Kafamı dinliyorum, gözlerim kapalı

Merhaba arkadaşlar! Bugün Çekya’da çok güneşli mükemmel bir gün. VE BEN YİNE YURTTA OTURUYORUM! Evet, duydunuz. Hiçbir yere çıkmadım. Sabahtan beri attığım adım sayısı maksimum 70 falandır. Ne sandınız arkadaşlar, Avrupa’ya geldik diye her dakika dışarılarda mı dolaşalım. Bazen de yerimizde oturmak gerekiyor.

Gerekmek değil, tamam atma Çedile. Ama şöyle düşünün, yıllardır bulduğum tüm mecralarda İstanbul’un kalabalığından, gürültüsünden, trafiğinden, yapmak istediğim hiçbir şeyi yapamamaktan ve en önemlisi 24 saatin bana artık yeterli gelmemesinden yakınıyorum. Son zamanlarda artık uykunun ne olduğunu bile unutmuş bir vaziyetteydim. Bunun en büyük sorumlusu OKUL! Tam uyuyacağım oradan bi ders, bi sunum, efendime söyleyeyim bir sınav! Yeter canım, biz de insanız yani. Tamam, şimdi size dürüst olacağım, Erasmus yapmak istememin en büyük sebeplerinden biri İstanbul’da yaşadığımı sandığım hayattan usanmamdı. Biraz yalnız kalmak, nefes almak, annem beni uyandırmadan öğlene kadar uyumak istedim. Şimdi kötü örnek oluyorsun Çedile, falan demeyin, uyku hassas noktam. İsterseniz anneme sorun!

Vallahi hayatıma SBS ile birlikte sınav stresi girmeden önce ben, akşam 10 oldu mu dağda taşta uyurdum. Fişi çekilmiş buzdolabı, pili bitmiş oyuncak gibi PAT diye çalışmayı durdurup olduğum yerde uyurdum. AH NE GÜZEL GÜNLERDİ! Bir keresinde arkadaşlarımla saklambaç oynarken girdiğim yorgan dolabında uyuyakalmıştım. Bütün misafirler gittikten sonra uyanıp gidip yatağıma yatmıştım. Kimse de beni arayıp bulmamış gördüğünüz gibi, yorganların arasına ustaca saklandığım için. Zaten herkes bu huyumu bildiği için “Yine bir yerlerde uyumuştur” diye düşünüp oyunlarına devam etmişlerdir, diye düşünüyorum. Her neyse, gece uykusunun benim için ifade ettiği değerlerin, dertsiz tasasız bir bebeyken salt eğlenceden ve arkadaşlıktan duyduğum keyiften daha yüksek olduğunu anlamışsınızdır. Son 3 yıldır bu huyum biraz değişim geçirmişti, ama can çıkar huy çıkmaz bilirsiniz. Yapmam gereken şeyleri gece yapıp gündüz 5 saat kadar uyuyordum. “İstanbul gibi bir yerde kimin gündüz uykuya harcayacak 5 saati var ya?” diye düşünebilirsiniz. Metrobüsçünün vardır tabiî ki. Oturmaya bile ihtiyaç duymadan ayakta bir yere tutunduğum an uyuyordum. Anlayacağınız, gece uykuları haram olmuştu artık.

Gelelim bunca sevdiğim bir şeye veda etmeme sebep olan okula… İnanın en son 5. sınıfın yazında kafamın bir taraflarında “ders çalışman lâzım” diyen bir ses olmadan yaşamıştım. Ondan sonra ne yapsam nereye gitsem bu ses hiç peşimi bırakmadı. İki dakika arkadaşlarlan oturup kahve içsek, hemen bir vicdan azabı başlıyordu. Öyle ki, ders çalışırken bile “Al işte daha önce çalışmadın şimdi geridesin” diye ateşlere atıyordu bu ses beni. 3 yıl SBS 4 yıl YGS-LYS derken 11-17 yaş aralığım zehir oldu bana ZEHİR! Asla hatırlamak bile istemiyorum. Üniversiteye geçince bütün bu sinir stresten kurtuldum. Sorumluluklarımla baş etmek için yeni bir yöntem buldum, zira hiçbirini bırakmamak, ama tam da yapmamak. Evet, mesela vize haftası mı? Tamam, bir-iki derse çalışalım, biraz da ablamla hamburger yiyelim. Böyle böyle her şeyi yarım yapmaya başladım dostlar. Soruyorum size BU YAŞAMAK MI? İki ay önce sorsanız “Elbette, nefes alıyorsan yaşamaktır” derdim. Şimdi burada 2 ay geçirmiş bir Çedile olarak gerçekten yaşadığımı hissediyorum.

Okulum da var, ödevim de, sunumum da. 6 adet dersim var üstelik. Ve okula yalnızca haftanın 3 günü gidiyorum. Derslerim ortalama 1 saat uzunluğunda. Üstelik vize sınavı diye bir şey YOK! Final diye bir şey var gibi görünüyor, ama aslında o da yok. Pek çok dersim 1 sayfalık bir yazı teslimi şeklinde. Hatta bir tanesinin değerlendirmesi sunum üzerinden yapılıyordu, onu da geçtiğimiz hafta başarıyla tamamladım. Yani ne yaparsam yapayım kafamın içinde “Ders çalışman lâzım” diyen o ses, sustu. 10 sene sonra gerçekten bir insan olduğumu hissediyorum. Yapması gereken şeyler olan, ama birer birer hepsini yapabilen. Uykum geldiğinde uyuyabiliyorum, karnım acıktığında yemek yiyorum. Gerçi bu yemek yeme meselesinden biraz usanç gelmedi değil. Koşturma içinde geçen öğünlerim sayesinde bazen kahvaltı bile etmeden akşam ediyordum. Burada gözümü açar açmaz kalkıp çay suyu koyuyorum. Bazen de “Hadi dışarı çıkalım Çedile’cim, gezdireyim seni” diyorum, alıyoruz başımızı gidiyoruz. Kayboluyoruz nereye çıktığını bilmediğimiz sokaklarda.

Sanıyorum ki bu yazıyı okuduktan sonra “Avrupa’ya evde oturmaya mı gittin, ev burada da vardı?” şeklinde sorular gelmeyecektir artık. Çünkü görüyorsunuz ya, yaşadığımız çağda evde oturabilmek bile büyük bir lüks ve ben ilk defa kendimle baş başa zaman geçiriyorum. Yani bu deneyimin sonunda çok yer görmüş bir insan olarak değil de kendini tanıyan bir insan olarak eski hayatıma dönmek benim için çok daha değerli. Yine de deli değiliz, fırsatımız varken Avrupa görelim de geri dönünce her girdiğim ortamda yayalara nasıl yol verildiğinden bahsederim heheheh! Ay efor sarf ettim yoruldum bak. Gidip bir çay içeyim de sonra biraz kestireyim. Gelecek ay görüşmek üzere!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*