İslâm’ın inceleri

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.”

Ben de ağır ağır yol alırım bu sayfalardan. Şaka şaka, sizden kaçmıyorum tabiî ki. Eee iyi de, nerden çıktı şimdi bu, diyeceksiniz, tamam eve gitme zamanım gelmiş olabilir, ama içim niye bu kadar edebiyata bağlıyor ki? Bu soruyu kendime sormam lazımdı sanırım, çok özür dilerim canlar.

Açıkçası amacım şöööyle usturuplu bir giriş yapmaktı. Malûm, girişlerim hep hopadanak oluyor. Sahi, bi hayli olmuş eve uğramayalı. Tabiî seyahatlerden fırsat bulamıyorum ki. Çok mühim bir mesele bu sıla-i rahim olayı. Buralara kadar gelmişken dostları da ziyaret etmeden olmuyor, bilirsiniz. Bu ziyaretlere giderken küçüklüğümün sokakları ve okul yolumdan geçiyordum kiiiii bir de ne göreyim! Aman Allah’ım! Koskoca 8 yılım yıkılmış! Okulumu yıkmışlar! Bahçesi, sınıfı, sırası; hiçbir şeyi kalmamış. Tabiî bende bir hüzün. Ee ne olacaktı? Ebediyyen orda kalıp senin ev iznine gelmeni mi bekleyecekti? “Dünya gaddardır, mekkardır, fenadır, aldanmayınız” demelerini şimdi anlıyorum…

Evet, bu olayı biraz abartmış olabilirim. Ama olaydan büyük dersler çıkardığımı da söyleyebilirim. Belki de sadece gelip geçerken eskilerimi yâd ettiğim bir binaydı. Ama içinde yaşanmışlıklar vardı. Onlardı beni üzen. Peki üzülmeli miydim? Hayır, her şey benim bakış açıma bağlıydı. İman gözlüğü aydınlatmıştı ruhumu. Maziye bakıyordum ya şimdi. Geçmiş, ahiret inancıyla nurlanıyordu. Hiçbir şey ölmemişti, bâkîydi. Ahirette karşıma çıkacak ümidindeyim.

Elhamdülillahi âlâ nimeti’l-iman.

Zaman geçiyor, gidiyor işte. İnsan, elinde avucunda ne kalmış, ona bir bakması lâzım. Biz de zaman kaybetmeden yol alsak iyi olacak sanki.

Alırız almasına da, bu yıl da epey yağmur yağdı. Yollar çamur baksana. Dikkat et, ayağın batmasın çamura. Allah Allaaah, buralara asfalt dökmeyi unutmuşlar herhalde. Kaçıncı yüzyıldayız ya hu! Hee şimdi anladım olayı, insanların giyinişine baksana, biz yol almışız haberim yok, hiç söylemiyorsun Keçeli. Şurada yürüyen zat Beyazıt-ı Bistâmi olmalı. Sanırım namaza gitmek için evden çıktı, o da biraz zor yürüyor çamurdan. Yağmurun bitmesini bekliyor. Beklerken de duvara sürterek ayağını temizliyor. Ezan vakti de epey yaklaştı ya, o da camiye doğru yürüyor artık, ama pek düşünceli:

—Onunla helalleşmeden nasıl cuma namazı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allah’ın huzurunda durursun?

Sanırım ayakkabısını temizlemek için sürttüğü Mecûsî’nin evinin duvarından bahsediyor.  Şimdi de geri dönüp ona doğru gidiyor.

—Buyurun bir arzunuz mu vardı?

—Sizden özür dilemeye geldim. Biraz önce duvarınızı elimde olmadan çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değildi. Yağmurun şiddeti bu inceliği unutturdu.

Mecûsî hayrette (tabiî biz de):

—Peki ama ne zararı var? Zaten duvarlarımız çamur içinde. Sizin ayağınızdan oraya sürülen çamur bir çirkinlik ve kabalık meydana getirmez ki.

—Doğru, ama bu bir haktır ve sahibinin rızasını almak lâzımdır.

—Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dininiz mi öğretti?

—Evet, dinimiz ve bu dinin peygamberi olan Hz. Muhammed Aleyhissalatu Vesselam öğretti.

—O hâlde biz niçin bu dine girmiyoruz?

Dedi ve şehadet getirdi. İslâm dini ne inceliklerle dolu. Daha böyle ne örnekler var, bilirsin sen de. Öyle bir ahlâk ki, tüm insanlığa müteveccih, Mecûsîsi, Hristiyanı, Yahudisi fark etmiyor. Hatırlamaz mısın Peygamberimizin (asm) gayr-i müslimlere karşı tutumunu? İslâm dininin saygı, sevgi, hoşgörü dini olduğunu en iyi ondan (asm) öğreniyoruz ve onun (asm) yaşamını yaşamına katanlardan. Ne mutlu bize, ne mutlu İslâm ile ahlâklananlara!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*