parçadır.

Yüksek kademeli memurun işinin başındaki ciddiyeti evindeki hâline engel olmaz, annenin öfkesi çocuğuna şefkatli olmasına mani’ olmaz ve tahakküme tahammül etmemek ubudiyete engel olmaz. Bu şahısların makamına ve yerine göre olan bu davranışlarına da tutarsızlık gözüyle bakılmaz. Çünkü her biri olması gereken makamda ve yerde olması gerektiği gibi davranarak sağlam bir tutarlılık sergilemektedir.

Makamın, vazifenin, ubudiyetin ve hususî kişiliğin getirisi olan bu farklı farklı şahsiyetler bir araya gelerek insanın karakterini ve benliğini oluşturur. Bu şahsiyetlerin farklı hâl ve tavırlarının hepsi de o insana aittir, onun bir parçasıdır ve mümkün oldukça bir kişiliğin özelliği ile öteki kişilik değerlendirilmez ya da bir kişiliğe ait özellik başka bir kişilikten beklenilmez. Maddî makamlar ve vazifeler insanda farklı bir şahsiyetin görünmesine sebep olduğu gibi, manevî makam ve vazifeler de insanda farklı bir şahsiyetin görünmesine yol açar. Mesela her insanın kendisini tanımlayan ve onu diğer insanlardan farklı kılan bir zâtî şahsiyeti vardır. Bu şahsiyetinde insan tamamen kendi nefsi ile yalnız başınadır. Bu yüzden bütün hata, kusur ve günahlar bu şahsiyetin arkasında saklanır ve onun eseridir.

Yine her insanın Rabbi ile ilişkisini belirleyen ve ibadetleri ile kulluğunu tanzim eden ikinci bir ubudiyet şahsiyeti vardır. Bu şahsiyeti de insan ile Rabbi arasındadır bu yüzden insanın ibadet ve itaatinden elde ettiği sevaplar bu şahsiyetinin eseridir.

Son olarak, bir davaya kendini adamış ve o dava yolunda vazifeli olan insanların üçüncü bir şahsiyeti vardır. Bu şahsiyeti de insanın vazifesindeki gayreti ölçüsünde içtimâî hayattaki yaygın görüntüsü olarak kendini gösterir. Bu yüzden insanın kendini adadığı davasındaki cesareti ve fedakârlığı tamamen bu şahsiyetinin eseridir.

Bu noktaları göz önünde bulundurduğumuz zaman insanları değerlendirmede şöyle bir ölçü tuttururuz: “Nerede ve hangi makamda olursa olsun bir insanın insan olması ve zatına ait hususî şahsiyete sahip olması sebebiyle hataları ve günahları olabilir, yine de bu şahsiyetinde bulunan hata ve günahları ubudiyet ve vazife noktasındaki şahsiyetlerine zarar vermez.”

Davasında ziyade fedakâr olan bir insanın hata ve günahları ve ubudiyette aksaklıkları olabilir. Ya da ubudiyette sağlam olan bir insanın davasındaki vazifesinde eksiklikleri olabilir.

Manevî makam sahibi olan veli ya da âlim insanların da bazı hârika hâlleri aslında zâtî şahsiyetlerinden değil, vazife itibariyle olan şahsiyetlerinden kaynaklanır. Bu yüzden kemâl sahibi bir zatta gördüğümüz hata ve kusurlar ile onu kötülemek bu ölçüye göre “insan”ı tanımadığımızı gösterir. Çünkü insan hata yaptıkça insandır, ne de olsa onu insan yapan zâtî şahsiyetidir.

Bu nedenle manevî makam, kemâlât ve ilim sahibi insanları değerlendirdiğimiz zaman fedakârlık, cesaret ve hasenatlarını vazifelerinden kaynaklı şahsiyetlerine vermeli. Hata ve kusurlarını ise insan olmaktan kaynaklı zâtî şahsiyetine yüklemeli. Böylece hem o insanların hem de hizmet ettikleri kudsî davalarının hukukuna riayet edilmeli. Küçük bir hatası ile o insanın iyilikleri inkâr edilmemeli. Aynı şekilde hasenat ve iyilikler zâtî şahsiyete yüklenip o zatlara haddinden fazla değer yüklememeli. Her şahsiyete lâyık olduğu yerde lâyık olduğu derecede kıymet verilmeli ve şahsiyetler birbiri ile karıştırılmamalı.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*