İnsaniyeti ararken

Avrupa kıt’ası, günümüzde ekonomik ve sosyal yönden, insanlığın en gelişmiş kıt’ası. Dünya ticaretinin yüzde 70’inde pay sahibi olan ve sosyal ve siyasî olaylardaki duruşuyla dünya dengelerine tesir eden; demokrasi ve insan haklarının a’zamî şekilde tatbik edilmeye çalışıldığı bir kıt’a.

Avrupa kıt’ası her zaman böyle gelişmiş değildi elbette. Geçmişinde iç savaşlar, insan hakları ihlalleri ve iki büyük dünya savaşı taşıyan bir kıt’a. Orta Çağ’ın karanlığını yaşamış, insanlığın en zalim yüzü ile yüzleşmiş ve tecrübe edinip öğrenerek gelmiş bir kıt’a. Avrupa, yaşadığı tecrübelerin neticesinde, en önemli şeyin “insan” unsuru olduğunu ve “insan hakları”nın öncelenmesi ile geçmişte yaşanan sıkıntılardan kurtulabileceğini öğrenmiş.

Bu gelişmeler sonrasında 1953 yılında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bir medeniyet belgesi olarak imzalanmış ve dünya çapındaki hak ihlallerine karşı hukukî bir ölçü olmayı başarmış. Asırlarca süren karanlığın ve dünyayı ateşe veren iki dünya savaşının tecrübelerinin neticesi insan haklarının gelişmesi olmuş. Neticede bütün kıt’ada huzur ve refahı sağlayacak bir oluşum olarak Avrupa Birliği kurulmuş.

Bu süreçte Avrupa, insaniyeti ve insanlara en faydalı olacak hukukî ve sosyal düsturları araştırırken, farkında olmadan insaniyeti en güzel şekilde yaşayan ve yaşatan, insanı eksene alan ve on dört asır boyunca dünya medeniyetine öncülük etmiş olan İslâmiyet’in düsturlarına yanaşmış.Çünkü İslâmiyet, toplumun inşasında ve hukuk kurallarının belirlenmesinde mutlak adaleti ve a’zamî hürriyeti esas alan, vahiy düsturları ekseninde karıncanın hukukunu bile ihmal etmeyen, fıtrata uygun bir sistemi tesis etmiştir. Avrupa da yıllar süren karanlığın sonrasında, asrında güneş gibi parlayan doğu medeniyetine bakarak oradaki temel insanî düsturları almayı ve böylece medeniyetini tesis etmeyi başarmış. Yani Avrupa, İslâmiyet’e ait temel insanî düsturları, kendi kurduğu medeniyetin temel taşları hâline getirmiş ve dolayısı ile gün geçtikçe ilerlemiş, Avrupa’nın güneşi yükselmeye başlamış. Bunu yaparken insanlarının faydası için yeri geldikçe dininden, yeri geldikçe toplumda yerleşmiş örf ve adetlerinden taviz vermiş.

Öte yandan İslâm toplumları, on dört asır öncesinde, Avrupa’dan çok önce, İslâmiyet’in yeryüzüne inişi ile insan fıtratına uygun yaşamayı öğrenmiş ve bu insanî ve vicdanî düsturlar ile dünyaya hükmeden güçlü medeniyetler ve adalet timsali uygarlıklar kurmuş. Öyle ki, geleneklerine çok bağlı olan ve kabilelere kadar toplumun keskin çizgiler ile bölündüğü Arap Yarımadası ihtilaftan, inşikaktan, insaniyete ve vicdana aykırı geleneklerinden ve cahiliye devrinden, İslâmiyet’in Nuru ve insanî düsturları ile kurtulmuş. Kısa zamanda ittihadı ve adaleti tesis ederek dünyaya üstad olmayı başarmış. Endülüs Emevi devleti ile bu adalet ve medeniyet Avrupa’ya da taşınmış. Sonrasında İslâmiyet ile tanışan Türk toplumları da en güçlü ve en kalıcı devletlerini bu İslâmî temeller üzerine tesis etmiş.

Fakat, zaman içerisinde bazı manevî hastalıkların yayılması ile İslâm toplumları, İslâmiyet’in bu temel vicdanî ve insanî düsturlarından uzaklaşmaya ve bu düsturların eksikliği nedeni ile gerilemeye başlamış. Ümitsizlik, istibdat, sadakatsizlik, ihtilaf, düşmanlık ve sırf kendi faydasını düşünmek, gibi insan fıtratına ve vicdana da aykırı olan bu hastalıklar, önce insanları sonra da toplumu yavaş yavaş esareti altına alıp, o medenî toplumlardaki insanlığı ve vicdanı yıpratmış ve çürütmüş.

Bu çürümenin ve hastalıkların neticesinde geri kalan İslâm devletleri, medeniyet ve insaniyet için bir çıkış ararken Avrupa’nın terakkîsini görüp oraya yönelmiş. Avrupa’nın dininden uzaklaştığını görenler yanlış bir kanaatle, Avrupa’nın terakkî etmesinin tek sebebini dinden uzaklaşması olarak algılamış. Oysa Avrupa’nın, tahrif edilmiş ve insan fıtratına ters olan dinlerinden uzaklaşırken aslında İslâmiyet’in düsturlarına yaklaştıklarını görememişler ya da görmezden gelmişler ve “terakkî dini terk ile olur” düşüncesi ile düşülen bataklığa biraz daha batmışlar. Zaman içerisinde İslâmiyet esaslarını düstur edinenler çağı idare etmeye ve toplumlara yol göstermeye başlamış. İslâmiyet esaslarını terk edenler ise tokadını yiyerek geri kalmış ve terakkî edememiş. Yol gösterici konumlarından giderek uzaklaşıp takipçi vaziyetini almışlar.

Günümüzde İslâm toplumları yeni bir medeniyet arayışına muhtaç. İnsanı ve vicdanı önceleyen, fıtrata uygun, hürriyet ve adalete dayalı bir medeniyet… Bu medeniyet de ancak İslâmiyet’in temin ettiği ve asırlarca dünyayı ışıklandıran insanî ve vicdanî düsturlar ve hukuk kuralları ile mümkün. İslâm toplumları insaniyeti ve İslâmiyet’i tekrar aramalı. Medeniyetini bu esaslar üzerine kurmalı.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*